Avrupa ülkeleri, atmosfere yaydıkları karbonu 2030’a kadar yüzde 60 oranında mı azaltacaklar? Yoksa yüzde 55 mi? Yoksa, en temizi hiç mi azaltmayacaklar? 27 Avrupa devlet ve hükümet başkanının iki gün bu konuyu görüşmelerindeki derin beceriyi görebiliyor musunuz? Ayrıca şu da var: Sayın AB liderleri bu konuyu üç yıldır görüşüyorlar! Yani dün hazırlanıp da bugün konuşmaya başlamış değiller. Avrupa Komisyonu’nun raporu ortada, Çin bile katkıda bulunmuş. Ama hanımlar ve beyler her biri yanında en az 20 kişiyle uçaklar, limuzinler, korumalarla geldikleri ve böylece Avrupa’nın karbon salınımına yeni katkılarda bulundukları zirveden karar çıkmadığı gibi, konuyu güzel bir şekilde aralık ayı sonuna ertelediler.
Neden? Çünkü her biri bir diğerini kandırmaya çalışıyor. Her biri fabrikalarına, tesislerine, gemilerine-kamyonlarına ne kadar az ve ne kadar geç yeni filtreler taktırsalar o kadar kârdalar. Başka bir ifadeyle, atmosfere saldıkları karbon gazını azaltmadan devam edecekler. Her bir filtre, maliyeti, ihracat
18 yaşındaki mülteci bir Çeçen genci, peygambere saygı, ifade ve vicdan özgürlüğü, öldürmek ve kelle kesmek, bu vahşeti resimleyip sosyal medyada paylaşacaklara ulaştırmak gibi bir işe nasıl girişir? Büyükbabası ve kardeşleri ile okulun yanı sıra her biri bir işte çalışan ailenin daha çocuk sayılacak bir üyesi, DAEŞ’i nereden bulur; bir insanı öldürecek eğitimi (ve cesareti) ailesi, arkadaşları ve öğretmenleri fark etmeden ne zaman ve kimden edinir? Ve asıl soru: bu soruların cevabı bilinmeden neden Fransa Cumhurbaşkanı sahneye fırlar ve suçu, İslam’a, Müslümanlara atar; kullanılması yanlış “İslami terörizm” terimini yeniden hortlatır?
Bir terör organizasyonu var ki hem batıyla hem doğuyla, kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyor. Fransa, bu oyunun senaryosunu yazan, oyuncuları bulup eğiten, sahneyi, dekorları düzenleyen, sonunda düğmeye basanların, tercih ettikleri bir tiyatro. Macron da son zamanlarda içerdeki sorunlarından kurtulmak için dikkatleri İslam dinine çekmeye, cahilce bir cüretle Kuran’ı
Sabrın, hele diplomatik sabrın sınırı geniş olmalıdır. Atatürk’e başarısının sırrını soruyorlar:
“Durup, durup dinlerim” diyor.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ise durup, durup, durup dinlemesiyle tanınıyor. İlk 2014’te dışişleri bakanı olan Çavuşoğlu, bir süre AK Parti dış ilişkilerden sorumlu genel başkan yardımcısı görevinde bulundu, 2015’ten beri bu görevi sürdürüyor. Sayın Çavuşoğlu’nun meslektaşlarıyla görüşmelerinde, devlet ve hükümet başkanları tarafından kabullerinde, hissiyatını yutup sustuğu, durduğu, durduğu... çok olmuştur. Olmalıdır, çünkü diplomasi budur. Yalan söylemek değil, ama her şey, her doğru, her yerde, her zaman söylenmez ilkesi çerçevesinde bütün milleti ve o milletin menfaati için dışişleri bakanlarının “durup dinleyen” ve “durup konuşan” insanlar olması gerekir.
Fakat!
Şimdi takdir edersiniz ki
bu büyük bir “fakat.”
İsveç Dışişleri Bakanı Ann Linde ülkemizi ziyaret ediyor ve gelip basın bilgilendirme toplantısında
Ben ahlaki saymam ama ortada çoğumuzun benimsediği “Dostumun dostu dostumdur; düşmanımın dostu düşmanımdır” gibi bir söz vardır. Buradan hareketle, mesela sosyal medyada, hatta geleneksel medyada değerlendirmeler yapılır; filanca liderin falanca liderle sıkı-fıkı olması, onu bizim gözümüzde değerli veya değersiz kılar.
Başkan seçilmeden önce başkan gibi davranmaya başlayan Joe Biden, sadece kendi ülkesi için değil, ama tüm insanlık için tehlikeli bir tutum sergiliyor. “Ayasofya tekrar müze yapılmalıdır” buyruğundan söz etmiyorum! Ne kadar yanlış, müdahaleci ve İslam düşmanı olduğunu ifade etmek bile, bu sözleri ve söyleyeni onurlandırmak olur. Bu konuda söylenecek tek şey var: Bu sözler, Trump’ın bir kaza sonucu, mesela Kovid-19’un, ABD başkanı bile olsa insanı üç günde bırakmayacağını kanıtlamaya kalkması gibi bir sebeple seçimi kaybetmesi halinde, sadece Türkiye’nin değil ama bütün İslam aleminin ABD ile sorunu olacağını gösteriyor. Nitekim Biden’ın yardımcı adayı Hint
Bugün Kuzey Kıbrıs’ta olsa idik, plaj çantamızı toplar, Gazimağusa’nın Maraş sahilinde kendimizi altın kumlara ve Akdeniz’in sıcak kollarına bırakırdık. Çünkü bugün Maraş’ın tümü değilse bile sahilleri 46 yıllık esaretten kurtuluyor. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) Başbakanı Ersin Tatar, Cumhurbaşkanı Erdoğan, hafta başında Maraş sahillerinin halka açılacağını bildirmişlerdi. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın son KKTC ziyaretinde Maraş’ı gezmesi ve özellikle sahil kesiminde incelemeler yapması, bu kararın bir işareti olarak değerlendirilmişti. Erdoğan’ın sadece sahilin değil, oradaki turistik tesislerin mülkiyet haklarını gözeten bir plan çerçevesinde bu turistik alanın tümünün açılması gerektiğini söylemesi de Maraş’la ilgili gelişmelerin bununla kalmayacağının bir işareti sayılmalıdır.
Bu meselenin bize bakan tarafı. Bir de işin uluslararası boyutu var ki, önceki hafta ABD’li NeoConların Mekkesi, American Enterprise Institute isimli sözde düşünce kuruluşunda çalışan ve sözde
Ermenistan bilmez mi Azerbaycan’ın 1990’lardan bu güne kendisinden çok daha güçlü hale geldiğini? Bilirse neden, 27 Nisan gece yarısı, Dağlık Karabağ-Azerbaycan Hattı diye bilinen hat boyunda en az dört ayrı yerde Azerbaycan sivil yerleşim yerlerine ateş açar? 1991-98 arasında Cumhurbaşkanı olan Levon Ter- Petrosyan, Karabağ Ermenilerinin “maksimalist” diye nitelediği açgözlülüğünden yakınmış ve hatta Azerbaycan ile anlaşma yollarını arıyor diye suçlanarak, istifaya zorlanmıştı. Ama son saldırı, basit bir “maksimalist” tavır olmasa gerek.
ABD ile AB’nin, Kafkasları “Rusya’nın arka bahçesi olmaktan kurtarma” komplosuyla başlayan hareketler Ter-Potrosyan’ın destekçisi iken düşmanı haline dönen gazeteci Nikol Paşinyan’ın ateşli konuşmaları ile şiddet eylemlerine dönüştü. Bu olaylarda en az 10 kişinin ölümünden Paşinyan’ın sorumlu olduğu yazılıp söylenmişti. Serj Sarkisyan’ın parlamentodan yeterli oyu alamaması üzerine Paşinyan neredeyse tesadüfen başbakan oldu.
P
ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo önce Güney Kıbrıs’ı, ardından Girit’i ziyaret etti. Kıbrıs’ta Rumların lideri Anastasiadis ve GKRY Dışişleri Bakanı Hristodulides ile, Girit’te ise Başbakan Miçotakis ile, ne sosyal, ne fiziki mesafe gözeterek, adeta sarmaş dolaş turistik fotoğraflar çektiren Pompeo, Ekatimerini gazetesine göre “Doğu Akdeniz’de arabuluculuk” yapmak istiyormuş.
Yapamaz. Arabulucunun önce haktan ve haklıdan yana olması gerekir ki hakkı sahibine teslim edebilsin. Buna diplomasi dilinde “honest broker” (dürüst arabulucu) denir. Arabulucunun önce dürüst olması gerekir.
Kıbrıs’ta Rumlara neden 1987’de silah ambargosu konmuştu? O sebeplerden hangisi ortadan kalktı ki şimdi ABD Kıbrıs’ı yeniden barut fıçısı haline getirmek istiyor? Rusların Rumlar üzerindeki etkisinin artmasından korkuyormuş ABD!
Evet! Dünyanın bu kesiminde kimse gazete okuyup, televizyon seyretmiyor! Bu sebeple, Ruslarla Kıbrıs Rumları arasında artan ilişkiler olduğunu hiçbirimiz duymamışız!
Pompeo, şuna açık ve seçik, Trump’ın
"Ege’de kabul edilebilir bir çözüm" ifadesi Yunanistan’ın Yeni Demokrasi Partisi lideri ve başbakanı Kriyakos Miçotakis’e ait. Komşu, bir taraftan Türkiye’yi Ege’de saldırganlıkla suçlarken, bir yandan da Türkiye ile bir ortaklık tesis etme umudunu dile getiriyor.
Kavgada yumruk sayılmazmış! Aynı mantıkla, barışmakta olan hasımlar arasında da anlaşmazlıktan karşı tarafı sorumlu tutan demeçleri de belki ciddiye almamak gerekir.
Başbakanın demecindeki “Ege’de kabul edilebilir bir çözüm” beklentisinde samimi olduğunu varsayarak, bunun ne gibi tavır ve tutum değişikliklerini kabule niyetli olduğunu bütün Türkiye merakla bekliyor.
Yunanistan, Türkiye ile karşılıklı kabul edilebilir bir çözüm keşfetmek amacıyla sürdürdüğü, 2002 yılında başlayan, sonuncusu ve 60’ncısı 1 Mart 2016’da Atina’da yapılan görüşmelere şimdi yeniden dönüyor. Görüşmelerden çekilen esasen Miçotakis değil, ondan önceki, Yunanistan’ı Avrupa’nın fakir ülkesi olmaktan