Cahit Talas 1938 yılında Mülkiye'den (SBF) mezun oldu. O yıl Milli Eğitim Bakanlığı bir grup Mülkiye mezununu yurtdışında eğitime gönderdi. Bu grupta Cahit Talas'tan başka, Hayrettin Erkmen, Süleyman Barda, Cihat İrem, Zeyyat Baykara da vardı.Fransa'ya gittiler. Harp başlayınca İsviçre'ye geçtiler. Doktoralarını İsviçre'de tamamladılar. Cahit Talas, Süleyman Barda ve Hayrettin Erkmen sosyal siyaset konusunda uzmanlaştılar. Yurda döndükten sonra Hayrettin Erkmen ve Süleyman Barda İÜ İktisat Fakültesi'nde, Cahit Talas Mülkiye'de ders vermeye başladı. Cahit Talas öldü. Prof. Dr. Cahit Talas, sosyalizmden, komünizmden, işçi hareketlerinden, sendikalaşmadan insanların ödünün koptuğu (CHP'nin bile bu konulara ilgi göstermekten kaçındığı) dönemde, işçi hareketlerini ve sendika hareketlerini gündeme getiren, Mülkiye'de (SBF'de) "Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri" kürsüsünü kuran bilim adamıdır. Cahit Talas 27 Mayıs 1960 devriminden sonra Çalışma Bakanlığı'na getirildi. 1960-1961 yıllarında, bakanlık döneminde, "sendikalar" yasa tasarısı ile "toplu sözleşme, grev ve lokavt" yasa tasarısını hazırladı.Cahit Talas'ın ilmi katkıları, Türkiye Cumhuriyeti'nin devlet yapısının "sosyal
MB'nın sahibi (hisse senetlerinin çoğunluğunun sahibi) Hazine. Bankayı ortaklar adına yönetecek altı banka meclisi üyesini Genel Kurul toplantılarında Hazine belirliyor. Banka meclisi üyelerinin görev süresi 3 yıl. Her yıl üçte biri yenileniyor. Bankanın en yüksek karar organı olan meclise 'başkan'lık edecek kişi Bakanlar Kurulu Kararı, Cumhurbaşkanı'nın onayı ile belirleniyor. Başkan 5 yıllık dönem için seçiliyor. Merkez Bankası'nın (MB) Banka Meclisi'nde bir üyenin, Para Politikası Kurulu'nda (PPK) 2 üyenin koltuğu boş. MB Başkan Yardımcılığı koltuğu boş. Hükümetimiz bu koltuklara atama yapmıyor, yaptırmıyor veya yapamıyor. Eski Başkan Serdengeçti'nin görev süresi doldu. Yerine Durmuş Yılmaz atandı. Yılmaz daha önce Banka Meclisi üyesi idi. Böylece bir koltuk boşaldı. Bağımsız olduğu söylenen Banka Meclisi'nin yeni Başkan Yılmaz başkanlığında hemen toplanarak meclise, 2007 Nisan'da yapılacak Genel Kurul'a kadar bir atama yapması gerekiyor. Ama bu atama 6 aydır yapılamıyor. Nedeni meçhul. MB'da PPK diye bir kurul oluşturuldu. Bu kurulun fiyat istikrarı, enflasyon hedefi ve buna uygun para politikasının belirlenmesi" gibi önemli görevleri var. PPK'nın Başkanı MB Başkanı.
Çünkü 2007 yılında hükümet, faize, sosyal güvenlik kuruluşlarının açıklarına ve de personel ödemelerine daha fazla para bulmak zorunda. O zaman da halka hizmete ayıracak para kalmıyor.Bütçe çok çok önemli bir belgedir. Çünkü bütçeyle gelecek yıl halktan ne kadar para toplanacağı ve de bu paranın nerelere harcanacağı belirlenir. Bütçe sadece gelecek yılın değil, ondan sonraki yılların da gelir-gider trafiğini belirler.İşte bunun için demokratik parlamenter ülkelerde, iktidarı ve muhalefetiyle tüm milletvekilleri bütçeye büyük önem verir. Halkın bekleyişlerinin bütçeye yansıtılmasına çalışır. 2007 bütçesiyle hükümet halktan daha fazla almaya, halka daha az vermeye mecbur. Bizde (maalesef) milletvekillerimiz bütçeye ilgi göstermez. Sadece komisyon ve Meclis görüşmelerinde "seçmene selam" nutukları atılır. Hükümetlerimiz bütçeyi, her yıl belli zamanda yerine getirilmesi gereken bir formalite olarak değerlendirir.Son yıllarda artan borç yükü nedeniyle IMF'nin istekleri ve de faiz ödemeleri bütçeyi hazırlayanların elini kolunu büsbütün bağlar hale geldi.Hükümet, "icraat" yaparsa halkı mutlu eder. İcraat demek para harcamak demektir. Parasız icraat olmaz. Yol, okul, hastane yapılacak...
Orhan Pamuk'tan önce Nobel Edebiyat Ödülü'ne layık görülenler arasında Anatole France, Bernard Shaw, Thomas Mann, T.S.Eliot, William Faulkner, Bertrand Russell, Ernest Hemingway, Albert Camus, Boris Pasternak, John Steinbeck, Jean Paul Sartre, Mikhail Sholokhov, Samuel Beckett, Pablo Neruda, Gabriel Garcia Marquez, Octavio Paz, Dario Fo gibi dünya çapında ün yapmış edebiyatçılar vardır.Böyle ünlülerin listesinde bir Türk edebiyatçının adının da yer alması Türklük adına gurur vericidir. Orhan Pamuk'un "35 bin Kürtü, 1.5 milyon Ermeniyi kestiğimiz biçtiğimiz şeklindeki talihsiz beyanları" kötü olmuştur. Ama kimseye sadece bunları söylediği için Nobel Edebiyat Ödülü verilmeyeceğinin de bilinmesi gerekir.Alfred Nobel (1833 Stockholm /İsveç-1896 San Remo /İtalya), 1879 yılında Paris yakınlarında Sevran'daki laboratuvarında dumansız barutu keşfeden İsveçlidir. Nobel Ödülü önemli. 1900 yılından bu yana tek bir Türk ödül alamamışken, en sonunda Orhan Pamuk'un Nobel Ödülü'ne layık görülmesi sevinilecek bir olay. Kitapları 31 dile çevrilen Orhan Pamuk bu ödülü aldığı için alkışlanmalıdır. Ölümünden önce hazırladığı vasiyetnamesinde özetle şunları yazmıştır:"Ardımda bıraktıklarımla bir
Olanlardan ders alalım. Kendimize güvenelim. Avrupa önemsedikçe Türkiye ile uğraşacak... Bırakalım uğraşsınlar.Onlar uğraştıkça moral bozmaya, "Bizimle uğraşmayın" diyerek ricacı olmaya gerek yok. Ricacı oldukça önümüze fatura çıkaracaklar. Ve çıkarıyorlar da...Onlar uğraşsın... Biz işimize bakalım...Biz Türkiye'deki gelişmeleri yeterli bulamadığımız için gereğinin ötesinde bir güven bunalımına girdik. Biz Türkiye'nin potansiyelini, Türkiye'deki gelişmeleri yeterli bulmuyoruz. Daha iyi bir Türkiye arayışı ve çabası içindeyiz.Ama anlaşılıyor ki, bol meyvesiyle Türkiye Avrupalının gözünde önem kazanan bir ülke. Kimi meyveye imreniyor, kimi meyveyi taşlıyor, kimi meyveden pay almaya çabalıyor. Avrupa önem vermese, Türkiye ile neden uğraşsın? Neden Türkiye devamlı olarak Avrupalının gündeminin başında kalsın? Gerçekçi gözle bir değerleme yapalım: Yaşlanan, eskiyen Avrupa'nın doğusundaki Türkiye genç nüfusu ve gelişme çabasıyla "yükselen" bir ülke... Görülüyor ki, Türkleri yerleştikleri topraklardan çıkarmak mümkün olamayacak. Avrupa medeniyetinin beşiği sayılan bu topraklarda Türkler bin yıldır oturduğu gibi bundan sonra da oturacak.Dinleri İslam ama Türkler farklı bir Müslüman.
Bu "yeni bir Haçlı Seferi" mi? Yoksa, Türklerin bu topraklara sahip olmasından doğan bir kıskançlık mı?Dün Fransız Meclisi'nde yapılan konuşmaların hepsinde Türkiye'ye karşı kin nefret vardı. Bu ne büyük bir "hınç" ki, oylama sonunda, milletvekilleri ayağa kalkarak dakikalarca alkış tuttu...Şimdi ne yapacağız?Ege Cansen havaalanından şehre gelirken bir taksiye binmiş. Radyoda Fransız Meclisi'ndeki oylamayla ilgili olarak bir yetkilinin konuşması varmış. Yetkili, "...Bundan sonra Fransızlara gerçeği anlatmamız lazım... Bugüne kadar gereği şekilde anlatamadık..." diye konuşurken, taksi şoförü, "...Bilmiyorlar da mı anlatacağız. Sanki bu Fransızlar Cumhurbaşkanı'ndan milletvekiline cahil çocuklar. Onlar gerçeği bizden daha iyi biliyorlar... Kendi kendimizi aldatmayalım" diyerek radyonun sesini kısmış. Soykırım bahane... Bizi istemiyorlar. Türkiye'yi Avrupa Birliği'nin dışında tutmaya çalışıyorlar. "Acaba suçlu muyuz?" diyerek kendi kendimizden şüphe etmeye gerek yok.Osmanlı döneminde biz yıllarca Ermenilerle birlikte yaşadık. Ermeni paşalarımız, vezirlerimiz, sadrazamlarımız oldu... Sonra birden ne değişti?Avrupalılar bizi bu topraklardan atmaya kalktı. Biz bu toprakları kaybetmemek
Bugün uygulanan ekonomi politikaları üretimin önünü kapadığı için halk iş ve aş imkânına kavuşamıyor. O halde "sihirli formüle" gerek yok. Yapılacak iş, üretimin önünü açmaktır.Üretimin önünü açmak demek, üretim yapanı sınırlayan, cezalandıran uygulamalara son vermek demektir. Eğer döviz fiyatı ucuzsa, üretmek yerine ithal etmek daha cazip olur. Üretip ihracat yapmaya kalkan ayakta kalamaz. Ülkenin üretim yapısı bozulur. Kurulu tesisler batar. Yenileri kurulmaz.Eğer yatırım ve üretim için gerekli altyapı yoksa; arsa fiyatları, su, elektrik pahalıysa; ulaştırma, haberleşme sistemi iyi işlemiyorsa; bürokratik engeller yatırımı, üretimi güçleştiriyorsa üretimin önü kapanmış olur. Ekonomi politikalarının hedefi halkın mutluluğudur. Halk işi ve aşı olursa mutlu olur. İşin ve aşın yolu üretimden geçer. Yatırım ve üretimi sınırlayan bürokrasinin düzeltilmesinden sonra, gerçekçi döviz kuru, doğru para ve maliye politikaları ve nihayet, yatırım ve üretim üzerindeki vergi yükünün kaldırılması bu nedenle çok önemlidir.Üretimi artırmanın yolu talebi olan mal ve hizmetleri, küresel pazarda rekabet edebilecek maliyetle üretebilmektir.(Örnek: Buğdayı dünya fiyatıyla üretme şansımız yok. Olsa da
Daha önce de benzer haberlere aldırış eden olmamıştı... Kadıköy'de yılların açık alanı Salıpazarı arsası, havaalanının hemen bitişiğindeki yılların fidanlığı, alışveriş merkezi, otopark, ofis binası yapılması için yap-satçılara devredilmişti.Havaalanının yanındaki geniş arsalar yıllardır dağıtılıyor. Çadır kurana, fuar binası yapana, sergi salonu açana arsa veriliyor.İstanbul gibi büyük şehirlerde kamuya (halka) ait boş arsa kalmadı. Şehir demek sadece bina demek değildir. Şehirde yaşayanların, şehrin "nefes alacak" boş alanlara ihtiyacı vardır.İstanbul'daki dağıtım, diğer şehirlere örnek oluyor. Diğer şehirlerde de mahalli yönetimler arsa dağıtımını sürdürüyor. Kadıköy'deki Kenan Evren Lisesi'nin üzerinde bulunduğu arsayla ilgili olarak imar planında bir değişiklik yapıldığı, "alışveriş merkezi ve otopark" alanı haline dönüştürülen arsanın yakında birilerine tahsis edileceği, üzerindeki okulun ve tarihi binaların yıkılacağı haberi olağan bir haber olarak ilgi görmedi. Merkezi yönetim, mahalli yönetimlerin arsa/toprak dağıtımı faaliyetine "özelleştirme", "varlık satışı", "arazi tahsisi" gibi isimler altında katkıda bulunuyor.Kamuya ait fabrikalar onları işletecek olanlara değil,