Güngör Uras

Güngör Uras

guras@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Yabancı sermaye gelsin, Türk ekonomisi kurtulur diye bekliyoruz ya... İşte geldi. Fruko gazozlarını üreten fabrikayı satın aldı. Bu fabrikada kendi gazozu Pepsi Cola’yı üretecek. Türk sahibine 100 milyon dolar ödedi. Alan memnun, satın (kurtuldum diye) memnun... Şimdi gelelim yabancı sermayenin ‘fazileti’ne... Önce bir açıklama yapayım. Yabancı sermaye üç değişik şekilde gelir:
(1) Sabit sermaye yatırımı (fabrika) yapmak için gelir. Bina yapar, içine makine koyar, üretime başlar. Ülkeler için en önemlisi budur. Çünkü yabancı sermaye sahibi de elini taşın altına koymuştur. Canı sıkılınca çekip gidemez. Uzun süreli kalmayı göze almıştır. Ülkeye teknoloji, yönetim ve pazarlama becerisi de getirir. Ekonomik büyüklüğü korumak zorunda olduğundan devamlı büyür. Örnek: Fransızların Renault otomobil fabrikası. Japonların Toyota’sı.

(2) Yabancı sermaye portföy yatırımı yaparak da gelir. Bir şirketin hisselerinin tamamını veya bir kısmını, doğrudan veya borsadan alır. Borsadan hisse senedi toplayanlar genelde yönetim sorumluluğunu üstlenmeye niyetli olmayanlardır. Doğrudan hisse senedi alanlar, ülkede belli başarıya ulaşmış firmayı bütünü ile ele geçirmek isteyenlerdir.
(3) Dış kredi/döviz kredisi de yabancı sermayedir. Sermaye sahibi yabancı paranın nerede kullanılacağına bakmaz. Önemli olan paranın getirisidir.
Bizim için önemli olan sabit sermaye yatırımıdır. Türkiye’de dünya ölçeğinde, dünya teknolojisi ile dünya maliyetinde üretim yapacak tesisler kurması, istihdam yaratmasıdır.
Bize yabancı sermaye, ya kısa vadeli kredi olarak, ya da portföy yatırımı olarak geliyor. Portföy yatırımında yabancı ile Türklerin ortaklığa girerken arayışları farklıdır: (1) Türklerin arayışı, ‘stratejik ortaklık’ ile yapısında, yabancı sermayenin şirketine yüzde ellinin altında iştiraki suretiyle para koyması, teknoloji sağlaması ve dış pazar bulmada yardımcı olmasıdır. (2) Yabancı sermayenin arayışı, Türk sermayedarı azınlık payı ile şirket içinde tutarak, Türk sermayedarın bürokrasi ile, çevre ile iyi ilişkisini kullanmak, pazarı ele geçirdikten sonra Türk sermayedardan kurtulmaktır.

Küreselleşme yabancı sermayenin bakış açısını da değiştirdi. Çokuluslu boyutunu aşarak uluslar üstü şirket haline gelen yabancı sermaye küresel pazarda (1) Az sayıda doğrudan sabit sermaye yatırımı yapıyor. Sonra da değişik ülke pazarlarını ele geçirebilmek için, her ülkenin iç pazarında kendi konusunda hakim şirketleri satın alıyor. Sonra bu şirketlerin iç pazardaki üretim, dağıtım kanallarını kullanarak iç pazar hakimiyetini elde ediyor.
Deterjancılar Türkiye’ye geldi, en büyük Türk deterjan fabrikasını satın aldı. Pazara hakim oldu. Kendi deterjanlarını pazara sürdü. Sucular (evet evet bizim çeşmeden akan suyu satanlar) geldi. En büyük su firmasını aldı. Kendi markalarını yerleştirdi. Şimdi kendi tatlarını yerleştirmek arayışında. Sütçüler, yoğurtçular geldi... Bizim sütleri, bizim yoğurtları kendi uluslararası tat çizgisine çekerek bize satmaya başladı. Margarin, bisküvi, makarna, şeker konusunda pazar payı büyük Türk firmaları sıra ile yabancı sermayeli kuruluşların eline geçti.
Burada bir ikilem var. Denilecek ki: "Efendim, bu kuruluşlar kötü durumda olduğu için mecburen yabancı sermayeli kuruluşların teklifine evet diyor. Sahipleri bunları satıyor da kurtuluyor. Yabancı sermaye satın almasa bunlar batacak. Çalışanlar işsiz kalacak..."
Bazıları da diyor ki: "Bizim etimiz ne butumuz ne? Biz yabancı sermaye karşısında dayanabilir miyiz? Onlar için 100 milyon dolar, 500 milyon dolar ‘çekirdek parası’... Bizim doğru dürüst ne kadar şirketimiz var ise haraç mezat toplayacaklar..."
Kolay ise çıkınız bakalım işin içinden...