“Göbeğini kaşıyan adamlar geldi, eskiden Taksim ne güzeldi” falan demeye çalışmıyorum. Oradan vurmaya hazırlananlar sopaları bir indirsin. Derdim başka...
Yeni Taksim Meydanı’nda araç ve ağaç yok beton var. Saatlerce betonda bir aşağı biryukarı yürüyüp etraftaki sevimsizliğin tadını çıkarabilirsiniz. Öneri: Adı da Ak Meydan olsun.
Taksim’i çoktan kaybettik. Çünkü Taksim kaybedilen ve kazanılan bir yer. Tarihte de böyle olmuş. Bazen nezih eğlencenin merkezi olmuş, bazen rezilliğin ve sefaletin. Bazen
pavyonlar, batakhaneler ele geçirmiş, bazen 30 TL’ye kaşarlı tost satan “seviyeli” kafeler, bazen rock’çıların ve bu kültürün mekanı olmuş, bazen kapitalist zincirlerin istilasına uğramış, çevresiyle birlikte dev bir alışveriş merkezi haline gelmiş.
Taksim hep değişiyor, hep farklılaşıyor ve hafızasını her seferinde başa sarıyor. Her 10 yılda bir önceki 10 yılda yaşananlar çöpe gidiyor, unutuluyor, izler siliniyor, kaldırımların kırılıp habire yeniden yapılması gibi Taksim de hep baştan aşağı “yenileniyor”.
Taksim meydanına ne yapılacağı konuşuluyor. Siyasetçiler oradaki dev parayı ve rantı gördükleri için rahat duramıyorlar. Muhakkak bir şeyler yapmak, bir dokunmak,
Masamın üzeri yine dağınık. Neden sürekli masanın üzerinden bahsediyorum? Çünkü masaüstündeki albümlere bakınca sektörde neler oluyor az çok fikir sahibi olabiliyorum. Bakın bu aralar neler oluyor
“Yatağın Soğuk Tarafı” / Kolpa
Takım elbiseler giymiş, üzgün ve kirli sakallı genç rock’çılarla ilk karşılaşmamız değil. Son birkaç yıldır bu imaj iyi iş yapıyor. Hüzünlü bir terk edilme şarkısı yapıp içine aklınıza ilk gelen ayrılık ve aşk laflarını koyuyor, ardından ağlarcasına yağmurların yağdığı bir klip çekiyor ve adamın kahrolmasını en ince detayına kadar veriyorsunuz (tamam biraz abarttım).
Kolpa’nın albümü adından da anlaşılacağı üzere bu temalara odaklı. İşlerini iyi yapmışlar. Başarılı olacaklarını düşünüyorum. Bu formülün iş yapmaması mümkün değil. Bu bir Kolpa grubuna laf sokma değil, sektörün durumuna bir bakıştır. Başarılar diliyorum.
“Gökhan Keser” / Gökhan Keser
“Senin bende bir emanetin var gibi, al gibi”. Tarkan’ın 1992’deki halini düşünün,
Bu bir duyurudur. Duyduk duymadık demeyin Hafif Müzik’in akustik konserleri 29 Ocak’ta Kanyon’da Melis Danişmend ile başlıyor. Üstelik hepsi internetten naklen yayımlanacak
“Hafif Müzik Kanyon’da” konserlerinin ilk konuğu 29 Ocak’ta Melis Danişmend.
Bu haberi kendi köşemde yazmanın bu kadar zor olacağını tahmin etmemiştim. Birkaç haftadır amatör organizatörlük yapıyorum. Yapmaya çalışıyorum. Aslında yapamıyorum. Kafam karışık. Kolay olur sanıyordum, dünyanın en zor işiymiş bu. Çelik gibi sinir lazım.
Bundan sonra ben iletişim, tanıtım, prodüksiyon, organizasyon, halkla ilişkiler ve benzeri işlerde çalışanlara daha bir başka bir gözle bakacağım. Şu ana kadar herhangi birinizi bir şekilde kırdıysam cümlenizden özür diliyorum. Ne sinir varmış sizde kardeşim...
Anlatayım. Ama en baştan anlatayım. Öyle daha iyi.
Oturup insanları izlemeye başladım. Can Bonomo’nun Eurovision’a katılacak olması pek çok yönden aydınlatıcı bir deneyim oldu. Bakın neler düşündürdü
Bir kere çok iyi bir sınav oldu. Anlaşıldı ki müzik dünyasının bir kısmı yenilikleri hiç takip etmiyor. Bu çok açık bir biçimde belli. Yenilik diye yeni Ajda’lar ve yeni Sezen’leri görüyorlar sadece. “Tanımıyorum”, “Hiç duymadım”, “Dinlemedim, genç bir arkadaş herhalde”, “O da kim?”... Can Bonomo’ya Eurovision için görev verilince gelen yorumlar böyleydi. Bunu söyleyenler sade vatandaş olsa eyvallah. Aranjör, müzik adamı, müzik yazarı bu kişiler. “Sevmem” ayrı, “Dinlemem” ayrı, “Beğenmedim” ayrı, “Adını duydum ama dinlemedim”, ona da tamam. Ama “Hiç duymadım” diyen, bence “Ben ne yapıyorum” diye kendini sorgulasın.
* Doğru bir iş yaptı TRT. İki ay kadar önce ortalık Atiye, Hande diye inlerken “İşte benim adaylarım” diye bir yazı yazmıştım. Can Bonomo da adaylar arasındaydı. O listeden kim gitse aynı şekilde sevinirdim. İyi müzik, eğlenceli müzik, “Türk insanının seveceği müzik” bir grup müzisyenin tekelinde değil çünkü. Eurovision’a gidebilir ve gidemez diye ikiye mi ayrılıyor müzisyenler? Önceki sene de Kürt bir sanatçımız
Erken diyeceksiniz ama değil. Bahar ve yaz aylarında yurtdışında bir festivale gitmeyi düşünenler şimdiden harekete geçmeli. Biletler satışta...
Coachella, Kaliforniya / ABD
13-15 Nisan ve 20-22 Nisan tarihlerinde üst üste iki hafta sonu yapılıyor. Yani aynı festivalden üst üste iki hafta sonu yapılıyor gibi düşünebilirsiniz. Bu yılki kadrosunu açıkladı. Radiohead, The Black Keys, Noel Gallagher’s High Flying Birds, Arctic Monkeys, Justice, DJ Shadow, Explosions in the Sky ve yaklaşık 100 kadar sanatçı ve grup var. ABD’de, Kaliforniya’da yer alan Indio kasabasında yapılan festivalin kamping alanı ücreti dahil kombine biletleri 285 dolardan satılmaya başlandı.
Coachella özellikle festival ortamıyla çok meşhur. Pek çok Hollywood yıldızının da katıldığı ve bu sebeple basında çok fazla yer bulan bir festival. Ama tabii “Bundan bize ne, biz gidersek müzik dinlemeye gideriz” diyeceksiniz. O da doğru.
Primavera Sound, Barselona / İspanya
Biz en son “filtreli-filtresiz”i tartışıyorduk ki araya Bülent Ersoy’un gazozları girdi. Bakın medeni dünya internete erişim hakkını temel insan hakları arasına alma yolundayken internetin babası lakaplı Google’ın başkan yardımcısı nasıl kafa karıştırdı? Az sonra...
Biliyorum şimdi “gündem ne, sen ne anlatıyorsun” diyeceksiniz. Günlük itiş kakışınızı bölmek istemem ama bazen insan kafayı kaldırıp büyük resmi görmek ihtiyacı duyuyor. Bir an için Bülent Ersoy’un gazozlarını ve diğer çok önemli ama bir gün sonra kimsenin hatırlamayacağı sıcak gelişmeleri bir kenara bırakalım, gelin şu işe bir göz atalım.
Google Başkan Yardımcısı Vinton Cerf internete girme hakkının temel insan hakları arasında sayılamayacağını açıkladı. Ona göre her teknolojik gelişme hak değil. İnternet de bir tür teknolojik gelişme. Mantık bu. Yani cep telefonu temel insan hakkı mı ki internet olsun diye düşünebiliriz. Peki gerçekten bu kadar basit mi?
Cerf fikrini şöyle diyerek savunmuş: İnsan hakkı, insanın hayatındaki daha temel ve vazgeçilmez şeylere odaklı olmalı. Onun hayatını anlamlı ve güzel kılan şeyler temel haklardan olmalı. İnternet böyle bir şey değil.
İnternetin babası olarak kabul edilen
Garip gelecek ama kafede, takside, markette, kuruyemişçide, kuaförde, dişçide hayatın her anında fonda bize illa bir müzik dayatılması bazen kabus gibi geliyor. Müziksiz Mekanlar hareketi bu yüzden ilgimi çekti
Hiç unutmam bir pazar sabahı, İstanbul’un yakınlarındaki beach’lerden birine gittik. Saat erken. Kimsecikler yok. Gazeteleri aldık, sahildeki şezlonglara kurulduk, dalga sesleri geliyor, rüzgar püfür, şahane bir günün ilk sesleri. Birden ortalık “dıp tıs” ritimli acayip dandik ve sıradan bir house müzikle inlemeye başladı.
“Kardeş şunu kıs, kimse yok, zaten kafa dinlemeye geldik” dedik. “Konseptimiz bu” yanıtını aldık. “Konseptiniz batsın” deyip uzadık tabii.
Havanızda değilseniz ya da çalan şey sevmediğiniz bir şeyse tacizden farksız zorla müzik dinletmek. Ve hayatımızın neredeyse her alanında müzik tacizine maruz kalıyoruz. Kimi malını satmak için, kimi eğlendirmek için, kimi hoşumuza gittiğini düşündüğünden, kimi umursamadığından, kimi laf olsun diye sürekli birileri bize müzik dinletiyor. Dikkat edin, gittiğimiz her yerde fonda tercih ederek dinlemediğimiz müziklere maruz bırakılıyoruz ve bu konuda yasalar bizi korumuyor.
Ben sadece gürültü
Yılın ilk “masaüstünden notlar”ına hoş geldiniz. Herkes gibi ben de adettendir diye yeni yıl temizliği yaptım ve masamın üzerinde bekleyen CD’lerle helalleşmeye karar verdim
Masaüstüm an itibarıyla pırıl pırıl, yalnız sağ tarafta tam kağıttan kahve bardaklarının ötesinde hatırı sayılır bi kule var. Yazılmak, değinilmek,
yorumlanmak üzere bekleyen CD’lerin oluşturduğu bu kule
bir utanç abidesi olarak karşımda. Heykel yıkıcılardan değilim ama
bu abideye Kars Belediye Meclisiymişçesine girişmeye kararlıyım. Buyrun...