TBMM tatilde.. İktidar partisi Kanun Hükmende Kararname’lerle rejimi değiştiriyor. Hiçbir zaman sıcak bakmadığı teftiş kurullarını ya tümden ortadan kaldırıyor ya da işlevsiz hale getiriyor. Rekabet Kurulu’ndan Kamu İhale Kurumu’na kadar tüm bağımsız kurullar iktidara bağlandı. Kültür ve Tabiatı Koruma kurulları kaldırıldı. SİT kararları lağvedildi. Bütün ülkenin tapu dairesi merkeze alındı. Türkiye Bilimler Akademisi TÜBA ile TÜBİTAK da lağvedilme aşamasında. Nerede bir teşkilatlanma varsa oraya iktidar elini sokuyor... Bütün ipler merkezde toplanıyor. CHP Konya Milletvekili Atilla Kart diyor ki:
- Tek cümleyle ifade etmek gerekirse iktidar Türkiye Cumhuriyeti’ni AKP’lileştiriyor. Anayasa ve yasa değişikliklerini bunun için yaptı. Böylece yargıyı denetimi altına aldı. Üniversiteler, medya, sendikalar, sivil toplum kuruluşları da keza. TSK üzerindeki operasyon halen devam ediyor. Öyle görünüyor ki şimdi sıra teftiş kurullarına, tabiat ve çevre kurullarına hatta TÜBA ve Kızılay gibi bilim ve yardım kuruluşlarına geldi. Hızla parti devletine doğru gidiyoruz. Türkiye üzerinde büyük bir oyun oynanıyor ve bu oyunun baş aktörü sanıldığı gibi Başbakan değildir.
- Kimdir peki?
-
Mavi Marmara kararı üzerine İsrail’e ateş püsküren hükümet aynı gün aynı ülkeye büyük bir de kıyakçılık yaptı; füze kalkanı radarlarının ülkemize yerleştirileceğini açıkladı.
Füze kalkanının İran’a yönelik bir savunma (hatta saldırı) sistemi olduğuna kimsenin kuşkusu yoktur.
Ülkemizin doğusuna yerleştirilecek radarlar İran’dan atılan bir balistik füzenin ilk fırlatılma evresinde (saniyede 1200 metre hıza ulaşmasına kadar olan sürede) imhası için uyarıyı yapacak, yakın bir alana yerleştirilecek füzeler ateşlenerek İran füzelerinin imhası sağlanacaktır.
Teorik olarak füze kalkanı projesi Avrupa’yı korumaya yönelik.
Ancak İran’ın fırlatacağı füzenin Avrupa’ya mı İsrail’e mi yöneleceği belli olmadan imhası yoluna gidileceği için İsrail aynı ölçüde yararlanacaktır.
* * *
Sistem tabii ki öncelikle Türkiye’yi hedef haline getiriyor.
Ankara’da derdi olan Anıtkabir’e çıkıyor... İstanbul’da derdi olan İstiklal Caddesi ve Cumhuriyet Anıtı’na...
İstiklal sadece bir cadde midir? Taşıdığı isim bir tesadüf mü?
Tarih öyle olmadığını söylüyor.
Sovyet edebiyatçısı Lev Nikulin, 1933 yılında Pera Caddesi’nin nasıl İstiklal Caddesi olduğunu anlatır. Ona göre bağımsızlık için büyük savaş İzmir’de cerayan etmiş, bağımsızlık için küçük savaş ise İstiklal Caddesi’nde...
Yataklı Vagonlar (Vagons Lits) şirketinin Pera’daki ofisinin çalışanlarından Naci Bey, iş esnasında Türkçe konuştuğu için Belçikalı Müdürü Mösyö Jannoni tarafından cezalandırılır. Cezayı ödemeyi reddedince de işten atılır. Mösyö Jannoni’ye göre Pera’da uluslararası bir şirkette elbette Batı dili konuşulur. Aynı gün Vagons Lits şirketinin hem İstiklal Caddesi hem Galata şubeleri gençler tarafından basılır, her iki mekânın camı çerçevesi yere iner.
Gençler daha sonra Cumhuriyet gazetesine giderek basının “Miss Turkey” tartışmaları yerine bu konuları haberleştirmesini isterler.
Ertesi gün gazeteler baştan aşağı bu olayla dopdolu olarak yayımlanır.
Genç ve titiz tarih araştırmacısı Sinan Meydan, son yazısında:
“Bu ülkede birileri sürekli İsmet İnönü’nün cami kapattırdığını söylerken (ki bu kocaman bir yalandır) nedense hiç kimse Atatürk’ün cami yaptırdığını söylemez” diyor...
Mesela...
“Fransa’daki Paris Camii (la MosquÈe de Paris) Atatürk’ün yardımlarıyla tamamlanmış; Japonya’daki Tokyo Camii (Tokyo Jamii Mosque) ise bizzat Atatürk tarafından yaptırılmıştır...”
Mustafa Kemal, 1919- 1938 arasında her yıl Paris Camii’nin yapımı için “Bizim de çorbada tuzumuz bulunsun” diyerek onar bin frank para göndermiştir. Atatürk’ün ölümünden sonra bu yardım kesilmiştir.
Bilgiyi veren; Paris Camii ve Enstitüsü rektörü Abbas Bencheikh El Hocine’dir.
Caminin şeref defterinde II. Abdülhamit ve M. Kemal Atatürk’ün Paris Camii’nin inşasına maddi ve manevi katkıları olduğu belirtilmektedir.
İngiliz basını Türkiye’yi Suriye’ye doğru kışkırtıyor... İşte The Times’ın gazı:“Esad’ı ancak Türkiye devirebilir.”Türk kamoyunu savaşa hazırlamak için bir dış organizasyon var gibi...Bizim basında da Suriye’ye çeki düzen vermenin Türkiye’nin görevi olduğunu telkin eden güzellemeler çıkıyor.Komşuda olup bitenler bizi ilgilendirmiyor demek elbet yanlış olur...Nerede bir insan hakları ihlali varsa tüm uygar dünya ilgilenmekle yükümlüdür.Ancak ilk çözüm silaha sarılmak mı?..Suriye’de olup bitenler Türkiye’nin iç meselesi değildir.Uluslararası toplumun ortak sorunudur.Bu konudaki görüşümüzü BM’de dile getiririz... Uluslararası toplum olarak önlemeye çalışırız...Olmadı biraz daha ileri gider... Suriye ile yaptığımız anlaşmaları askıya alırız... Askeri müdahaleye başvurmadan önce yapacak o kadar çok şey var ki...En yapılmaması gereken ise Batı’nın taşeronu durumuna düşmektir...* * *Suriye Osmanlı bakiyesi imiş...O zaman iç işimiz oluyor haliyle!Kıbrıs oradaki onca soydaşımıza rağmen iç işimiz olmuyor...Irak’ta 3 milyon Türkmen yaşamasına, Güneydoğu’muzdaki terör Irak’tan beslenmesine rağmen orası da iç meselemiz değil.Ama Suriye iç
Elimizde, “TBMM Genel Sekreterliği Stratejik Plan İzleme Değerlendirme” başlıklı bir rapor var. Raporun, “Güvenlik içeren bilgilerin güvenliğinin sağlanması için gerekli altyapının oluşturulması” ara başlıklı bölümünde yer alan açıklamayı okuyoruz:
“2010 yılı başında yeni güvenlik duvarı işletmeye alınmıştır. Yeni güvenlik duvarı yeni çıkan saldırılara karşı duyarlı olup çok kısa sürede kendini güncellemektedir. Sistematik olarak 5651 no’lu yasanın (internet güvenliği) gerektirdiği log kayıtlarını (kim, nereye ulaştı) tutmaktadır. Ayrıca internet üzerinden gelen saldırıları raporlama ve içerik denetleme özelliğine sahiptir. Projenin gelişen bilgi işlem teknolojilerine karşı plan dönemi boyunca güncel kalacağı düşünülmektedir.”
Bu teknik ifadelerin ne anlama geldiğini eski CHP milletvekili, bilişim uzmanı Tacidar Seyhan’a sorduk. Aldığımız yanıt:
“TBMM’ye yeni bir yazılım koydular. Bununla milletvekilleri başta olmak üzere Meclis’te bilgisayar kullanan herkesin bütün yazışmaları... Gönderilen ya da gelen mailler... Kim, hangi siteye girmiş, ne kadar kalmış tek tek izlenebiliyor. Bilgisayarınızın klavyesine dokunduğunuz an sistem devreye giriyor ve sizin yaptığınız bütün
AKP iktidarı yıllardır canla başla farklı bir dış politika inşası için çalışıyordu... Bu politika Graham Fuller’in ‘Yeni Türkiye Cumhuriyeti’ kitabının arka sayfasında güzel özetlenir:
“Türkiye artık o eski, bildik Türkiye değil. Klasik sadık ABD müttefiki rolünden vazgeçmiş, dış politika kartlarını daha akıllıca oynamaya başlayan bir Türkiye, Ortadoğu’daki güç dengesinin kurucularından biri.. Geleneksel tek odaklı Batıcı dış politika anlayışının terk edilmesi; Batı dünyası ve özellikle AB ile ilişkiler askıya alınmaksızın vizyoner bir bakışla İran, Suriye, İsrail, Rusya ve diğer ülkelerle münasebetler geliştirilmesi, Türkiye’ye eskiye nispetle oldukça geniş bir hareket alanı getirdi...”
Ortadoğu’da komşularıyla “sıfır sorun” politikası uygulayarak kişilikli, bağımsız bir dış politika geliştiriyor sanılan Türkiye, birden şaşırtıcı bir U dönüşü yaptı. NATO’nun Libya saldırısıyla birlikte ABD’nin taşeronluğuna soyundu. Sıradan bir ABD uydusuna dönüştü...
Suriye ile düne kadar sıkı dosttuk.. Suriye hükümeti yanlış yapıyorsa dostça uyarılarda bulunur, dost gibi davranırsınız. Oysa Ankara öyle yapmıyor. Düşmanlarla aynı dili kullanıyor.
Psikolojik savaşta en ön safta yer
Şambaba’ya ayıp...
Daha düne kadar canciğer kuzu sarmasıydık...
Bir gün onlar bize oturmaya geliyor, ertesi gün biz onlara gece yatısına gidiyorduk...
Suriye Devlet Başkanı Beşar Esat’la eşi Esma, adeta akrabımız olmuştu.
Birden şemsiye tersine döndü...
Şimdi ABD hatırına Esad’ı vurmaya hazırlanıyoruz...
Ankara’da savaş hazırlıkları seziliyor...