İktidar bugüne kadar 7 Alevi açılımı yaptı... Hiçbir ilerleme kaydedilmedi... Başbakan Davutoğlu hafta sonu tantanalı bir Tunceli gezisi yaptı... Vaatleri yine kimseyi kesmedi; Dersim’de eski kışla müzeye dönüştürülecek, adı da Dersim Müzesi olacakmış. Üniversitenin adı değişecek, Munzur Üniversitesi olacak... Vs...
Alevilere göre bunlar oyalama, gündemi saptırma girişimleridir. Alevilerin Siyasal Tarihi adlı kitabın yazarı Necdet Saraç konuyu izah ediyor:
- Kamuoyunda “Alevi sorunu” diye tartışılan sorun, esas itibariyle bir “Alevi sorunu” değil, bir “Sünni sorunudur”. Çünkü, Alevilerin talepleri içinde kendi elleriyle yarattıkları tek bir sorun yoktur. Ortadaki bütün sorunlar Sünni egemen sistemin kendi yarattığı sorunlardır: Eşit yurttaşlık hakkı da, cemevi statüsü de, zorunlu din dersleri de, Madımak da sistem tarafından yaratılmıştır.
Çünkü sisteme akıl veren “Sünni ulema” Alevileri dinden çıkmış sapkın insanlar, Aleviliği de sapkın bir inanç olarak görmektedir. İktidar sahipleri Alevilik sorununu çözeceğiz, derken; onları yola getireceğiz, demek istemektedir...
Ülkeyi yönetenler “Alevi” inancına biraz da Alevilerin gözlüğüyle ve laik açıdan bakmayı deneyebilir
İlginç bir belgesel film izledik önceki akşam... Adı:
“Bu dünyadan göçenler yalnız unutulduklarında ölürler...”
Filmin konusu Şişli Rum Mezarlığı idi.
Lütfü Kırdar’da Rum Cemaati’nin de katıldığı zarif bir gösteri düzenlenmişti. Yunanistan’dan gelen konuklar ve çok sayıda küçük öğrenci vardı.
Rum mezarlığı 19. yüzyıla kadar Taksim’de iken, 1865 yılındaki veba salgını üzerine o zaman şehir dışı sayılan Şişli’ye taşınmıştı. Ünlü Rum tüccar, bilam adamı, banker, sanatçıların mezarları çoğunlukla birer anıt, birer mimari eser güzelliğindeydi. Ne var ki aradan geçen yıllarda, özellikle Rumların 1960’larda İstanbul’u tamamen terk etmesiyle mezarlık da bakımsız kalmış, taşlar tahrip edilmiş, enkaza dönüşmüştü... Rum Kilise ve Mektepleri Vakfı 2010 yılından itibaren yoğun bir programla mezarlıktaki anıt mezarları aslına uygun olarak onarıma sokmuş. Yunanistan’dan gelen mimarların da katkısıyla 40 kadar anıt mezar eski canlılığına kavuşmuş. Mezarlık bir açık hava müzesine dönüşmüştü...
Filmde Rum Patriği Bartholomeos da konuşuyor ve şöyle diyor:
“Bir toplumun tarihi ve gelenekleri açısından en önemli etkenin ölülerin yattığı mezarları korumak olduğu hepimizin malumudur.
Sayısını şaşırdığımız “Yargıda reform paket”lerinden biri daha komisyondan geçti... Komisyon üyesi CHP milletvekili Ali Rıza Öztürk paketin bir maddesini şöyle anlattı:
- Yasa teklifi esas olarak yargının iktidar tarafından biraz daha kuşatılmasını öngörüyor. Hatırlarsınız, iktidar mart ayında beş yıl avukatlık yapanların hâkimlik ve savcılığa geçişlerini mümkün kılan bir yasa çıkarmış, o yasayla AKP’li ne kadar yandaş avukat varsa sözümona sınavla hâkim ve savcı yapılmıştı. Bu teklifte beş yıllık süre iki yıla indiriliyor. Yani daha yüzlerce yandaş hâkim ve savcı yapılacak.
Adaşın durumu...
Ermenek’te oğlunu kaybeden Recep Baba’nın yırtık lastikleri görününce devlet 11 lira masrafa girip ona yepyeni bir çift lastik verdi.. Kösele vermedi ki ayağı alışmasın! Recep Baba gazetecilerle konuşurken dedi ki:
“Dişlerim yok. Yoksulluk nedeniyle gidip taktıramadık...”
Epeydir bu tür yakınmalar duymuyorduk.. Çünkü hayli zamandır medyamız pembe haberlerle çıkıyor. Hep kalkınıyoruz, dünyanın en büyük ekonomileri arasına giriyoruz,lider ülke oluyoruz... Kafamızı devekuşu gibi kuma gömüp ülkede durumu pespembe farzediyoruz. Ama işte olmuyor. Ekran uyutmacalarıyla ülke kalkınmıyor.
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, geçenlerde Bursa’da Çerkez topluluğuna hitaben konuşurken gündeme bir inci daha damlattı ve “Çerkez Ethem hain değildi” dedi. Konuyla ilgili kitap yazmış olan Zeki Sarıhan diyor ki:
“Ethem Bey, Kurtuluş Savaşı’nın ilk evresinde büyük hizmetler görmüşken, belgeler sonradan bu davaya ihanet ettiğini gösteriyor.
Ethem beş büyük yanlış yaptı. Birincisi, Mustafa Kemal Paşa ile kazanamayacağı bir liderlik yarışına girmesidir. Eğer Kurtuluş Savaşı ordusuna Ethem kumanda etseydi savaşın seyri bambaşka olur ve kazanılması büyük bir riske girerdi. Çünkü o, düzenli bir orduya komuta edecek siyasi ve askeri birikimden yoksundu. İkincisi, komutasındaki Kuvayı Seyyare’yi Batı Cephesi emrine vermemesi, yani İsmet Bey’den emir almayı reddetmesidir. Üçüncüsü, savaşı kaybedince kendisine yapılan öneriyi geri çevirerek herhangi bir yerde oturmayı reddetmesidir. Dördüncüsü Yunanlılara teslim olmasıdır. Beşincisi, TBMM ve Türk orduları aleyhine faaliyetlerde bulunmasıdır...”
Yunan uçakları İkinci İnönü Savaşı’nda Türk mevzilerine “Kuvayi Milliye Umum Kumandanı Ethem” imzalı “Ey Türk zabitan ve efradı; Yunanlılar kendilerine teslim olanlara ve ellerine
Ağızlarda sürekli bir bedelli askerlik lafı... İktidar sözcüleri askerlik fobisi içindeki gençleri gaza getirmek için bir gün öyle diyor, bir gün böyle. Bedelli yasası çıktı, çıkıyor, çıkabilir, çıkmayabilir gibi demeçler birbirini izliyor. Birinin söylediğini öteki tekzip ediyor. Ama bu muhabbet işe de yarıyor. Ana sorunlar böyle boş konuşmaların ardına gizleniyor.
Bu arada Ali Sirmen dostumuz ince bir konuya değinmiş...
Bir zamanlar “vicdani ret”çi bir delikanlı vardı. Vicdanıma aykırı diye askere gitmiyordu. Yıllarca hapislerde süründürüldü. Ali Sirmen diyor ki:
“Vicdani retçilere bu kadar ters bakan yasalarımız ve yöneticilerimiz, bedelini ödeyerek askerliği reddetmek isteyen ‘cüzdani ret’çilere karşı ne kadar da hoşgörülü. Neden acaba? Neden olacak, her şeyin bir bedelinin olduğu toplumda, para etmeyen tek şey vicdandır da ondan.
Vicdan bu toplumlarda neden para etmez derseniz, onun da cevabı açıktır:
- Çünkü vicdan insanın insan olmaktan gelen haklarını reddeden her şeyi bedele indirgeyip meta haline getiren düzene karşıdır da ondan...”
Ali Sirmen noktayı “Vicdani retçilere evet, cüzdani retçilere hayır” diyerek koymuş.
Bizim millet iki konuda zorlanır.. Bir teşekkür etmek, iki özür dilemek...
Oysa ikisi de uygarlık işaretidir...
Ne var ki yerli yersiz özür dilenmez. Hele siyaset ve diplomaside özrün bir anlamı, şekli, adabı vardır.
Geçenlerde CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu Dersim olayları nedeniyle özür diledi. Geçerli olur mu? Hayır...
Özürü “fail” diler... Veya failin temsilcileri... Eğer özür dilenecekse CHP’yi değil, devleti temsil eden birilerinin dilemesi gerekir. O da Başbakan’dır.
Peki Başbakan’ın yarım ağız özür dilemesi yeterli olur mu? Hayır. Onun da koşulları ve gerekleri var.
- Özür dileyen... Mağdur ettiği için derin pişmanlık hissettiğini açıklayacak.
Çözüm süreci kurtuldu... Kurtuluyor... Diye bayram havası esiyor.
Ne var, ne oluyor, derseniz...
Klasik seçim öncesi tiyatrosu oynanıyor...
Seçim önceleri PKK terör faaliyetini tırmandırır...
Halkta “Bu iş gittikçe zora sarıyor anlaşmaktan başka çare yok”, fikri uyandırılır.
İmralı ile sözde mutabakat sağlanır. PKK seçime kadar eylemlere son verir.
Erdoğan barışı inşa eden lider olarak bu görüntüyü seçimde oya dönüştürür.
Genel Başkan İsmet İnönü bir gün Parti Meclisi salonunda elindeki gazeteye bakarak:
- Bana Turan’ı çağırın, diyor.
Gazetede “NATO’dan çıkalım” diye bir bildiri var. Altındaki imzalardan biri de Turan Güneş’e ait.
Birazdan Turan Güneş geliyor. İnönü soruyor:
- Bu imza senin mi?
- Evet benim.
- CHP’nin NATO’dan çıkalım diye bir görüşü var mı?