Basınımız Başbakanımızın çevresine bir etten duvar ördü...
Oslo’da PKK ile görüşmenin ne kadar olağan sayılması gerektiğine halkı inandırmaya çalışıyor.
Kanın durması için Başbakan siyasi prestijini tehlikeye atmış...
Bu fedakârlık takdir edilmeliymiş...
İyi de.. Altı yıldır görüşülüyor ve ülkede terörün yarattığı kan ve acılar azalacağı yerde artıyorsa burada bir yanlış aramak gerekmez mi?
Kürt siyasetçi Şerafettin Elçi, İmralı ile hükümet arasında bir protokol yapıldığını ancak İmralı ve Kandil’in imzaladığı protokolü Başbakan imzalamayınca daha çok kan aktığını anlatıyor.
Demek ki müzakere süreci iyi yönetilmemiş.
İnternete bomnba gibi düşen konuşma bandı öncelikle Başbakan’ı sıkıntıya sokuyor. Erdoğan geçen yıl “İmralı ile gizli görüşmeler yapıldığı” söylendiğinde “Bunu söyleyenler ispat etmezse şerefsizdir” demişti. Görüşmeler ortaya çıkınca “Biz görüşmüyoruz devlet görüşüyor” dedi. Oslo’daki görüşmeye katılan Hakan Fidan: “Sayın Başbakanımızın özel temsilcisiyim” diyerek, bu konudaki merakları giderdi!
MİT ile PKK arasındaki görüşme bandını kim servise soktu?
Tahminler bu işi Kandil’e kara harekâtı hazırlıklarına karşı PKK’nın tezgâhladığı yolunda.
Bizim sezinlediğimiz... Bu bandın daha da kritik konuşmalar taşıyan bir devamı var ve belli koşullar gerçekleşmezse o bölüm de servise sokulacak.
MİT ile PKK’nın Oslo’da buluşması ortaya çıkınca.. Onur Öymen ünlü Phillips Raporu’nu anımsatıyor. O raporla ilgili toplantıların Norveç hükümetinin desteğiyle yapıldığı... Norveç’in Washington Büyükelçisi’nin de toplantılara katıldığı belirtilmişti.
Hakan Fidan konuşma arasında “Altı yıl önce masaya oturulduğunda” diye bir söz sarf ediyor.
Demek bu gizli görüşmeler en az 6 yıldır sürüyor...
Oda tv iddianamesinde sık sık “Ergenekon Silahlı Terör Örgütü” deyimi geçiyor...
Oysa bizzat yargı, iki yıl önce sanıkların başvurusu üzerine, “Ergenekon Örgütü” veya “Ergenekon Terör Örgütü” deyimlerinin kullanılmamasına karar vermişti..
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 26 Ocak 2009 tarihinde aldığı karar şöyle:
“Mahkememiz dava dosyası açılıncaya kadar ‘Ergenekon Terör Örgütü’ isimli herhangi bir örgüt olup olmadığı hususunu ilgili birimlerden sormuş ve bulunmadığı yönünde cevap verildiği anlaşılmış, bu hale göre böyle bir örgütün varlığı ancak yargılama sonucunda açıklığa kavuşacağından, böyle bir örgütün var olduğu yönündeki ifade yerine, iddia olunan tabirini kullanılmasına karar verilmiştir.”
Yandaş medyanın hukuku tek yanlı olarak çiğnemesine alıştık da...
Yargının bizzat kendi kararına uymuyor olması garip değil mi?
Üstelik ortada ne silah var ne silahlı saldırıya uğrayan kimse...
Başbakan başta olmak üzere iktidarın çesitli ağızlarından aynı ses gelmişti:
- Onların tek suçu gazetecilik değil, başka suçları var...
OdaTV iddianamesi açıklandı...
İddianamenin tamamını henüz okumadık. Okuyan avukatlara göre ortada gazetecilikten başka suç yok...
Avukat Serkan Günel iddianamenin öncekilere göre teknik olarak daha iyi hazırlandığını söylüyor...
Ancak içerikle ilgili aynı görüşte değil.. Ona göre...
Gazetecilik faaliyetleri zorlama yorumlarla suça dönüştürülmüş...
Doktor Selahattin Aktaş, Samsun’da bir özel hastanede çalışıyor. Geçen hafta eşiyle Bodrum’daki yazlığındaymış. Bir akşam dışarıda yemek istemişler. Tercihleri Gündoğan’daki lokantalardan biri olmuş. Yemeklerini yedikten sonra gece yarısına doğru lokantanın otoparkına parkettikleri arabalarına binmişler, tam gidecekler, gidememişler. Gerisini Selahattin Aktaş’tan dinliyoruz:
“Gidemedik, çünkü gaz vermeme rağmen baktım araba zorlanıyor. Adeta birileri arka tampondan tutmuş, hareket etmesini engelliyor. Sorun nedir diye indim, arabanın arkasına doğru gittim. Ne göreyim! Bizim arka tampona bağlanmış kalın bir ip. Ucu lokantanın mutfağına doğru gidiyor. İpi takip etmeye başladım. Tam mutfak kapısından içeri gireceğim, kıyafetinden lokantanın aşçısı olduğu anlaşılan biriyle burun buruna geldim. Adamın beni görmesiyle, “Vay benim hemşehrim”, diyerek boynuma sarılması bir oldu. Uzunca bir süre kucaklaştıktan sonra durumu açıkladı. Epey zamandır Samsun’dan uzaktaymış. Hem memleket, hem hemşehri özlemiyle yanıp tutuşuyormuş. Tesadüfen bizim arabanın plakasını görünce, ondan habersiz gitmeyelim diye bir ucu bizim tampona diğer ucu mutfaktaki boş kazanlardan birinin bacağına bağlı ip
Başbakan Erdoğan İsrail’e yönelik salvoların dozunu arttırıyor...
BM kararı üzerine “Türkiye Doğu Akdeniz’de seyrüsefer serbestisi için gerekli gördüğü her türlü önlemi alacaktır” demişti, önceki gün tehdidini daha netleştirdi:
“Bundan sonra Gazze şeridine gidecek Türk yardım gemilerine Türk savaş gemileri eşlik edecek...”
İyi de.. Açık denizde olay çıkartan, malımızı gasp eden tek ülke İsrail mi?
1. Gürcistan teröristlere silah ve erzak götürüyor bahanesiyle Karadeniz’in uluslararası sularında ticari gemilerimize el koyuyor. Aylar sonra kaptan ve mürettebatın bazılarını kurtarabiliyoruz ama gemilerimiz hâlâ Gürcistan’ın elinde.
2. Bir yıl kadar önce üç gemicimiz Somali’de korsanlarca kaçırıldı. Kimse ilgilenmediği için gemicilerimiz hâlâ rehin.
3. Aydın’ın Didim ilçesinin hemen karşısında iki ada var; Bulamaç ve Eşek adaları... Yerli, yabancı bütün haritalarda bu adaların bize ait olduğu açıkça ortadayken adalar halen Yunanistan’ın işgali altında.
Meclis Başkanı Cemil Çiçek “Tutukluluk bir tedbirdir ceza değil” dedi...
İktidar üyeleri de zaman zaman tutukluluğun uzamasını eleştiriyor!
Cezaya dönüşen tutukluluğa karşı “sözde” duyarlı mesajlar veriliyor... Ama sözde...
Esasta durum farklı... Silivri’de tahliye veren ne kadar yargıç varsa HSYK tarafından başka yerlere sürgün edildi. Davalar birbiri üzerine yığılarak bilinçli olarak uzatılıyor... Tutukluluk bilinçli olarak cezaya dönüştürülüyor...
“Tutukluluk cezaya dönüştürülmesin” temennisi boş bir temenniden öte gitmiyor.
Hapishaneleri doldurmak, tutukluluğu uzatmak bilinçli bir politikadır... Böylece muhalefet eziliyor, daha da önemlisi topluma bu yoldan gözdağı veriliyor.
Bırakın diğerlerini... Milletvekili seçilmiş tutukluları bile hapisten çıkarmaya yanaşmıyor iktidar partisi... Kimse kimseyi ayaküstü uyutmaya kalkmasın!
Hükümet üyeleri füze kalkanı konusunda halkı teskin edici demeçler veriyor!
“Türkiye’ye füzeler değil radarlar yerleştirilecek...”
Sanki halkımız hedef ülkenin önce radarları etkisiz hale getireceğini akıl edemezmiş gibi...
En çok merak edilmesi gereken soru ise şu:
Bu radarlar neden Türkiye’ye yerleştiriliyor?
Öyle ya... Daha önce Çek Cumhuriyeti’ne yerleştirilmesi planlanan radarlar, hedefi 5 bin metre uzaktan gözetebiliyor. İran’ın elindeki füzeler ise 2500 kilometre menzilli... Radarları menzil dışında bir ülkeye yerleştirmek daha akıllıca değil mi? Neden Türkiye.. Üstelik Türkiye’nin doğusu...
Yaygın kanı: