Mehmet Tez

Mehmet Tez

mehmet.tez@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Alice Boman ve Ryn Weaver. Her ikisinin de daha albümü yok, ikisinin de vokali çok başarılı, ikisi de kendi tarzında yükselmeye aday

Bu iki isim yakın takibe alınmalı

Onümüzdeki günlerde sağda solda duymaya başlayacağınız ilk ismi açıklıyorum: Ryn Weaver. Kendisi “OctaHate” isimli ilk ve tek hit şarkısıyla adını duyurdu. Buradan aldığı gazla “Promises” adında dört şarkılık bir EP çıkardı. Albüm de 2015’te gelir. O zaman “Bu kimmiş?” demek yerine benden öğrenmiş olun. Bu EP’yi Soundcloud’daki sayfasında dinleyebilirsniz.

Amerika’da San Diego şehrinde doğan Weaver, New York’ta müzik âlemine bulaşmış. Passion Pit’ten Michael Angelakos’un prodüktörlüğünü üstlenip desteklediği bir isim. Diğer prodüktör Benny Blanco. “OctaHate” Soundcloud’da iki haftada 1 milyon dinlenmeyi aşınca kendisine bir ilgi oldu tabii. İlgi boşa değil. Güçlü bir ses, iyi indie-pop prodüksiyon. Vakit kaybetmeden tanışın.

İsveç’ten yükselen ses İkinci isim İsveçli, Alice Boman. İsveç’in yaratıcı, özgürlükçü, kalıpları kıran, alışılmışın dışına çıkan ya da alışılmışı çok iyi yorumlayan, müzik sahnesinde yeni bir isim. Boman’ın ikincisi geçen aylarda yayımlanan “Skisser” ve “EP II” isimli iki EP’si var. Buradaki şarkıların da yer alacağı uzunçalar albümü 2015’te bekleniyor. Lo-fi müziği ve vokali Stina Nordenstam’ı hatırlattı. Ama kendisi daha sade, daha üzgün, daha kendi halinde duruyor, Stina’ya göre bile. Dramatik müzikleri seven, “Kulaklığı taktım mı âlemlere dalarım, dünya umurumda değil” diyen biri için bireysel listeye girebilecek türde. “What Are You Searching For”u dinlerseniz hemen, biraz Lana Del Rey tadı da alacaksınız. Boman’ı takipte olduğumuz isimler listesine yazdık tatil dönüşü...

Haberin Devamı

Bu iki isim yakın takibe alınmalı

İTİRAF EDİYORUM

Evin balkonuna, arabanın dikiz aynasına CD asan vatandaşın verdiği mesajı algılamakta güçlük çekiyorum. l Balkon konuşmasında bir Putin belirseydi kesin diktatörlük geliyor der endişelenirdim. Ama Kırgız başkanı gördüm rahatladım. Siz de rahatlayın, hiçbir şey olmaz bundan sonra, geçti gitti... l İnsanlığın Birkenstock dışındaki çözümlere acil ihtiyaç duyduğu günlerden geçiyoruz. (Hayır, Crocs da değil.) l Bir komedyen ölünce “Bu defa ağlattı” yazmayalım, bunu yapmayalım kampanyası başlatmak istiyorum kendi küçük dünyamda...

Birbiri ardına alakasız şarkılar çalan ve bir türlü geçişi beceremeyen mekanlara hizmet vermek amacıyla “uzak janrlar arası geçişleriniz yapılır” temalı bir iş kurmayı planladık geçenlerde arkadaşlarla.

Binlerce yıllık Yezidiler bir günde Ezidi olmasın, onlar Yezidi olarak kalsın istiyorum. Neden her şeyin adı değişiyor? Neden İngilizcede, Fransızcada değişmiyor da Türkçede değişiyor? Çok şey mi istiyorum? l Basınımızdaki klişeleri eleştiriyoruz ama yabancı basın da aslında büyük klişeci. Erdoğan’a sultan kıyafeti giydirmeden haber yapamadı Batı basını.

Haberin Devamı

Bu iki isim yakın takibe alınmalı

MASA ÜSTÜNDEN NOTLAR

“I’M NOT BOSSY, I’M THE BOSS” SINEAD O’CONNOR

“Her gün aşk yapmak istiyorum, beni aşk konuşmaktan mahrum etmeyin, bırakın sevgiden, aşktan muhabbete gireyim” diyerek başıyor albüme Sinead abla. Tamam ablacım buyur konuş ama albüm kapağında deriler içinde “Patron benim” diyen biri için fazla hisli sözler bunlar. O’Connor duygusal patlamalar yaşıyor. Aşk şarkılarını sevenlere...

Haberin Devamı

“THEY WANT MY SOUL” SPOON

Klasik bir rock sound’u, kaliteli prodüksiyon, Britt Daniels’ın karakteristik vokali. Spoon şaşırtmıyor ama sıkmıyor da. Her yarışı kazanan bir Michael Schumacher tadı vermek yerine ilgi uyandırıyor. “Do You”yu dinleyerek başlayın. 90’ların rock müziği 90’larda bile bu kadar iyi olmamıştı. (Not: Yeteri kadar bekleyince her 10 yıl trend oluyor ya, o hesap.) n

Müzik festivalleri Kıbrıs’a mı taşınsın?

Alkol düzenlemesi yapacağız diye alkolün kökünü kazımayı amaçlayan yasa geldiğinden beri festivaller sponsor bulmakta zorlanıyor. Düzenleme adı altında her şey yasak olunca etkinlikler azalıyor, bir soğuk bira yudumlamadan yaz konseri izlemek durumunda kalıyor seyirci. Derdin bu olsun diyeceksiniz, evet derdim bu, ne yapalım bizim yazıp çizdiğimiz sektörde bunlar önemli. Birkaç sene önce Blues Festival’ın Girne ayağına katılmıştım. Yeni Türkiye falan deniyor ya, orası bir açıdan eski Türkiye gibiydi ama özlediğimiz eski Türkiye gibi. Yasaklar olmadan bir etkinlik izlemiştik. Kimse komaya falan girmedi, herkes mutlu memnun ayrıldı.

Bu hafta sonu Kıbrıs’ta bir reggae festivali düzenleniyor. Adı Sandance Reggae Festival. Valla iyi fikir. Biletini al git Yavru Vatan sahillerine, rahat rahat eğlen, medeni bir ülkede gibi konserini izle, dön. Acaba organizatörler ufak ufak bu işe mi yönelseler paket programa girip? Halimiz bu...