Geçen hafta yoktum.. Sadece dükkânı değil, antenleri de kapadım..
Saat farkı da yardım etti, Türkiye’de ne olup bittiğiyle ilgilenmedim..
Ne telefon açtım..
Ne haberlere baktım..
Neler olup bittiğini merak etmedim değil.. Kendi kendime bir oyun oynadım.. Nasıl bir gündemle karşılaşacağımı tahmin etmeye çalıştım..
Futbolun, Fenerbahçe- Galatasaray finalinin başat konu olacağını biliyordum da yanına ne takılacaktı onu merak ettim..
Bu 70 yıl önce kapatılan cami meselesi de olabilirdi..
Herhangi bir soruşturmanın 15. dalgası da..
Biliyorsunuz, geçen yaz şike iddiası ortalığı kasıp kavurunca panik havası esti..
Lig bir anda irtifa kaybetti.. Gayya kuyusuna doğru sürüklendi..
Kurtarıcı lazımdı, sihirli formül.. Bulundu..
Play-off..
Üzerinde fazla düşünülmedi.. Zaman dardı, lig sıkıştırıldıkça sıkıştırıldı.. Maçlar neredeyse yedi güne yayıldı.. Heyecan fırtınası esmedi ama sonunda play-off limanına ulaşıldı..
Maksat hasıl olmuştu..
Hele dört büyüklerin adı süper finale çevrilen play-off’a kalması ilaç gibi geldi..
Tiyatrocular vesile oldu, eteklerdeki taşlar sokaklara saçılmaya başladı..
Dökülünce gördük ki her taş kinle kaplı..
Nefretle örtülü.. Öfkeyle sıvazlanmış...
Söylemedikleri lakırdı kalmadı..
Öyle abarttılar, öyle saptırdılar ki; iktidara karşı dik duran, eleştiri hakkını kullanan, protesto eden, boyun eğmeyen sanatçıları bir önceki iktidarın destekçisi sayıp..
Kralın soytarısı yaptılar..
*
İtiraf edeyim ki; maçı doğru dürüst izleyemedim. Ne olup bittiğini anladım anlamasına da, 90 dakika konsantre olamadım.
Niye mi?
Galatasaraylılar yüzünden...
Heyecandan ha öldü ha ölecek gibiydiler. Belli ki, beklemedikleri Trabzon beraberliği bunalım yaratmış. Yerlerinde duramıyorlardı. Bundan sana ne diyeceksiniz?
Gözleri maçta elleri telefondaydı.
Sabahın erken saatlerinde telefonlar zır zır ötmeye başladı.
Şunu yapın, bunu yapın, aman şuna dikkat edin, aman bunu kaçırmayın. Sanki Beşiktaş’ın teknik direktörüyüm.
Huylu huyundan vazgeçmezmiş.. Dün yeniden başladılar..
Nedir o diyeceksiniz?
İktidarın vurduğuna sen de vur politikası..
Bir süredir yapmıyorlardı; normalleşiyoruz diye sevinmiştim.. Ara vermeleri meğerse, molaymış..
Dün itibariyle serbest atış devreye sokuldu..
Vur abalıya faaliyeti diyelim..
Bu kez hedef tiyatrocular..
Okula başlama yaşını beşe çektik.. Durun onlar anne kuzusu, okul yaşında değiller itirazını hayata bir yıl erken atılacaklar daha ne istiyorsunuz sesleriyle susturduk!..
Böylece ortaokula başlama yaşı da dokuza indi..
Liseye gitme yaşı 13 oldu..
17’de iş tamam.. Kesintili zorunlu eğitim bitiyor.. Diploma alınıyor..
Haa.. Bu arada son dört yılı evde de geçirebilirsin.. Okula gitmene gerek yok..
Ara sıra televizyona takıl yeter!..
Peki okula gitmek isteyenler ne yapacak?
Ne anlamda ne yapacak!..
İktidarın her alana el atmasına.. Yaşam tarzına, günlük hayata, sanata, tiyatroya, televizyon dizilerine müdahale etmesine..
Yaşam reçetesi yazmasına..
Yazdığı reçetenin uygulanmasını istemesine..
Karşı çıkanın bizzat Başbakan tarafından haşlanmasına..
Hayret edenlere ben de hayret ediyorum..
Nedenini izah edeceğim..
* * *
Liberal demokrat kesimde büyük bir şaşkınlık var.. Her gün ‘aaaa bu da nereden çıktı’ demekten bitap düştüler..
Kim görse aynı soruyu soruyor..
28 Şubat sivillere uzanır mı? Kapsamı genişletilip herkesi içine alır mı?
Başbakan gideceği yere kadar gitsin mesajı verdiğine göre bu iş askerlerle sınırlı kalır mı kalmaz mı?
İşadamlarına, hakimlere, savcılara, YÖK’e, üniversitelere, bürokratlara, valilere, kaymakamlara, polis müdürlerine, gazetecilere, yazarlara, çizerlere uzanır mı uzanmaz mı?
Soru bu..
28 Şubat’ın akıbeti..
Sorulunca bilmiyorum denmiyor..
Sivillere uzanır, uzanmaz diye papatya falı açacak halim de yok..