Levent Köprülü

Levent Köprülü

-

Tüm Yazıları

Bir “sürücüsüz otomobil” lafıdır edilip duruyor. Peki Türk sürücüsü buna hazır mı? Böyle bir teknoloji gelirse sürücüler ne gibi tepkiler verir? Az çok fikrim var

“Kendi kendine gidebilen” derken...

Google’ın sürücüsüz gidebilen otomobili

Direksiyon başında “en çekilmez adam” olduğumun farkındayım. Yurt dışında navigasyon aletiyle kavga ettiğim de doğrudur. Onun sürekli olarak İngilizce “Lütfen mümkünse U dönüşü yapınız” demelerinden usanıp defalarca “Sana mı sorucam” diye bağırdığımı hatırlıyorum.

“Doğru kullansana şunu!”
Navigasyona “Kess sesiniii!” diyen, yolcu koltuğunda oturan kişiyle bir şey konuşurken “Pardın” (Pardon oluyor) diye araya girip kendisine laf ettiğimi sanan “sesli komut sistemi”ni kapatacak yer arayan, olur olmaz yerde “Arkadan gelen var bak!” uyarısında bulunmak için “biplemenin 50 tonu”nu kullanan donanımı duymazdan gelen ben, yarın öbür gün “kendi kendine gidebilen otomobil”
seri üretime geçtiğinde ne yapacağım? Benim gibi düşünenlerin hali ne olacak?
Bir kere bu teknolojiden pek kaçış yok gibi. Yani en azından üreticiler öyle diyor. Volvo, Nissan, Mercedes, General Motors “5-10 yıla kadar tamam!” derken, Audi biraz daha erken davranmak ister gibi görünüyor. Bosch bu teknolojiyi hazırladı bile. Google ise tamamen sürücüsüz gidebilen “deniz kabuğu” kılıklı hap otomobille erkenci davranırsa şaşmam.
Türkiye’de bu otolar için yasa çıkar mı, ne zaman piyasaya çıkar bilemem. Ama çıktığında sürücüler nasıl tepki verir,
az çok fikrim var. Kendim de dahil buna...
Mesela “teknocan” bazı sürücülerin, hemen bu teknolojiyi benimseyip nimetlerini sonuna kadar kullanacağını düşünüyorum. Aracı “otomatik”e alıp maillerini kontrol edip gazete ya da az sonra yapacağı sunumu gözden geçirebilirler. Kimileri de bunu bir “hava” atma fırsatı olarak değerlendirip kız arkadaşına “Bak canım, parmağımı bile sürmüyorum, o sürüyor!” diyebilir. Genelde bu, otomobilde heyecan yapan kadınların çığlık atıp “Doğru kullansana şunu!” diye bağırmasını gerektirir ki sonu tartışmayla bitebilir. Eh kullanan arkadaş, dönüp rahatça tartışmaya katılabilir. Ne de olsa otomobilin kendisi direksiyonda!
Bununla birlikte otomobil kullanmaya soğuk duran ya da “uzak tutulan” kadınların da bu sistemde sürücü koltuğuna daha sıcak bakacağı da düşünülebilir.
Hele de sistem, tamamen kendi başına “sürücüsüz” gidebilen cinstense.
Adresi ver, o gitsin işte.

“Biz neyiz burada ya?”
Bunun tam tersi olarak, söz konusu sistemi tamamen reddedenler de çıkabilir. Belki ben de bu gruba girebilirim, şimdiden bir şey söylemiyorum.
Bu tip sürücülerin doğrudan düşüncesi, “r”lerin üzerine basaraktan “Karrrrdeşim, otomobil kendi kendine gidecekse, biz neyiz burada ya?” olabilir. “Ben otomobili valeye bile vermiyorum, küçücük elektronik beyine mi teslim edicem!”, bu düşüncenin biraz daha ilerlemiş halidir. Bence firmaların, bu sınıfa giren sürücülerle “inatlaşmaması” menfaatleri icabıdır, önemle duyurulur...
Aklıma bir de üçüncü, yani “orta yolcu” sürücü tepkisi geliyor elbette. Sistem devredeyken beğenmediğinde ikide bir “devreden çıkartan” sürücüler. Yolda giderken önüne kıran araca sinirlendiği için “arkasından yetişip bağırması” gerektiğinde veya “O yaradanını sevdiğimin mikroçipi
şimdi bunu akıl edemez!” dediğinde düğmeyi “Off” konumuna getirmesi muhtemel sürücülerden bahsediyorum.
Ben ne kadar “aklıma gelenleri” söylesem de elbette son tahlilde,
bu tip otomobillerin önce seri üretime geçmesi, Türkiye’de bunlara uygun yasalar çıkartılması, ardından da makul fiyatla satışa sunulması gerekiyor. Ama en azından bu “teknolojinin nefesini” ensemizde hissettiğimiz bir dönemdeyiz, bunu da bilin.

Haberin Devamı

HAFTANIN GÜZELİ

Haberin Devamı

“Kendi kendine gidebilen” derken...

Haberin Devamı

Caretta’dan hallice!

Bir kaplumbağadan daha hızlı gidiyor olabilir ama tip olarak bir Caretta Caretta’ya benzediği kesin. “Neresi benziyor?” derseniz, “Ayy gözleriii!” ya da “Kabuğunu da andırıyoo!” diye zırvalayabilirim. Ama zaten fotoğraf her şeyi anlatıyor sanki. Kendisi aslen “elit” ve “sınırlı üretim” süper otomobil olmak amacıyla dünyaya getirilip yaratıcısının bir trafik kazasında hayata gözlerini yumması nedeniyle “öksüz” ve “evrende tek başına” kalıveren bir otomobil. Adı “Phantom Corsair”miş. Havalı yani! 1938’de prototip olarak yapılmış, iki kapılı ve
6 kişilik. Kapı kolu yok, ama kapılar, düğmeye basınca elektrikli mekanizmayla açılıyor. Gösterge panelinde “radyo açık” ya da “kapı tam kapanmadı” gibi uyarılar veren lambaları bile var. 185 km/s hız yapabiliyormuş ve üretilse bugünün parasıyla 500 bin dolara yakın fiyata sahip olacakmış. Ancak o şimdi müzede!