Rus uçağını vurup düşürmüşüz, adeta dünya süper gücüyüz, o sırada şehre karşı işlenen suçlar kimin umurunda?
Dertler büyüdükçe küçük sorunlar kadrajımızdan çıkıyor.
Bir aydınlanma bir ferahlık...
Tek ve büyük bir derde odaklanan bünyede geri kalan her şey önemsiz, ikinci sırada, geri planda...
İhtiyaç piramidinin ne kadar aşağılarına inersen, hayat da o kadar basit.
Üçüncü dünya savaşı çıksa bakın görün nasıl özgürleşiyoruz dertlerimizden, en ufak bir sorun kalıyor mu hayatımızda...
“Akşam ne yiyeceğiz, nerede uyuyacağız” dışındaki her şey birinci dünya problemi, fasa fiso, elit-entel endişesi, beyaz Türk bilmem nesi...
İşte bunlardan bir tanesi...
80’lerin başında rock öldü. 90’ların başında hiphop... 2000’lerin başında punk ve grunge... 2010’lara doğru da elektronik müzik... Peki geriye ne kaldı?
En sevdiğim dizi (tabii ki “The Wire’dan sonra) “The Sopranos”.
Ara ara oturup rastgele bir bölüm seçer ve izlerim. Kötü çıkma ihtimali olan bir yeni filme oturmaktansa bunu yapmayı tercih ederim ve tavsiye de ederim. Çünkü boş çıkmaz. Zamanınızı çöpe atmamış olursunuz.
“Baba” filmi nasıl sinema sanatında Amerikan-İtalyan organize suç dünyasının görsel ve sanatsal şablonunu belirlediyse, “The Sopranos” da gerçek hayatta bu işlerin nasıl olduğuna dair yeni bir kapı açmıştı.
“Baba” filmi hikayesini 1990’lara kadar getiriyordu. 1999’da ilk sezonu yayınlanan ve altı sezon devam eden “The Sopranos” 2000’lerin değerlerini ve düşünce tarzını, 2000’lerin estetik dili ve değerleriyle anlatıyor. New Jersey mafyasına odaklansa da neticede insanı anlatıyor, evrensel ve gerçek.
Galiba her zaman olduğu gibi popüler müzik endüstrisi kadınların ve genç kızların etrafında dönüyor
Bugünlerde müzik dünyasını ticari anlamda hareketlendiren iki sanatçı var: Adele ve Justin Bieber. Albümleri aynı dönemde piyasaya çıktı ve hemen listelere girdi. Adele’in “25” isimli albümü Britanya’da ilk üç günde 600 binlik bir satışa ulaştı. ABD’ye yollanan 3.6 milyon CD’nin 2.3 milyonu iki günde bitti. İnsanlar kıtlık çıkacakmış gibi mağazalara koşup Adele albümü satın aldılar.
Elbette Adele’in albümünü stream platformlarına henüz vermemiş olması satışlarda etkili olan bir faktör. Ticari anlamda güçlü olan sanatçılar belki de bunu bir tür geleneğe çevirmeli.
Justin Bieber listelerde büyük. “Purpose” isimli yeni albümünün satışları ise Adele’in az ardında. Ancak Bieber’ın liste başarısı bu albümden en yeni single olan “Sorry” ile Beatles’ı bile solladı. Billboard’un haberine göre Bieber Hot 100 listesinde aynı anda en fazla hit şarkısı
(17 tane) bulunan isim.
Bataclan’ın hedef seçilmesinin nedeni, mekâna girişin kolaylığı deniyor. Öyle dolambaçlı koridorlu bir yer değil Bataclan. Kapıdan girip iki adım atınca büyük salonun içindesin.
Girişte pek arama, kontrol yok, kapıda güvenlik ordusu yok. Bileti göster geç.
Konser başladıktan yaklaşık 35 dakika sonra grup “Kiss The Devil”i çalıyor. “Şeytanı Öp”. Tam o anda silah sesleri duyuluyor. Bu bir tesadüf mü, yoksa planlı mı? Bilinmiyor. Ama zaten önemi de yok.
Patlama sesleri her yanı sarıyor. Salonda 1500 kişi var, sahnede bir rock grubu çalmakta. Gürültülerin silah sesi olduğunun anlaşılması bu yüzden normalden uzun sürüyor. Etrafa rastgele ateş eden silahların namlusundan çıkan alevler flaş gibi patlamaya başlıyor. Her flaş kaçışan bağıran insanların
görüntülerini aydınlatıyor.
Her flaşta bir anlık dehşet tablosu donup kalıyor. Patlayan her silahın ateşinin ışığıyla dehşet tablosu plan plan hareket ediyor. İnsanlar artık bir saldırı olduğunu anlamıştır. Kalabalığın bir bölümü
yere yatıyor.
Bir diğer grup yakınında olduğu kapılara hücum ediyor. Ezilenler düşenler var ama dışarı çıkmayı başaranlar da var. Sahne boşalmış, grup sahne arkasına kaçmış, salonda kalanlar yerd
Paris’te 13 Kasım’da yapılan saldırı konser mekanlarının güvenliğini gündeme getirdi. Müzik sektörü tek para kaynağı olan turnelerin ve konserlerin hedef haline gelmesinden endişeli...
Nick Alexander 36 yaşındaydı. Sum 41, Panic! At The Disco, The Black Keys ve Eagles of Death Metal gruplarının resmi ürünlerlerinin satışından sorumluydu. Hani konserlerin girişinde CD, tişört gibi şeyler satarlar ya. Onları satıyordu.
Guillaume B. Decherf. Yaşı 43. Les Inrockuptibles dergisinde müzik gazetecisiydi. Konseri izlemeye gitmişti. Yazısı için...
Thomas Ayad 34 yaşındaydı. Mercury Records Fransa’da uluslararası ürün müdürüydü.
Manu Perez, Universal Music Fransa’da marketing sorumlusuydu.
Marie Mosser 24 yaşında. Mercury Records Fransa’da dijital pazarlama çalışanı.
13 Kasım’da Le Bataclan’da katledilen 80 kişi gibi Eagles of Death Metal konserini izliyorlardı. Herhalde müzik sektöründe çalışan bu insanlar o sırada işlerini yaparken akıllarının ucundan geçmezdi IŞİD’in içeri silahlar, bombalar ve kılıçlarla dalacağı.
Başak Günak ya da müzik dünyasında tanındığı adıyla Ah! Kosmos’un ilk albümü “Bastards” en iyi yüksek volümde dile geliyor
Geçtiğimiz mayısta “Denovali Records etiketiyle yayımlanan ‘Bastards’ı rahat bir zamanda yayıla yayıla dinlemek için not edin bir kenara” diye yazmıştım. O zamandan bu zamana albümü yayıla yayıla dinlemekle kalmadım, CD versiyonunu da masamda buldum geçenlerde (umarım plak olarak da basılır).
Başak Günak, müzik âlemindeki ismiyle Ah! Kosmos, hayalindeki ortamı deniz manzaralı bir stüdyo, iki synthesizer ve kahve kokusu olarak tanımlayan biri ve bu onun hakkında çok şey söylüyor.
Ah! Kosmos’un müziği Başak Günak’ın imgeleminde çıkılan bir yolculuk gibi. Yolun taşları ise elektronik sesler, hipnotik loop’lar, ayinsel ritim vuruşları, dipten ve derinden gelip vücudu kavrayan baslar ve kimi zaman anlamını müziği dinleyerek keşfetmeniz gereken muhtelif sayıklamalardan ibaret...
Sağa sola savrularak ilerlenen bu yolda kaybolmamak için sesi biraz açmak ya da iyi bir kulaklığa teslim olmak şart. “Bastards” en iyi yüksek volümde dile geliyor çünkü parçalara gömülü detayları duymanın ve bu sound’un mesajını almanın daha iyi bir yolu yok. Tabii sanatçıyı
Paris’te bomba patlıyor. Fransa ayağa kalkıyor. Avrupa ayağa kalkıyor. Amerika ayağa kalkıyor. Kanada ayağa kalkıyor.
Paris’te bomba patlıyor. Fransa bir araya geliyor. Kol kola giriyor. Dayanışma başlıyor. Bütün Avrupa yan yana duruyor. Kınıyor. Yas tutuyor. Acıyı paylaşıyor.
Paris’te bomba patlıyor. Almanya hemen Fransız halkının yanındayız, ne gerekirse yapmaya hazırız diye ilk ağızdan mesaj veriyor. Daha 50 yıl önce İngilizlerle bir olup memleketimizi dümdüz ettiniz, mağdur olduk diye kin tutmuyor.
Paris’te bomba patlıyor. Başkan anında televizyona çıkıyor. Halkına hitap ediyor. Fransa’yı Fransa yapan değerlerden asla vazgeçmeyeceklerini söylüyor. Halkını ayırım yapmadan kucaklıyor.
Paris’te bomba patlıyor. Hiçbir Fransız “Ama onların da o saatte orada ne işi varmış” demiyor.
Paris’te bomba patlıyor. Twitter’da hiçbir Fransız, ölen vatandaşları için iyi ki öldüler, gebersinler, zaten onlar kâfirdi, gâvurdu, haindi, ahlaksızdı, ateistti, komünistti demiyor.
Paris’te bomba patlıyor. Bütün ülke kenetleniyor. Tek ses, tek mesaj veriyor. Biz, inandığımız değerler olan özgürlük, eşitlik ve kardeşlikten vazgeçmeyiz diyor.
***
2010’da kurulan Gülbaba Music, “Sounds of İstanbul” sloganıyla yerli sanatçıların dünyaya açılan kapısı olmak istiyor; başarıyor da...
Ahmetcan Özdemir ve ortağı Serhan Lokman iki genç organizatör. 2010’da kurdukları Gülbaba Music adlı şirketin çatısı altında konserler ve festivaller düzenliyor, menajerlik yapıyorlar.
Özdemir, Pozitif’te yetişmiş, “eğitimini” orada almış birisi. Ayrıldığında elinde sadece Baba Zula vardı. Şu anda ortağı İKSV kökenli Serhan Lokman ile Baba Zula’ya ilave olarak Selda Bağcan & Boom Pam, Manu Chao, Burhan Öçal & Trakya All Stars, Shantel & Bucovina Club Orkestar, Brooklyn Funk Essentials, Kolektif İstanbul, Kerem Görsev Trio & Ernie Watts, Dhafer Youssef & Hüsnü Şenlendirici, Ayşe Tütüncü, Oğuz Büyükberber, Büyük Ev Ablukada, Umut Adan gibi isimlerin yer aldığı geniş bir yelpazede yerli ve yabancı pek çok sanatçının konserlerini organize ediyorlar.
“Dünyada Türk müziğine karşı ilgi artacak”
Bunların yanında yeni ve orijinal isimler keşfetmekle ilgileniyorlar. Şu ana kadar 41 ülkede konser düzenlediler. Finlandiya’da Flow Fest, Fransa’da Festival Les Escales, Hollanda’da Le Guess Who Festival sahnelerinde yer aldılar.