Levent Köprülü

Levent Köprülü

-

Tüm Yazıları

Haydi düşünün biraz, mutlaka onun sevdiğiniz özelliği ya da gözünüze güzel görünen bir ayrıntısı vardır elbet. Otomobilinizin tabii.. Kokusu, farlarının duruşu, sıkça kullandığınız pratik bir detayı... Belki de göstergesi!

Senin neyini seveyim ki

Eskiden bir kokusu vardı otomobillerin. Öyle şimdiki gibi tekdüze plastik kokusundan bahsetmiyorum. Rahmetli Uğur Amca’nın 1965 Volkswagen’ine bindiğimde ya çiğ benzin kokusu gelirdi hafiften ya da inceden bir yanık kokusu. Motor ısındığı zaman özellikle.

Kumandalı direksiyon
Serdar Abi’nin Murat 124’ünün kapısını kapatmak pek kolay değildi. Uzun yıllar taksiciler de bundan yakınmıştı. Hızlı çarpmak gerekirdi. Murat 131’ler çıktığında kaloriferine hasta olmuştum. Bu kadar kuvvetli bir kalorifer yoktu sanki o dönemde başka markalarda. Düz kaputu ise insana Amerikan otomobillerini hatırlatırdı. Öyle uzun görünürdü ki gözüme.
Bizim “süt oğlan” Anadol ise bir başkaydı. Onun yumuşak geçişli vitesleri, tek parça koltuğu ve vinleks koltuklarından yükselen koku her kullanışımda beni benden alırdı.
Hiç unutmuyorum... Benim emektarı ilk satın aldığımda neredeyse tüm gün kullanmıştım... Onu satın almamın en büyük nedenlerinden biriydi süspansiyonları. Özel bir sistemi vardı ve müthiş keyifliydi.
Geçtiğimiz günlerde bir otomobil üreticisinin, yeni sistemleri için yaptırdığı “klinik araştırma”nın videolarını seyrettim. Klinik deyince, öyle kobay fareler, beyaz önlüklü doktorlar filan düşünmeyin. İşin adı bu! Sıradan otomobil sürücülerini seçip onların araçlarında en çok kullandıkları ve beğendikleri özellikleri belirlemeye çalışmışlar. Bunun için de her bir katılımcının yanına bir kişi oturtmuşlar. İzlesin, soru sorsun, not tutsun diye.
Çinli bir sürücü, araca biner binmez en sevdiği şeyin, kullandığı Cadillac’ın navigasyon ekranını açmak olduğunu söyledi mesela. Kullandığı için değil, görüntüsünü sevdiği için. Bir Alman kadın sürücü ise beni gerçekten çok şaşırttı. Zira orta yaşın üstündeki hanımefendi, Lexus’unun “elektrik kumandalı” direksiyon ayarıyla resmen oyun oynuyordu. En az üç kez yukarı-aşağı, ileri-geri hareket ettirdi. “Ben bunu çok seviyorum işte!” deyip durdu. İçimden “Alt tarafı direksiyon be abla!” dediğimi hatırlıyorum.

Dokunmatik torpido
Otomobil sahiplerinin, satın aldıkları araçta sevdikleri bir ya da birkaç unsur vardır. Farlarının “bakışı”, iç mekandaki pratik bir eşya gözü ya da koltuğun sunduğu bir konfor detayı, motor sesi gibi. Yoksa insanlar onlarca marka, yüzlerce model seçeneği arasından nasıl seçim yapardı ki? Değil mi?
Ama üreticiler de arada bir ufak “cinlik”ler yapmıyor değil tabii! Mesela öyle ayrıntılar koyabiliyorlar ki bu kez kullanıcı, o otomobili sırf bu yüzden de satın almak için can atıyor. Ne de olsa insanız ve kullandığımız otomobille de farklılık yaşamayı, hatta, hava atmayı severiz.
Bugatti Veyron pek bilinmeyen bir özelliğe sahip mesela. Saatte 400 km/s hıza ulaşabilen Veyron’da, bu hıza çıkılmaması için ikinci bir anahtar mevcut. Tıpkı kontak anahtarına benziyor üstelik. Markanın modelleriyle pek “yakın” alakam olmasa da Jaguar’ın bazı modellerinde torpido gözünün “dokunmatik düğme”yle açıldığını okumuştum. Audi’nin yine bazı modellerinde sunduğu Bang&Olufsen müzik sisteminin ön cama yakın hoparlörlerinin, sistem açıldığında yuvasından otomatik olarak çıktığını, Ford Mustang ve Citroen C4’ün gösterge ışığı renklerinin değiştirme seçeneği olduğunu da söyleyebilirim.
Şimdi bu yazıyı bitirdikten sonra, otomobilinize ilk bindiğinizde söylediklerimi hatırlayın ve aracınıza
bir kez daha şöyle bir alıcı gözüyle bakın derim. Şayet sevdiğiniz bir detayı yoksa bile, belki düşünüp keşfedebilirsiniz.

Haberin Devamı

HAFTANIN GÜZELİ

Haberin Devamı

Senin neyini seveyim ki

Haberin Devamı

Çok arada kaldım ya!

Fotoğrafı görünce içimden “hızlı trenin atası” demek geldi. Diğer yandan “tren-ey-büs” gibi saçma bir laf uydurasım var! İkisi de birbirinden beter. Asya ülkelerinden birinde buna benzer aletler varmış. Bu bir hayli de nostaljik görünüyor. Acaba içindeki koltuklar yatıyor mu, yoksa birer “tahta bank” filan mı koymuşlar? Ne bileyim, hâlâ “iki saçma espriden hangisini kullansam” derdindeyim. Çok arada kaldım ya!