05.10.1998 - 00:00 | Son Güncellenme:
Şükrü Elekdağ
SON haftalarda bu sütunda yayımlanan Suriye, Güneydoğu sorunu ve Kuzey Irak'la ilgili gelişmeler hakkındaki yazılarıma nazik ifadelerle ilgi gösteren ve görüşlerini benimle mektup, telefon ve faksla paylaşan okurlarıma candan teşekkür ederim. Aralarından bazıları, yanıtlamam ricasıyla, bana sorular yönelttiler. Şu üç noktada odaklaşan soruları yanıtlamaya çalışacağım:
* Türkiye'nin, Suriye'ye karşı caydırıcı bir stratejisi olmadığını söylüyorsunuz. Bu strateji nasıl olmalı ve hangi önlemleri öngörmeli? Suriye'ye baskı savaşa yol açmaz mı?
* Türkiye 15 yıldır Suriye'ye karşı ulusal çıkarlarını korumakta neden aciz kaldı? Neden bugüne kadar bekledi? Bunun sorumlusu, Milli Güvenlik Kurulu (MGK) değilse, kim?
* Güneydoğu'da bir bölgesel ekonomik ve sosyal kalkınma planının uygulanması için gereken kaynakların salınacak özel vergi ile karşılanmasını öneriyorsunuz. Siyasi liderler, hangi gerçeklerle halktan böyle bir özveriyi isteyebilirler?
NASIL BİR STRATEJİ? Türkiye'nin bugüne kadar Suriye'ye karşı caydırıcı bir ulusal stratejisi veya "politik - askeri konsepti" olmamıştır. Oysa, Türkiye'nin, Ege'de Yunanistan gibi belalı bir komşuya karşı ulusal çıkarlarını koruyabilmesinin nedeni, etkili bir "politik - askeri konsepte" sahip olmasına dayanıyor. Bu bakımdan, Ege'deki duruma bir göz atmamız, Suriye'ye karşı neler yapılması gerektiği hakkında fikir verebilir.
Türkiye'ye, Ege'deki çıkarlarını savunma imkanını veren konseptin üç temel unsuru vardır: Bunlardan birincisi, Ege'de savunulacak hak ve çıkarlar konusunda, net ve ulusa malolmuş bir siyasi iradenin mevcudiyetidir. Nitekim, 1976'da Türkiye, Ege'deki yaşamsal çıkarlarına Yunanistan tarafından zarar verilmesi halinde, bunun savaş nedeni olacağını açıklamış ve TBMM bu kararı iki kez oybirliğiyle kabul etmiştir. İkinci unsur, bu hak ve çıkarların gereğinde kuvvet kullanılarak nasıl savunulacağını saptayan askeri stratejinin oluşturulmuş olmasıdır. Üçüncüsü, Türkiye'nin bu stratejinin uygulanmasını sağlayacak imkan ve kabiliyete sahip askeri kuvveti ve savaş düzenini bölgede hazır bulundurmasıdır.
Bu üç ayaklı konseptin her ayağının hiç kuşkuya mahal vermeyecek şekilde mevcudiyeti ve inandırıcılığı nedeniyle Atina, Ege'ye yönelik yayılmacı planlarını uyguladığı takdirde, bu hareketinin kendine ödeteceği ağır bedelin bilincindedir.
Bu bakımdan, Ankara'nın yapması gereken, böyle bir "politik - askeri konsepti" Şam'a karşı uygulamaya koyması ve PKK kartını elinden almak amacıyla Suriye'nin çıkarlarını hedef alan karşı önlemlere başvurarak gereğinde bunları tırmandırmasıdır.
Türkiye'nin, Suriye'nin teröre destek vermesinin kendisine pahalıya malolacağını anlamasını sağlayacak bir strateji uyarınca bu ülkeye karşı başvuracağı önlemlerin savaşa yol açabileceği yolundaki kaygılara gelince, ben, yukarda sözünü ettiğim "politik - askeri konseptin" tüm unsurlarıyla bölgede uygulanmasına geçilmesinin yaratacağı caydırıcılık nedeniyle böyle bir olasılığın asgariye ineceği kanısındayım. Üstelik, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kıvrıkoğlu'nun da belirttiği üzere, "Suriye, ile Türkiye arasındaki durum ilan edilmemiş bir savaş halidir". Her halükarda, Türkiye'nin, yaşamsal çıkarlarını ve toprak bütünlüğünü hedef alan bir tehdidi bertaraf etmek için, barışçı yollar tümüyle tüketilmişse, hesaplı bir çatışma riskinin göze alınması yapılması gerekenin asgarisidir.
Diğer taraftan Suriye, Türkiye ile sıcak bir çatışmayı, bugünün koşullarında, göze alamaz. Zira, stratejik dengeler açısından üstün olan Türkiye ile bir savaşta kuvvetlerini yitirdiği takdirde can düşmanı İsrail'e karşı tamamen korumasız kalacağını bilir. Vurucu İsrail kuvvetlerinin konuşlandığı Golan Tepeleri, Şam'dan sadece 60 km. uzakta. Yani, İsrail'in nefesi sürekli Şam'ın ensesinde...
TÜRKİYE 15 YIL NEDEN HAREKETSİZ KALDI? Soğuk savaş yıllarında, Suriye, eski Sovyetler Birliği'nin yakın müttefikiydi ve o dönemde Batı ve Doğu kamplarında yer alan ülkeler arasındaki sürtüşme ve çatışmaların tırmanarak NATO ve Varşova ittifaklarını karşı karşıya getirmesi tehlikesi vardı. Bu durum, yerel sorunların birçok ahvalde büyütülmemesine veya dondurulmasına yol açıyordu. 1990'da Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra Suriye, Moskova'nın hem askeri teçhizat yardımından, hem de siyasi desteğinden mahrum kaldı. Ancak, Türkiye, PKK kartını Şam'ın elinden almak için değişen koşullardan yararlanamadı...
Türkiye'deki iktidarlar, Güneydoğu'daki örtülü savaşın arkasında Suriye'nin bulunduğunu görmezlikten ve bilmezlikten geldiler. Güneydoğu meselesinin uluslararası bir sorun olmanın eşiğine gelmesi ve PKK'nın ulusal kurtuluş savaşı veren siyasi bir örgüt olarak tanınması olasılığının giderek artması, büyük ölçüde bu ihmal ve vurdumduymazlıktan kaynaklanmıştır. Sorunun MGK'da ele alınması sırasında asker ve sivillerin hangi farklı tutumları benimsediğini bilmiyoruz. Ancak, nihai sorumluluğunun siyasi iktidarlara ait olduğu da su götürmez bir gerçek...
ÖZEL VERGİ: Güneydoğu'da kapsamlı bir sosyo - ekonomik kalkınma planının uygulanması için gerekli kaynakların salınacak özel bir vergi ile sağlanmasını önermemin nedeni, değişik iktidarlar tarafından bugüne kadar yapılan vaatlerle açılan paketlerin gerçekleştirilememiş olmasıdır. Halk devlete olan güvenini yitirmiştir. Bu bakımdan kalkınma planının sağlam kaynaklarla finansmanı, gerek etkin şekilde uygulanması ve sürekliliği, gerekse halkın güven ve umudunun yeşermesi için zorunludur.
Güneydoğu'nun Türkiye'ye 14 yılda çıkardığı maliyetin 86 milyar dolar olduğu yolunda Devlet Bakanı Salih Yıldırım tarafından bir açıklama yapılmıştı. Yaptığım araştırma, söz konusu meblağın sadece askeri masrafları kapsadığını ortaya koydu. Bu örtülü savaşın yol açtığı can ve mal kaybının yanında, ülkenin ekonomisine, sosyal yapısına, kamu düzen ve huzuruna, ahlaki değerlerine, demokrasisine, dış ilişkilerine ve dünyadaki imajına verdiği zararlar hesaplanırsa, 86 milyarı belki de beş - altı ile çarpmak gerekecek. Güneydoğu sorunu nedeniyle Türkiye'nin taşıdığı yükün ağırlığı akla durgunluk veriyor. Bu bakımdan, kalkınma planı için gerekli kaynakların salınacak munzam bir vergiyle karşılanmasının ekonomimize çıkaracağı maliyet, getirilerinin yanında marjinal kalacaktır. Bu vergiye, Güneydoğu'yu ülkemize net gelir sağlar duruma getirecek bir yatırım olarak bakılması isabetli olur.
Yazara E-Posta: S.Elekdag@milliyet.com.tr