Güngör Uras

Güngör Uras

guras@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Vitali Hakko hayat hikayesini "Hayatım Vakko" 254 sayfalık bir kitapta toplamıştı. İlk beş binlik baskısı tükenen kitabın ikinci baskısının yapıldığını geç öğrendim. İkinci baskıdan Vitali'nin hayat hikayesini bir defa daha okudum.
"Herkes sıfırdan başlar, ben ise sıfırın altından başladım" diyen Vitali, bir Musevi gencin, Cumhuriyet Türkiyesinde nasıl başarıya ulaştığını anlatıyor.
Fakir ailenin çocuğu olduğu için, tahsilini yarıda bıraktığı için, Müslümanların çoğunlukta olduğu bir ülkede Musevi olduğu için yakınmıyor, sızlanmıyor. Ayrıcalıktan söz etmiyor. Tam tersine güler yüzle, inançla neler yapılabileceğini anlatıyor.
Biz var oluşumuzu ve başarımızı Mustafa Kemal Atatürk'ün Batılılaşma süreci içinde yer alan devrimlerine borçluyuz diyor...
Ben, ikinci defa okuduğum kitabı sayın okuyucularım için özetledim. Vitali hayat hikayesini şöyle anlatıyor:
"Yedikule'de 1913 yılında doğmuşum. Evimiz iki katlı idi. Biz iki oda, bir mutfak ve tuvaletten oluşan alt katta otururduk. Üst katta bir Rum aile, yanımızdaki evde ise Karamanlı Yusuf Efendi otururdu. İstanbul'un bu kıyı semtinde bizler, Rum, Musevi, Ermeni, Arnavut, Müslüman Türk hep bir arada yaşar ve dilimiz ne olursa olsun çok iyi anlaşırdık.
Babam Fransız demiryolu şirketinde çalışıyordu.
Okul çağım geldiğinde beni Kumkapaı'daki Fransız 'Frere'lerin (din adamlarının) okuluna yazdırdılar.
On yaşıma bastığımda 1923 yılında Cumhuriyet ilan edildi. Cumhuriyet'i coşku ile kutladık.
1925 yılında demiryolları Fransızlardan alındı. Babamı işten attılar. İmkanlarımız daralınca okuldan ayrılmak zorunda kaldım.
Babamın marangozluğa merakı vardı. Evin mutfağında tahtadan askılar yapardı. Haftada bir gün babamla Mahmutpaşa'ya çıkar, yol kenarında onları satardık. Mahmutpaşa'da babamla satış yaparken tanıştığım Spiros isimli bir Rum tuhafiyeci bana iş verdi. İlk işim, vitrini olmayan bu dükkanın önünde durarak yoldan gelen geçeni içeri davet etmekti.
Ben işe başladıktan bir süre sonra babam evden ayrıldı. Ayancık'ta iş bulmuştu. Oradan Ankara'ya geçti. Mobilya cilacılığı ile hayatını sürdürdü.
Patronum iflas edince Sultanhamam'ın en şık kumaş mağazı Kamelya'ya transfer oldum. Sonra Kapalıçarşı'daki Kupidis mağazasında tezgahtarlığa yükseldim. Kupidis'te yaptığım vitrinleri beğenenler bana para ile vitrin dekorasyonu yaptırmaya başladı. O sırada büyük Atatürk şapka inkılabını gerçekleştirmişti. Kupidis'ler mağazalarında bir şapka bölümü açtılar. Beni de başına koydular.
Çok çalışmam, kendi işimi kurmam gerekiyordu. O zamanlar bir genç öğrenimini yaptıktan bir iş bulup çalışmaya başladıktan bir süre sonra (bu kimi zaman bir - iki, kimi zaman sekiz - on yıldır) o işten ayrılıp kendi işini kurardı. Uzun süre aynı işyerinde çalışıp işini kuramayanlara 'yeteneksiz' gözüyle bakılırdı. Bölünerek çoğalma devri idi o yıllar.
Diploma yok. Sermaye yok. Tecrübe var... Ama o da yeterli değil. Azim... Bir tek o var. Ama yeterli tecrübe, bilgi ve sermaye olmadan azim ne yapsın?
Ne yapacak?.. Tecrübeyi, bilgiyi ve sermayeyi edinene kadar çalışacak. Ben de öyle yaptım.
Herkes sıfırdan başladığını söyler. Ben sıfırın altından başladım. On dokuz yaşında idim. Kendi işimin sahibi olmak için içim içimi yiyordu. En iyi bildiğim iş şapka işiydi. Üstelik bunun için büyük bir sermayeye ihtiyaç yoktu.
Ama askere gitmemiştim. Askerlik hizmetini bir an önce bitirmek için gönüllü olarak askere gittim. Askerden dönüşte ablamın kocası Rafael ile Şen Şapka'yı açtık.
Şen Şapka'nın adını ben koydum. Bu benim felsefemi yansıtır. Bir insanın güler yüzlü, şen, kendinden hoşnut ve iyimser olması için çok şey gerekmez. Yeter ki, küçük şeylerle yetinmesini bilsin.
O arada İkinci Dünya Harbi çıktı. İkinci ve üçüncü defa askere çağırıldım. Üçüncüsünde on sekiz ay askerlik yaptım. Varlık Vergisi'nde varlığımızın yarısı kadar vergi istenildi. Taksitle vergiyi ödedim. İşimi bozmadım.
Harpten sonra Boncukçuyan isimli bir ithalatçı dostum, elinde kalan bir sandık yabancı malı başörtüsünü Şen Şapka mağazasında satılmak üzere verdi. Başörtüleri kısa sürede satılınca, kendi markamızla üretmeyi kararlaştırdık.
Vitali'nin V'sini, kardeşim Albert'in A'sı ile birleştirip 'VA' yaptık. Sonuna, soyadımızın yarısını ekledik. Vakko markası doğdu. Başörtüsüne 'eşarp' dedik. 'Vakko eşarbı' ünlendi.
1948 yılında Kurtuluş'ta Rum mezarlığının karşısında kendi emprime atölyemizi kurduk. Bu Vakko'nun ilk üretim tesisidir. Bu tarih benim hayatımın dönüm noktasıdır. Fabrikanın açılışından beş gün sonra 15 Eylül 1948 tarihinde Osmanbey'de bir apartmanın kapısında görüp vurulduğum, High School talebesi Ketty ile evlendim."
Sayın okuyucularım... Okuduklarınız benim yaptığım özet. Vitali'nin anlatımı çok farklı... Güler yüzlü, esprili. Gerçek hayat hikayelerine dayalı bir anlatım... Vitali'nin kitabını okuyunuz... Türkiye'de "her şeyden yakınan"lar yanında bu ülkenin imkanlarıyla başarıya ulaştığı için mutluluk duyan Musevilerin de olduğunu görüp sevineceksiniz.



Yazara E-Posta: guras@milliyet.com.tr