Mehmet Tez

Mehmet Tez

mehmet.tez@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

İlla inşaat yapmak, bina dikmek zorundayız; boş bir alana tahammülümüz yok, orası anlaşıldı. Madem öyle alışveriş merkezi ve cami dışındaki seçenekleri bir hatırlayalım mı?

Kadıköy sahiline ne yapalım

Sadece Kadıköy’e özel bir durum gibi okumayın bu yazıyı. Türkiye’de pek çok ilde belediyelerin bazen bakanlıkların, bazen devlet kurum ve kuruluşlarının, bazen de özel sektörün desteği ve talebiyle arsa belirleyip AVM ve cami inşa etmesi yaygın bir alışkanlık ve uygulama. Peki başka seçenekler neler olabilir? İyi niyetle sıralamaya çalışıyorum. Belediyecilik neticede hizmet yarışıysa başka hizmetler de var.

Haberin Devamı

Bir sanat abidesi

Opera salonu: Klasik müzik konserlerinin, özel sahne ve donanım gerektiren görkemli, kalabalık etkinliklerin sergileneceği çok amaçlı bir kültür abidesi. Kadıköy’ün tarihine yakışan, marka olabilecek bir proje ihalesi açılabilir. Oslo’daki, Sydney’deki gibi denizin kenarında şehre modern mimarisiyle damga vuracak, uluslararası sembol olabilecek bir opera salonu inşa edilir, dünya çapında mimarlar bu projeye davet edilir, karşısındaki 100 yıllık Haydarpaşa’ya gururla bakacak bir anıt bina oluşturulur.

Arkeoloji müzesi: Uluslararası bir arkeoloji okulu ve müzesi. Bir bilim binası. Saygın üniversitelerimizin ilgili bölümlerinin destekleyeceği, uluslararası bilim insanlarına
açık, İstanbul üzerine tarih araştırmaları yapacak bir okul. İstanbul’daki arkeolojik bulguların sergileneceği bir şehir müzesi
gibi de tasarlanabilir.

Modern sanatlar müzesi: Guggenheim’dan, MoMa’dan esinle dünya çapında bir modern sanatlar müzesine ne dersiniz? Şahane bir kalıcı koleksiyon dışında dünyanın en önemli gezici sergilerinin uğrak yeri olacak bir sanat abidesi. Picasso’lar, Monet’ler, Toulouse-Lautrec’ler, Pollock’lar, Twombly’ler buyursunlar; martıları, Topkapı Sarayı’nı ve Tarihi Yarımada’yı seyretsinler bu müzede...

Çok amaçlı bir merkez

Müzik okulu: Çağdaş kent müziğine yoğunlaşacak çok amaçlı bir kültür merkezi de diyebiliriz buna. Konservatuvarlarımızın deneysel sanata kapılarını açacağı bir platform. İçinde yer alan farklı ebatta salonlarında halka ücretsiz dinletiler, film gösterileri... İran’dan, Çin’den, Brezilya’dan, Mali’den her yerden gelen müzisyenler Türkiye’nin zengin müzik
kültürüyle tanışsın, bu kültürümüz gelişsin, çağdaş müziğimiz gelişip dünyaya açılsın. Buyursunlar
müzik yapalım beraber.

Haberin Devamı

Bilim müzesi:Bilimdeki son gelişmelerin tanıtılacağı seminerler, konuşmalar, atölye çalışmalarının yapılacağı, ünlü bilim insanlarının konuk edileceği ve özellikle okul çağındaki çocukların akın edeceği bir bilim ve teknoloji müzesine ne dersiniz?

Bunlar halka hizmet sayılmıyor mu yoksa artık?

PAZAR ALBÜMÜ

“The Jumpin’ Blues” -Dexter Gordon

Dexter Gordon 1970’te hâlâ Kopenhag ve Paris’te yaşıyordu. Prestige ile anlaşması sürüyordu ve Amerika’ya gidiş gelişleri sıklaşmıştı. 1976’daki kesin dönüşüne kadar Amerika’ya
ara ara gidip bir dizi albüm kaydetti. Bunlardan belki
en gölgede kalanı bu yedi şarkılık olanı. Nefis, sade olduğu ölçüde yenilikçi, kimilerine göre avangart armonilerini geliştirdiği, ilk hayata geçirdiği albümdür. 27 Ağustos 1970’te yayımlanan albüm bugün dimdik ayakta. Tavsiye ederim.

Haberin Devamı

Zombiler konusunda fikri takip ve iki öneri

İnsanlaşmaları ve kişilik kazanmaları için George Romero’nun ‘Night of the Living Dead’inden bu yana hayli aşama kaydettiler. Ama daha trendi olmalarına ve cool görünmelerine zaman var. Şahsen 80’lerin basit zombilerini, onların karmaşık olmayan günlük yaşamını seviyorum. Yemek ye, uyu. Fazla tıraş yok. Vampir çok kasıntı ve bazen yoruyor. Zombi daha eğlenceli ve üstelik çevreci. Kanını emip kenara atmıyor, tamamını bitiriyor. Aynı amaç ölümsüzlükse o da ölümsüz. Ve zombi de insan neticede... Âşık olabilir, üzülebilir, yas tutabilir ve kendini feda edebilir. Önce eğlence dünyası keşfedecek bunu, sonra da biz...”

Bunları yazmamın üzerinden altı yıl geçti. Meraklıları çoktan keşfetmiş olabilir ama öngörümü doğrulayan iki dizi önermek isterim. İlki, Fransız yapımı “The Returned” (“Les Revenants”). İngiliz dizisi “In The Flesh”in baş karakteri olan eşcinsel zombiye de dikkat çekerim. Dizide zombiler günümüz dünyasında ötekileştirilen tüm kesimlerin bir yansıması olarak kurgulanmış. Vampirlikle pek alakamız yok ama hepimiz biraz zombiyiz bu aralar...