Hindistan, Bangladeş üzerinden gelen Bangladeşli ve Myanmarlı birkaç bin ekonomik göçmeni cezalandırmak için iki yıldır çareler düşünüyordu. Ama kâğıt üzerinde taşıdığı “İngiliz demokrasinin İngiltere dışında yaşadığı tek ülke” sıfatına leke konduracak olan bir tasarıyı yasalaştıramıyordu. Ancak beş yıldır başbakanlık koltuğunda oturan Narendra Modi, mayıs ayındaki seçimleri kazanınca, artık yerinin sağlamlığına iyice güvenmiş olmalı ki faşist hükümler içeren yeni vatandaşlık yasasını meclisten geçirdi.
Hindistan, bölgenin en gelişmiş ülkesi olduğu cihetle, çok ekonomik amaçlı göç alıyor. Ülkede çeşitli yerlerden gelen Hindular, Parsisler (Pers kökenliler), Sihler, Budistler, Jainler, Hıristiyanlar ile Afganistanlı, Bangladeşli ve Rohingya Müslümanları var. Yeni yasa, bu insanların hepsini, 31 Aralık 2014 tarihinde Hindistan’a gelmiş olmaları şartıyla vatandaş sayıyor ve hepsinin nüfus kaydının yapılmasını öngörüyor. Müslümanlar hariç!
Müslümanlar,
“Ortalama yaşı 30 olan genç bir nüfus. Ülkeleri onlara ne sunuyor? Başlangıç olarak, işsizlik! 2013’te Gezi Parkı protestosundan bu yana Türkiye’nin genç işsizliği sorunu var. Bu 2019 Ağustos’unda en yüksek düzeye ulaştı…”
Bu satırlar Türkiye’nin S-400’lerine sinirlenen bir ABD senatörünün konuşmasından alıntı değildir; ArabNews isimli bir Web sitesinin makalesinden alındı. Site, Saudi Araştırma ve Yayıncılık Şirketi isimli bir Suudi Arabistan firması tarafından işletiliyor. Yayınladığı rakamların mevsimsel düzeltmeleri yayılmamış, yani durumu çarpık gösteren rakamlar olması bir yana, yazıdaki üslubun, Türkiye’yi genç nüfusuna hiçbir gelecek sunmayan bir ülke olarak resmetmesindeki husumetin dikkat çekmemesi imkânsız. Oysa Türkiye’de son 12 ay içinde bir milyondan fazla 30 yaşının altındaki kişiye iş sağlanmış bulunuyor.
Sadece bu makale değil, sitenin herhangi bir gün yer verdiği ona yakın yazıdan en az biri Türkiye hakkında, tamamen hasmane bir tutumla kaleme alınmış
Trump hakkındaki iddiaların zayıflığına bir karine ise, azil soruşturmasında dikkate alınacak iki madde açıklandıktan sonra, bunların Başkan’ın ipini çekmek için yeterli olduğuna karar veren Demokrat Parti grup yöneticilerinin hiçbiri muhabirlerin sorularını yanıtlamadılar.
Siyasal nutuklar atmak kolaydır; hele başkan, başbakan gibi lider konumundaki bir kişiyi suçlarken yapılan ateşli konuşmalar sırasında insan bazen hitabetin önlenemez heyecanına kapılır ki yeri göğü sarsar! Trump gibi tutarlılık konusunda herkesi kuşkuya düşüren bir siyasetçi hakkında muhaliflerinin esip gürlemesi sorun olmasa gerek. Ama “Bu şahsı şu şu şu sebeplerle görevinden azledelim!” diye maddeler kaleme aldığınız zaman, ne yazarsanız yazın, kendi tarafınızda da karşı tarafta da yaratacağınız his, dağın fare doğurması karşısında duyulacak bir histen farklı olmuyor. Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi, Demokrat Parti grup yöneticileri, ilgili iki komisyon başkanından oluşan altı siyasetçi, azil soruşturmasını Trump’ın Ukrayna ile ABD ilişkileri konusunda yetkisini kötüye
ABD ve Avrupa gazetelerine göre, son dört-beş gündür, ortada bir “’Yunan Tehdidi” dolaşıyor. Bu haberlere--aslında “yorumlara” göre demek lazım--Yunanistan, “Türkiye’nin Akdeniz’i yeniden bir Osmanlı Gölü haline çevirmesine kızıyor” imiş.
Yunanistan “Aslansın sen... Sen yaparsın!” dolduruşuna son getirildiğinde, 30 Ağustos 1922’ye kadar Yunan ordusu 11 bin 678 ölü vermişti. Bu rakama 2 bin 500 gönüllü Ermeni de dâhildir! Eylül’e kadar Ege’yi tümüyle yakarak geri çekilen Yunan birliklerinin kayıpları doğru dürüst belgelenmedi. Ama onları İzmir’e getiren ve geri götüren İngiliz-Amerikan gemilerinin kayıtları ciddiye alınacak olursa, bu rakam çok çok daha yüksektir!
Ama kavgada yumruk sayılmazmış. O zamanki Yunan kralının ifadesiyle “Yunanistan’ın yüzölçümü bir yılda iki katına çıkacak!” diye elin âlemin memleketini işgal edersen, biraz kaybın olacak ister istemez. 1821-1830 arasında Yunan tarihlerinde
Benim kuşağımdan kişiler hatırlarlar, “Türkiye’nin şunu yapması zamanı geldi” veya “Türkiye şöyle bir iş için harekete geçmeli” gibi temenniler için Anglosakson dostlarımız ve yerli şubeleri “Pie in the sky” derlerdi. “Olmayacak duaya âmin demek” gibi bir vurguyla “Gökteki pasta!” anlamına.
Haklılardı da. Kıbrıs müdahalesinden sonra yıllarca 60 dolarlık uçak vidasını karaborsadan 600 dolara satın almalar... “70 sente muhtaç olma” halleri... Abdullah Öcalan’ı iade etsin diye Suriye’nin kapısında tankla tüfekle beklerken adamı Kenya’da bulmalar...
Artık öyle değil. Yine de ortada uluslararası hukuk gibi, güçlü ülkelerin şekil verdiği ve sonra da istedikleri gibi eğip büktükleri bir ilişkiler ağı var. Özellikle İngiltere’nin küresel emperyalizmin patronluğunu resmen ABD’ye devrettiği ve nükleer silaha sahip ülkeler kulübü olarak 5’lerin kontrolünde bir BM’nin temelini attıkları 1945’ten sonra, dünyada hak hukuk
1934’e kadar Libya’nın adı Trablusgarp idi. 1911’de, o tarihte güvendiğimiz, dostumuz--o kadar ki Ege Adaları’nı emaneten eline bıraktığımız--İtalya Trablus’u işgal etti ve daha sonra bugünkü sınırlarını çizerek adını eski Yunan zamanındaki ada çevirerek Libya yaptı.
Ömer Seyfettin’in çok okunmayan Primo Türk Çocuğu hikâyesi, bu elim olayın etkisini anlatır.
Aslında bize Osmanlılığın öldüğünü anlatan Trablus’un elimizden gidişidir. Ki bunu Balkan Savaşı (o zamanki adıyla Balkan Faciası) izleyecek; Bulgaristan, Yunanistan, Karadağ, Arnavutluk ve Sırbistan ile 290 bin evladı kaybedecek ve bu gerçek İttihat-Terakki’nin kafasına sonunda dank edecektir.
Yeni Türkiye’nin Libya ile daima sıcak ilişkilerimiz oldu. Bütün darbeci subaylar gibi ülkesini felaketten felakete sürükleyen Albay Muammer Kaddafi, yazdığı “Üçüncü Dünya” kitabı ile eski başbakan Bülent Ecevit’i kendine hayran bırakmış ve iki ülke arasında güçlü ilişkiler kurulmuştu. Ama bu
Haftaya bugün, NATO ile ilişkilerimizin “gidip gitmediği” belli olmuş olacak. (Konuya girmeden önce, “herru ve herro” ile “merru ve merro” arasından neden bunu seçtim derseniz; Kürtçenin bizde yaygın lehçesi olan Kurmancide bu deyim, “Ya herro, ya merro” şeklinde ve “Ya git, ya gitme” anlamına kullanılıyor.)
Diplomaside, hele çok taraflı örgütlenmelerde, gelip gitme böyle kesin hatlarıyla belli olmaz. Mesela İngiltere, Brexit fikri 2007’de ortaya atıldığı ve ilk karar 2016’da alındığı halde AB’den çıkamıyor. Hatta ayrılık tarihi gelecek ocağa kadar uzatıldı.
Türkiye (benim savunduğum teze göre, ama ayrıntılara girmeyelim) NATO’ya kandırılarak sokulmuştur ve birçok Atlantikçiye göre, ağlasa da bağırsa da birlikten asla çıkartılmayacaktır. Birçok komplo teorisine göre, NATO Türkiye’yi birlikte tutmak için ülkede önce 1960, sonra 1997 darbelerini yaptı. (1970 ve 80 için başka sebepler ileri sürülür.) Özetle, ayın 3’ünde ve
ABD’de doğmuş, ama genç yaşta anası-babası ile Suriye’ye dönmüş Steven Sahiounie isimli genç bir yazarın Suriye iç savaşı üzerine yazdıkları, dünyada olup biten “huzursuzluk,” “direniş” veya “halk hareketi” adlarıyla özetlenen kalkışma girişimlerine ışık tutuyor. Sahiounie “’Günümüzde yeteri kadar eleman, para ve silah soktuğunuz her ülkede protesto, direniş veya kalkışma düzenleyebilirsiniz” diyor.
Tabii bunun şartları var: O ülkedeki harekete temel eleman gücünü sağlayacak bir nüfus kesimi bulmanız gerekiyor. Sizin paralı direniş elemanlarınızın önünde, onları perdeleyecek bir yerel öncü kadro olması şart. Soktuğunuz kişilerin eli yüzü veya aksanı farklı olabilir. Ancak bunu öncü kadro önde durarak örtebilir. Ama yerel eleman temininde zorluk olan yerlerde, yabancıları maske ile örtmelisiniz. Dahası, ülkenizin mahkemeleri de maskeli gösteriyi yasa dışı ilan eden hükumet kararlarını iptal ederek direnişe katkıda bulunmalıdır.
Direnişin kısa zamanda