IMF ile görüşmeye gidiliyor. Geçen haziran ayında Ankara'da belirlenen hedefler içinde kalınır ise, yeni bir stand - by anlaşması için el sıkışılacak.
El sıkışılır ve ardından IMF ile stand - by anlaşması imzalanır ise, yılbaşından sonra kredi muslukları açılacak. Türkiye'nin dış kredi sorunu çözülmüş olacak.
Haziran ayında IMF ile belirlenen hedefler şunlardır:
1) Bankalar, sosyal güvenlik kuruluşları, tahkim konularında mevzuat değişiklikleri tamamlanacak.
2) Enflasyonu 2000 yılının sonunda yüzde 25'e indirmek için istikrar tedbirleri uygulaması sürdürülecek.
Bu çerçevede, kamu finansman açığının kapatılması hedefine dönük olarak 2000 yılı bütçesi "faiz harcamaları dışında" Milli Gelir'in yüzde 3'ü büyüklüğünde (yaklaşık 6 milyar dolar) fazlalık verecek şekilde hazırlanacak ve uygulanacak.
Bütçe içi ve bütçe dışı (Ziraat ve Halk bankaları açıkları gibi açıklar dahil) tüm kamu açıkları bir bütün olarak izlenecek. Haziran ayında bu hedefler belirlendikten sonra iki şey oldu:
(1) Vergi Reformu Kanunu, bir başka "reform kanunu" ile değiştirildi. Kamunun vergi gelirlerine tırpan atıldı.
(2) Deprem oldu. Kamunun harcama yükü arttı.
Şimdi, IMF'ye gidenlerin yapabilecekleri iki şey var:
(1) Haziranda belirlenen hedeflere bağlı kalmak. Bu hedefler doğrultusunda "yeni bir müzakereye kapı açmadan" IMF ile anlaşmak.
(2) Hazirandaki hedefleri bir yana atıp "Deprem oldu... Sıkma bizi abicim..." diyerek çamura yatmak... "2000 yılı sonunda enflasyonu yüzde 25'e çekmede ısrarcı olursak, biz çok sıkıntıya gireriz abicim... Önümüzdeki yıl enflasyon gene yüzde 50 olsun da... 2001'de yüzde 25'e inelim" arayışında tekrar masaya oturmak.
IMF ile müzakereye gidenler, "Haziran ayındaki hedefleri değiştirmeye kalkar, 2000 yılı sonundaki yüzde 25'lik enflasyon hedefini ileriye atmak isterlerse "bu iş yatar"...
IMF ile kısa sürede anlaşma imzalanamaz. Çünkü bu "çamura yatmanın anlamı" otuz yıldır "böyle gelmişi, böyle götürmek", enflasyonu yüzde 50'lerin üzerinde tutarak yüzde 30'lar dolayında reel faizi sürdürmek demektir.
Böyle bir şeyin sonu da "karakolda biter". Karakol, dövizde kısa sürede tıkanıp, mecburen "Para Kurulu"na razı olmaktır. Para Kurulu denilen şey ise, 1 ABD dolarını acı bir devalüasyon yapıp 1 milyon Törkiş Lira'ya çıkardıktan sonra o fiyatta sabitlemek, ekonomiyi bütünüyle öldürmek, Türkiye'yi uzun süre dünya ekonomisinden tecrit ederek, fakirliğe sürüklemek demektir.
Gelelim, haziran ayında IMF ile mutabık kalınan şartlara Türkiye'nin uyup uyamayacağına:
(1) Söz verilen kanun değişiklikleri gerçekleştirildi.
(2) Söz verilen bütçe hedefinin gerçekleştirilmesi için tek engel deprem değil. Depremin yükünü dengeleyecek dış yardımlar geliyor.
2000 yılı sonunda yüzde 25 enflasyon hedefinin önündeki esas engeller şunlardır:
(1) Vergi kanunlarında yapılan değişiklik sonucu vergi gelirleri azaldı. Vergi gelirindeki azalma yeni vergi kanunlarıyla dengelenemez. Tek yol, bir kerelik "olağan dışı vergi" salınmasıdır. Ve de bunun yıl içinde tahsilidir. Bu kolay bir iş değildir.
(2) Kamu harcamalarının kısılması şart. Bunun içini Cumhurbaşkanı'nın Ankara ve İstanbul'daki bina inşaatlarına harcanan paranın kısılması da girer ama, esas sorun, tarım ürünlerine, memurlara, içi hortumlanan bankalara akıtılan paranın kısılmasıdır. Bu da kolay bir iş değildir.
Kolay olmayan işler, IMF ile görüşmeye gidenleri yanlış yola iter ve de onlar "deprem"i bahane ederek; "- Deprem oldu... Sıkma bizi abicim" politikasına sarılıp, haziran ayında belirlenen hedeflerin değiştirilmesini ister ise... İşte o zaman "yandı gülüm keten helva"... Vuslat kalır bir başka bahara... IMF ile anlaşma suya düşer.