Pazar günü polis bir yandan muhaliflerin Taksim’de toplanmaması için gazlı, sulu, plastik mermili, bombalı operasyonlar yaparken; diğer yanda da Başbakan Erdoğan, Kazlıçeşme’de siyasetini anlatıyordu. Biz o gün şu mesajları aldık:
“Bana oy vermeyenlere Türkiye’de hayat hakkı tanımayacağım... Onların demokratik hakkı da olmayacak. Ben istemedikçe bir meydanda toplanamayacaklar. Bir parkta çadır kuramayacaklar. Dağılın dediğimizde dağılacaklar. Söylediklerimi yapmazlarsa çoluk çocuk gazla zehirlenmeyi göze alacaklar... Onlara savaş kurallarını bile uygulamayacağım. Gereğinde hastanelere, alışveriş merkezlerine polisim zehirli gazla girecek. Meydanı onlara dar edecek... Tazyikli suya meydan okuyan, altına girip duş yapanlar gördük. O yüzden TOMA’ların depolarına biber gazı ekliyoruz ki, suyla ıslanan ‘Oh serinledim’ diye sevinmesin... Gazla zehirlenenlere otellerini açan işadamlarıyla da hesaplaşacağız. Benim seçmenim ‘Camide içki içtiler’, ‘Başı örtülü kadını yerlerde sürüklediler’ haberleri karşısında duyarsız kalamaz. Mutlak diş bileyecek, gereğini yapacaktır. Elleri sopalı vatandaşlarım şimdiden polis desteğinde mahallelere çıkmaya başladılar. Onlar da sonuçta bizim hayat
Ülkede, halkın yarıdan fazlasına yaşam hakkı tanımayan ve iç savaş çıkartmaktan çekinmeyen bir yönetim varsa... Hem bugünden hem gelecekten korkulur...
20. günde... Bir gün önce Başbakanlıkta mahkeme sonucunun beklenmesi üzerinde anlaşmaya varılmışken... Ardından çadırların sökülmesi ve tek bir çadır bırakılması için çalışma başlatılmışken... Gezi eylemcilerine bu işe ara vermeleri yönünde tavsiyeler yapılırken...
Muazzam bir polis baskını gerçekleşti...
Kadın çoluk çocuk demeden gaz bombaları atıldı halkın üzerine... DİSK Eski Başkanı Süleyman Çelebi tabloyu “1 Mayıs 1977 katliamı” na benzetiyordu TV’de. Taksim yolları kapatılmıştı. Doktorların girmesine de izin verilmiyordu.
Devlet hastanelerinin doktor ve hemşireleri mi? Onlar hiç yoktu ortalıkta... Yabancı ajanslar koro halinde olayları: “Polis vahşeti” diye aktarıyordu dünyaya...
Talimatı Sincan mitinginde Başbakan verdi. Polisin yetkilerini sayarken cop,gaz, tazyikli su, plastik mermi yanında sahici mermi kullanmaya hakkı olduğunu da hatırlatması ilginçti!
Bir parkta çadır kuran.. Oturan, gezinen... Gelen geçeni rahatsız etmeyen yani suç işlemeyen insanları öldürücü araçlarla dağıtmaya devlet güçlerinin ne
Gezi Parkı eylemlerinin daha başında, Başbakan sözleriyle kitleleri ayaklandırdığında, Yardımcısı Bülent Arınç, ikna yoluna gidilmesi gerektiğini söylemiş ve eklemişti:
- İstanbul 6’ncı İdare Mahkemesi acilen verdiği bir kararla buradaki yapılaşmanın yürütmesinin durdurulmasına karar vermiştir. Mahkemenin kararını doğrusu yerinde ve isabetli buluyorum. İdare, bu mahkeme kararına uymak zorundadır...
Başbakan o gün kışla dayatması yapacağı yerde “mahkemenin sonucunu bekleyeceğim” deseydi hiç aradaki 17 gün yaşanmayacaktı. 4 vatandaşımız ölmeyecek, 12’si gözünü kaybetmeyecek, 60 vatandaşımız kalıcı hasarlara uğramayacak, Türkiye dünyanın vitrinine kaotik ve anti demokratik bir ülke olarak çıkmayacaktı.
Ne var ki her musibette bir hatta birden fazla isabet vardır... Başbakan’ın tetiklediği bu olayların büyük faydaları da oldu...
Toplumun ve gençlerin içindeki cevher açığa çıktı. Korku duvarları aşıldı. Halk iktidara meydanın boş olmadığını hatırlattı. Gereğinde birkaç ağaç için bile canını ortaya koyacağını anlattı. Bundan sonra pek çok şey eskisi gibi olmayacaktır. İktidar karar alırken daha dikkatli davranacaktır. Halk, ülkenin her yanında, haksız kararlara karşı daha
Bir de referandum komedisi yaşadık ki... Sormayın gitsin...
Önce dün Atina’dan arayan Mimar Doğan Hasol’un sözlerini aktaralım:
- Efendim bilimsel mesleki uzmanlık isteyen konularda referandum olmaz... Bilim ve uzmanlık neyi gerektiyorsa o yapılır...
Doğan Bey tıptan örnek veriyor:
- Örneğin bir hastalığın tedavisi için referandum yapılmaz... Tıbbın gereği yapılır...
Komedi daha önceden başlıyor. Başbakan 2 Haziran’da “Tarihi bir eser için halka sormaya gerek yok” diyor. Önceki gün fikir değiştiriyor; “Referandum olabilir” diyor. Basınımız maşallah; referandumu çözüm gibi sunuyor. AKP’nin nasıl referandum yaptığı bellidir. Referandum paketine tatlılar yerleştirir. Yönünü değiştirir. 2010 referandumunda yargıyı iktidara bağlama manevrasını askeri darbeleri bitirme aldatmacasının arkasına gizlemişti. Bu defaki referandumu da “Taksim’e camiye evet mi?” gibi bir soruya bağlayarak baştan “evet”i garantileyecektir...
Bu arada Başbakanlık’taki “istişare” de çok hoştu. Gezi olayını konuşuyorsunuz ama Gezi’den kimse yok. İstişare edilecekleri hükümet bizzat belirlemiş. Bu arada onlara “referandum”u da sormamış. Ama toplantıdan sonra Hüseyin Çelik sanki referandum
Ülkemizde iktidar ne söylüyorsa ne yapıyorsa haklıdır...
Ne var ki bu haklılığı kendilerinden başka kabullenen kimse de yok...
Dış dünya da öyle; demokrasi savaşı veren gençlerden yana...
Örneğin dünkü İngiliz gazetelerine bir göz atarsak... Financial Times yazarı David Gardner, Erdoğan’ın iktidar sarhoşluğu yaşadığını anlatıyor, sözü: “Erdoğan kendisini Atatürk’le bir tutuyor. Atatürk muhteşem bir komutandı. Erdoğan ise, artık son savaşını veren bir komutan gibi davranıyor” diye noktalıyor.
Independent gazetesinde Luke Harding, “Erdoğan’ın izlediği kutuplaştırma taktiği, Putin’in ders kitabından çıkmış gibi...” derken ekliyor: “Dün Taksim Meydanı gaz bulutu altındayken Erdoğan Türkiye’de protesto hareketinin sona erdiğini söyledi. Çok yanılıyor. Ülkenin sivil toplum hareketi bundan böyle sindirilemez...”
Guardian yazarı Simon Jenkins “Siyasi liderler neden meydanlardan korkar?” sorusuna yanıt ararken: “Bir meydanın ordusu yoktur. Oy veremez. Gidecek yeri de yoktur. Ancak meydanlar iktidara muhalif bir işgali davet eder” demiş... Gerçek siyasetin meydanlarda yapıldığını söyleyen Jenkins sözü eski Başbakan Margaret Thatcher’ın Trafalgar’daki eylemlerle savaşına
Sabah saatlerinde polis kuvvetlerinin Taksim Meydanına girişi... Vali Mutlu’nun ekranlarda:
- Amacımız sadece Atatürk anıtı ve Atatürk Kültür Merkezi’ne asılmış olan flama ve afişleri temizlemek, diye yüreklere su serpmesi.
- Gezi Parkındaki gençler katiyen zarar görmeyecek, garantisi...
Aynı saatlerde polise molotof ve havai fişeklerle saldıran tiplerin meydanda belirmesi... Marjinal gruplar denilen bu tiplere sadece uzaktan su sıkılması. Gazlanmaması.. Dağıtılmaması... Eski Polis Müdürü Sadettin Tantan’ın bile televizyonda:
- Polis bu kişileri neden yakalamıyor, diye hayretle sorması...
Ekranlara uzun süre çatışma resimleri verilmesi... Aynı saatlerde Başbakan’ın grupta sert konuşması. Bütün olumsuzlukları Gezi Parkı eylemcilerine bağlaması. Akşam polisin AKM önüne çekilmesi. Saat 19:00’da Taksim Meydanında toplanma çağırısı üzerine halkın toplanması... Saat 20 sularında marjinal gurupların polise saldırdığı gerekçesiyle polisin gaz ve suyla bütün meydanı dağıtması. Vali Mutlu’nun tekrar ekrana çıkması... Marjinal guruplarla mücadele sırasında Gezi Parkındaki gençlerin zarar görebileceğini açıklaması. O yüzden Gezi Parkı’nı boşaltmalarını tavsiye etmesi. Ve polisin
Bülent Arınç birilerinin bizi silkelemesi lazım, diyor...
Evet hem bu kâbustan uyanmak hem tutulan yolun ülkeyi iç çatışmaya hatta iç savaşa doğru sürüklediğini anlatmak için birilerinin silkelemesi lazım... Hoş, bunun faydasının olacağı da kuşkulu...
İktidarlar oy kaybedebilir... Liderler sıkıştıkları noktadan bir çıkış yolu arayabilir... Ancak böyle bir sıkıntıyı aşmak için halkın bir yarısını öbür yarısına karşı kışkırtmanın çare olduğu hiç görülmüş ve duyulmuş mudur?
PKK zaman zaman ülkeyi bölecek taleplerde bulundu. Bütün ulusun canını acıtan saldırılar düzenledi. Asla böyle mitinglere gidilmedi. Bu defa bu kadar öfke nedir?
Son olarak pazar günü dile getirilen şu taleplerde anti demokratik veya kabulü imkansız ne var:
- Gezi Parkı’nın tek bir ağacına dokunulmadan park olarak kalması ve işlevi ne olursa olsun hiçbir yapılaşma planlanmaması. Taksim’de yeni bir dalış tüneli yapılmaması.
- Hukuk çiğneyen inşaat şirketi ve hukuk dışı davranan polisler hakkında soruşturma açılması.
Özgür basınımızda önceki gün 7 gazete aynı başlığı atmıştı:
“Demokratik taleplere canımız feda”
İyi de gençlerin hangi talebi antidemokratik...
Gezi Parkı’na AVM yapılmasın... Burası halka açık park olarak kalsın, talebi demokratik talep değil mi?
“Bize kendi hayat biçiminizi dayatmayın” talebinin neresi yanlış?
***
Gençler Gezi’den çıkmıyor. Erdoğan geri adım atmıyor. İşin sonu nereye varacak?