Kemal Kılıçdaroğlu dün görkemli bir toplantıyla CHP’nin seçim vaatlerini açıkladı. Her kesime zengin vaat verdi. En bol kepçe vaatler yine emeklilere gitti... Mesela:
* Her iki dini bayramda birer maaş ikramiye verilecek.
* Uygun fiyatla gezi ve tatil olanağı...
* Eşitsizliği giderecek bir intibak yasası.
* Muayene ve katılım payı kalkacak.
* Çalışan emeklilerden kesilen sosyal güvenlik destek primi kalkacak...vs..
* * *
CHP’nin 7 Haziran seçim bildirgesinde de en zengin vaatler yine emekliye yönelikti. Peki etkisi ne oldu? CHP Mersin Milletvekili Fikri Sağlar’ın seçimden sonraki yorumu şöyleydi:
Dün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 11. Muhtarlar Buluşması’nda yaptığı konuşmayı televizyondan izliyoruz. Bir ara, “Tayyip Erdoğan yalandan en fazla kaçınan insandır” diyor. Ülkenin 1 numarasının “yalan”ın ne kadar kötü bir şey olduğunu kendisinden örnekle vurgulaması çok önemli. Hoşumuza gidiyor. Geçmişte söylediği “Bunlarda yalan var, takiye var, tek olmayan dürüstlük” sözü de yalana ek olarak takiyenin de ne kadar kötü bir şey olduğunun ifadesiydi. Çok değil, önceki gün İstanbul’da imam hatip okulu açılış töreninde, utanma duygusunun önemini, “Onların karakterinde utanma duygusu yok” sözleriyle dile getirmemiş miydi? Hafızamızı biraz zorluyoruz, geçmişte de böyle doğru, güzel, yerinde vurgulamaları olduğunu hatırlıyoruz. Örneğin, “Güvenilir olmak istiyorsanız dürüst olun” diyerek dürüstlüğe ve güvenirliğe vurgu yapmış... Siyasette ve siyasi partilerde dürüstlüğün önemini, “olmazsa olmaz”lığını “Bu ülkede dürüstlüğün sembolü daha önce mensup olduğum partidir” sözleriyle vurgulamıştı.
Hemen her alanda “ahlak erozyonu” yaşadığımız, yalan ve siyasetçi sözcüklerinin neredeyse özdeşlediği günümüzde Cumhurbaşkanımızın bu tür terbiyevi konuşmaları daha sık yapmasını diliyoruz.
ORT
Yüksek Seçim Kurulu, CHP’li bir milletvekilinin itirazı üzerine AKP’nin “Bismillah” ile başlayan seçim şarkısını yasakladı... Eski Adalet Bakanı Bekir Bozdağ bunun üzerine ekranlara çıktı:
- Biz bu şarkıyı ceza da verseler seçimde kullanacağız, diyerek meydan okudu.
Yüksek Seçim Kurulu, Anayasa’ya göre, “Seçimlerin başlamasından bitimine kadar, seçimin düzen içinde yönetimi ve dürüstlüğü ile ilgili bütün işlemleri yapma ve yaptırma yetki ve görevine sahip” tek kuruluştur. Kararları kesindir. İtiraz edilemez. Bir parti:
- Biz “YSK kararına uymayız” der, diğerleri onu izlerse seçim hukuku ortadan kalkar, kaos egemen olur.
Bir başbakanın kendi cumhurbaşkanını havaalanına giderek uğurlaması protokol gereğidir. Olağan vakadır.
Ama bir cumhurbaşkanının kendi başbakanını havaalanına giderek uğurlaması pek görülmüş değildir
O yüzden, TTK yayını “Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi”nde Atatürk’ün 18 Haziran 1936’da Yeşilköy Havaalanı’na giderek Başbakan İnönü’yü uğurladığı notunu görünce şaşırmıştık.
Konuyu yazmamız üzerine Prof. Ahmet Mumcu veAbdullah Özkan zahmet edip aydınlatıcı bilgi gönderdiler.
Bilvesile öğrendik kiAtatürk, İnönü’yü İstanbul’dan bir değil birkaç kez uğurlamıştır..
İnönü 17 Haziran 1936’da, Türk Havayolları’nın uçağı ile İstanbul’a gelir. O gün Florya’da görüşen Atatürk ve Başbakan İsmet İnönü, Florya’da yaya bir gezinti de yaparlar. Ertesi gün, yani 18 Haziran 1936’da, Atatürk, İsmet İnönü’yü Yeşilköy Havaalanı’ndan uğurlar.
İnönü’nün acilen gelişi, 4 gün sonra başlayacak olan Montreux Konferansı ile ilgili olmalıdır. 22 Haziran 1936’da Boğazlar Konferansı Montreux’de açılır.
Bundan sonraki İnönü ziyareti 13 Temmuz’da olur.
Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da iki aydır adeta adı konmamış bir savaş yaşanıyor. Teröristlerin güvenlik güçlerine saldırmadığı, yol kesip insan kaçırmadığı, Batı’ya üçerli - beşerli şehit cenazelerinin gelmediği gün yok gibi.
Sadece güvenlik mensuplarımız değil bölgede görev yapan öğretmenlerimiz, doktorlarımız da sürekli ölüm tehdidi altındalar. Onların da yaşamları tam bir “karabasan”a dönmüş durumda. En çok ihtiyaç duydukları şeylerden biri moral. Adına orada bulundukları ve hizmet verdikleri devletin yanlarında, arkalarında olduğunu hissetmeleri, görmeleri. Bu duyguyu hissedebilmelerinin yollarından biri de Ankara’daki “devlet büyükleri”ni arada bir de olsa... Özellikle böylesi günlerde karşılarında görebilmek.
Acaba diyoruz... Daha düne kadar muhalefeti “Sivas’tan öte geçememekle” suçlayıp alay eden kimi devlet büyüklerimiz... Örneğin Cumhurbaşkanı ve Başbakan... Bu bayramda bölgeyi ziyaret etseler... Hem, her koşulda ülkenin her tarafına gidebilecek cesarette olduklarını gösterseler... Hem de güvenlik güçlerimiz başta olmak üzere orada görev yapan memurlarla terör örgütünden yana olmayan... Ama devleti arkalarında, yanlarında göremedikleri için terör örgütüne karşı seslerini
AKP’li muhtelif ağızlardan ifade edilen gerçeği Cumhurbaşkanı Erdoğan da dile getirdi... TRT’de Nasuhi Güngör’ün sorularını yanıtlayan Erdoğan “Çözüm süreci içerisinde valilerin, verilen talimat doğrultusunda operasyonlara girmediklerini, PKK’nın kendine çekidüzen vermesini beklediklerini” söyledi. Çözüm sürecinde PKK’nın ne yaptığını Cemil Bayık 31 Ağustos 2015’te yayımlanan Foreign Policy dergisinde şöyle anlatıyordu:
“Bütün bölgede politik hakimiyeti genişletmek için çalıştık. Gençlerden oluşan sivil görünümlü milis yapıyı organize ettik ve silahlandırdık”
PKK’nın o süreçteki icraatını AKP Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu’ndan da dinleyelim:
“PKK bütün bölgeyi, işadamlarını haraca bağladı, vergi daireleri kurdu, asayiş birimleri kurdu, mahkemeler kurdu. Çözüm sürecinde bölgede paralel devlet gibi yapılandı.”
Tayyip Erdoğan’ın TRT’deki dikkat çekici kimi sözleri de şunlardı:
- Çözüm süreci şu anda dolapta. Olumlu gelişmeleri yakaladığımız zaman kaldığı yerden neden devam etmesin...
Militanlarımızı geri çekeceğiz deyip çekmeyen, çözüm sürecini bölgede paralel devlet oluşturmak için kullanan PKK, yeni bir çözüm sürecinde dürüst davranır, silah bırakır mı? Paralel devlet
Emekli General Nejat Eslen, Güneydoğu sorununda meselenin bam teline dokunuyor:
- Batı destekli Kürt jeopolitiğini tartışmaların merkezine almazsak hiçbir yere varamayız, diyor...
Daha çok PKK’lı öldürmenin bir anlam ifade etmediğinin üzerine basıyor.
Özetle diyor ki:
- Kuzey Irak’ta Kürtler zengin petrol yataklarının üzerinde oturmaktadır... Ancak denize uzaktırlar. Denize çıkmaları için Suriye’nin kuzeyi yani Türkiye’nin güneyinde bir koridoru ele geçirmeleri gerekmektedir. Suriye’de Kürtlerin önemi burada yani bu koridoru ellerinde tutmalarındadır. Türkiye’de ise Kürtler Ortadoğu’nun su kaynakları üzerinde oturuyorlar... Dicle ve Fırat hem İsrail hem Ortadoğu için hayati önemdedir. Bu bölgenin de Kürtlerin elinde bulunmasında Batı bu yüzden hayati yarar görüyor. Irak, Suriye ve Türkiye Kürtlerini bu amaçlar doğrultusunda kullanıyor.
Emekli General Nejat Eslen, esas sorulması gereken sorulara geliyor:
- Biz bu Batı destekli Kürt jeopolitiğine nasıl karşı dururuz... Nasıl tedbirler geliştirebiliriz. Bu jeopolitiği boşa çıkarmak için nasıl politikalar oluşturabiliriz... Bizim üzerinde durmamız gereken budur... PKK bir araçtır... Maniveladır... Esas büyük planı gözden kaçırmamak lazımdır.
Vatandaş mesaj geçmiş, şöyle diyor: “Ermeni göçüyle ilgili Osmanlı’yı suçlayanlar nedense Suriyeli bebek ve çocuk göçmenler için ellerini oynatmıyor.”
Doğru... Ermeni tehcirinde 1 milyon kişinin göç ettirildiği söylenir.
ABD’nin petrole el koymak için indiği Güney Asya ve Ortadoğu’dan ise milyonlarca insan Avrupa’ya akıyorlar. Yollarda perişan oluyorlar. Denizlerde çoluk çocuk boğuluyorlar. Ucuz petrol kimin içindi? Batılı sanayi ülkeleri için. Onlar ne mi yapıyorlar? Bir ara kapıları açtılar. Göçmenlere şefkat gösterip ülkelerine kabul eder gibi yaptılar. Ve sayı çoğalınca dün yine kapattılar. Avrupa’ya giren göçmen sayısı henüz 1 milyonu bile bulmadı...
Türkiye ise 2 milyon sığınmacıyı aylardır besliyor. Barındırıyor. Bazıları:
- Efendim Suriye’yi Türkiye karıştırdı tabii ki aldığı göçmenlere bakacak, diyor.
Hayır... Ankara taşerondur. Ortadoğu suçlusu ABD ve Batı’dır. Özgürlük ve demokrasi getiriyoruz diye yakıp yıktılar. Bölgeyi yaşanmaz hale getirdiler. İnsanlar göçe zorlanıyor, Batı’nın kapısına yığılıyorlar. Ve... Ermeni tehciri konusunda çok duyarlı olan... Türkiye hakkında 100 yıl önceki olaylar için soykırım ve mahkûmiyet kararları çıkaran Batı ülkeleri