İktidar, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu HSYK’nin hâlâ “Paralel devlet” yani Cemaat’in güdümünde olduğu iddiasında. Kurulu kendince düzene koymak için elinden geleni ardına koymuyor. HSYK’ye adliyelerden seçilecek yeni üyeler için 12 Ekim’de yapılacak seçime adeta hayat - memat meselesi gözüyle bakıyor. Seçimi kazanmak için her yolu... İkna, rica, tehdit, rüşvet, vs. mübah görüyor. Özetle, havuç ve sopa olarak ne varsa bütün yol ve yöntemleri deniyor, kullanıyor. Sopa kimi zaman el altından kimi zaman açıktan gösteriliyor. Havucu ise Adalet Bakanı Bekir Bozdağ dün açıkladı. Ekim ayında Meclis’in açılmasıyla birlikte getirecekleri yasa teklifiyle hâkim ve savcılara vermeyi düşündükleri “hediyeleri” şöyle anlattı:
“Maaşlara seyyanen bin 155 lira zam... Silah satın alma ve edinmede emniyet mensuplarına tanınan haklar... Sicil affı... İdari yargıda görev yapan ancak hukuk fakültesi mezunu olmayanlara sınavsız hukuk fakültelerine giriş hakkı.”
Büyük olasılıkla bu “hediyeler”, HSYK seçimlerinden önce verilmeyecek... Hakim ve savcılara bir anlamda “Önce siz bizi görün. Seçimde önünüze koyduğumuz isimleri seçin, sonra biz sizi görelim” denecek.
Esas soruya gelelim... Acaba
Beşiktaş’ın taraftar grubu Çarşı’ya Gezi eylemlerinde “darbeye teşebbüs”ten dava açıldığı haberini ilgiyle okumuşsunuzdur. Ağırlaştırılmış müebbet istenen 35 kişilik Çarşı grubu “Silahlı örgüt kurarak ve Türkiye’de Arap Baharı imajı oluşturarak hükümeti devirmeye çalışmak”la suçlanıyor.
Savcıları bağlayan hukuk, mantık, insaf, izan kuralları yok mudur? İnsanları akıllarına gelen
her şeyle suçlayabilirler, aklın mantığın almayacağı cezalar isteyebilirler mi?
Peki, bir iktidarın futbol taraftarını bile çileden çıkarıp sokağa dökmesi nedir? Eğer o iktidar yasaları ve insan haklarını çiğnemese kitleler sokağa dökülür müydü?
İktidarın halka yönelik “ağır tahrik”ini görecek bir savcı yok mu?
Kılıçdar’ın gücü...
İsviçreli yazar De Lolme’ün parlamentonun gücünü anlatmak için söylediği sözdür;
Üç hafta önce umulmayan bir isim genel başkanlığa adayım diye ortaya çıktı, medyadan ve muhaliflerden de destek istemeden şöyle bir yurdu dolaştı... Birikimi yeterli mi değil mi tartışmalarına da aldırmadan kurultayda kürsüye çıktı, Genel Başkan‘ı şöyle bir salladı, 415 oyu alıp cebine koyuverdi... Böylece Kemal Bey’e karşı tabanda biriken memnunsuzluk da ortaya çıkmış oldu. Demek muhalefet sadece görünürdeki 5 - 6 milletvekilinden ibaret değilmiş...
Kemal Bey’e 500 kadar delege oy vermedi.
Bu demektir ki partide artık eskisi kadar itibarı kalmayacak... Yönetme gücü zayıflayacak... Hem partiye hem kamuoyuna geleceğe ilişkin fazlaca umut veremeyecek...
Kurultay da 500 oy kaybeden Kemal Bey’in bu durumu gelecekte tersine çevirmesi, tekrar irtifa kazanması mümkün mü?
Hayır... Onun yarın daha güçlü olacağına ilişkin bir işaret ve sebep ufukta görünmüyor...
Üstelik artık hazırda bir de alternatif başkan adayı vardır.
Kemal Bey aldığı bu yarayla partiyi 2015 seçimlerine taşıyamaz. Seçimden iyi bir sonuç çıkartamaz.
Muharrem İnce’nin 415 oyuna karşılık 740 oyla yeniden genel başkanlığa seçilen Kemal Kılıçdaroğlu geçen hafta Hürriyet gazetesine verdiği demeçte, 2015 seçimlerinde ancak anlamlı bir oy kaybı olursa istifa edeceğini söylemişti. O anlamlı oy kaybını daha şimdiden bu kurultayda yaşadı. Çok değil, iki yıl önceki 2012 kurultayında 1164 oyla genel başkanlığa seçilmişti, dün, aynı delegelerin neredeyse yarıya yakınından oy alamadı. Dünkü sonuçların bir başka ilginç yönü de şu oldu. Kemal Bey, 944 delegenin imzasıyla genel başkanlığa aday gösterilmişti. Ama o delegelerin 204’ü kabine girdiğinde, bir gün önce imza verdikleri genel başkanlarına oy vermedi. Delegelerin sadece 177’sinden imza alan, bu nedenle seçime psikolojik olarak baştan dezavantajlı giren Muharrem İnce ise oyunu 415’e çıkardı.
Bu durum neyi mi gösteriyor? Kemal Bey’e adaylık için imza veren delegelerin önemli bir bölümünün bu imzaları gönülden vermediklerini... Kabinde, baskıdan kurtulup özgür iradeleriyle başbaşa kalınca Muharrem İnce’yi tercih ettiklerini.
Bir ilginç nokta daha... Kılıçdaroğlu’nun İnce’ye fark attığı sandıklar, neredeyse tamamını kendisinin seçtiği milletvekilleri, PM üyeleri, YDK üyelerinin oy
Kemal Bey bu sütunda sorduğumuz en kritik soruya hâlâ cevap vermedi:
- Ekmeleddin İhsanoğlu’nun adaylığı kimin projesiydi?
Soru önemli... Çünkü CHP’nin hiçbir kademesinde kimsenin aklına gelmemiş bir isim partinin Cumhurbaşkanı adayı oluverdi. Bu demektir ki, en kritik konularda parti dışından bir meçhul merkez öneri yapabiliyor ve bu öneri bütün parti organlarının üstüne çıkabiliyor.
Derken Kemal Bey benzer bir projeyi ortaya attı. Ömrü Refah, Fazilet, Saadet, Has gibi İslamcı partilerde politika yapmakla geçmiş Mehmet Bekaroğlu’nu partiye davet etti. Bekaroğlu çok muhtemelen bu kurultayda CHP Parti Meclisi’ne giriyor. Bekaroğlu’nun dinci, etnik siyaset yaptığını bu sütunda yazdık. Laz Enstitüsü Başkanı. Ana dilde eğitimi misyon edinmiş. Peki CHP hakkında ne düşünmüş?
Odatv dün Mehmet Bekaroğlu’nun 2011 seçimlerinden kısa süre önce HAS Parti Trabzon İl Başkanlığı’nda yaptığı konuşmayı aktardı. Bakın muhterem neler söylemiş:
“Sayın Kılıçdaroğlu için Gandi falan dediler ama çakma Gandi görüntüsü çok ikna edici olmuyordu. Bu tutum CHP’nin değişmediğini, değişmeyeceğini gösterdi. Zaten CHP Türkiye’de demokrasi icat edileli ya da yürürlüğe gireli halkın oyuyla asla
Önümüzdeki cuma ve cumartesi CHP Olağanüstü Kurultay yapacak. CHP’nin bütün kongreleri önemlidir ama sanırız bu kurultayın önem ve anlamı biraz daha fazla ve farklı. Büyük umutlarla partinin başına gelen Kemal Kılıçdaroğlu’nun girdiği bütün seçimleri kaybederek çıkması... Partiyi büyütmek bir yana giderek küçültmesi... Partinin temel ilkelerini oluşturan 6 Ok’u yeniden yorumlayacağını söylemesi... Sağa açılım, partinin kuruluş felsefesinden uzaklaşma iddiaları... Parti içi demokrasinin durumu... Karşısına çıkan Muharrem İnce’nin vizyonu, vaatleri... Genel Merkez’ce yapılmak istenen tüzük değişiklikleri, vb. konular konuşulacak, tartışılacak, karara bağlanacak. Ardından yeni yönetim oluşturulacak.
Özetle... 100 yıla yaklaşan parti tarihinde son derece önemli ve kritik bir kurultay söz konusu.
Peki, bu kurultay kaç gün sürecek? Brüt iki gün. Net birkaç saat. İlk gün genel başkan adaylarının konuşmaları biter bitmez seçime geçilecek. İkinci gün Genel Merkez’in, daha doğrusu Genel Başkan’ın yapmak istediği tüzük değişikliği alelacele konuşulup oylanacak ve yeni Parti Meclisi seçimleri yapılacak. Oysa partinin saplanıp kaldığı yüzde 25’ten sıyrılıp yükselebilmesi için yeni bir
Cumhurbaşkanı Erdoğan , Almanya ve ABD’nin Türkiye’yi dinlemeleri konusunda:
- Büyük ülkeler dinler, diyor...
- Peki küçük ülkeler ne yapar?
- Onlar da dinlemeye karşı önlem alır.. Örneğin önemli konular “Silent Room” yani “sağır oda” adı verilen ses geçirmez odalarda yapılır, ses karıştırma cihazları kullanılır ki başkaları duymasın...
Ayrıca dinlenen ülkeler dinleyicilerden “özür dilemelerini ve dinlemeye son vermelerini isterler” ki Almanya bunu yaptı. ABD hem özür diledi hem dinlemeyi kestiğini açıkladı. Bizde ise bu yolda söz veren yok. Bizim böyle taleplerimiz olduğunu da duymadık.
ABD gibi ülkeler operasyonlarda aldıkları bilgileri ne yapıyorlar? Bunları sızdırarak dinledikleri ülkeyi sıkıştırıyorlar... Daha da vahimi... Aldıkları bilgilerden yararlanarak örtülü operasyonlara da gidebiliyorlar...
Örneğin acaba 2011 seçimleri öncesi CHP’de Deniz Baykal, MHP’de ise 10 milletvekiline düzenlenen kaset tuzağı acaba bu tür örtülü operasyon muydu? Amaç her iki partinin gücünü kırmak ve sert yanlarını törpülemek olabilir miydi? Üzerinde düşünelim....
Önce Almanya tarafından dinlendiğimizi öğrendik, ardından ABD tarafından. Üstelik ABD dinlemekle yetinmemiş, dinlemelerini İngiltere, Yeni Zelanda, Kanada ve Avusturya ile de paylaşmış. Kısacası “BBG evi”ne dönmüşüz.
Böylesine “dinlemeye açık ülke” haline gelmemizdeki, vahamet bir tarafa... Dinlemelerin böyle peş peşe faş edilmesi tesadüf mü? Yoksa bir amaca, hedefe mi yönelik? Öyle ise o amaç, hedef ne? Eski Almanya Büyükelçimiz ve eski CHP Milletvekili Onur Öymen diyor ki:
- Burada sorulması gereken esas soru dinlemelerin neden sızdırıldığıdır.
- Sizce neden sızdırıldı?
- Demek ki dinlemelerde öğrendikleri bazı şeyler sıkıntı yaratmış dinleyenlerde. Orada konuşulanların, yaparız, ederiz denilen şeylerin yapılmasını, edilmesini önlemek istiyorlar. Dinlemeleri sızdırarak, bakın, biz her şeyin farkındayız, her şeyi biliyoruz, ayağınızı denk alın, macera aramayın mesajı veriyorlar.
- Bu dediklerinizi biraz somutlaştırsak...
- Mesela Dışişleri Bakanı iken Ahmet Davutoğlu’nun odasında yapılan ve bir provokasyon sonucu Suriye’ye savaş açılabileceği yönünde ortaya konan niyet dikkatlerini çekmiş olmalıdır. Batılılar bizim onları bir oldu bitiyle savaşa sokmak