Hava harekâtıyla sonuç alınamaz. Öldürücü darbeyi vurmak için kara harekâtı şarttır.Bu açıdan bakıldığında, hükümetin haftalardır ağzında gevelediği sınır ötesi operasyon gerçekçi bir politika seçeneği değildir. Bir propaganda egzersizidir. Hükümet yollardan akan şehit cenazeleri karşısında çaresizliğini örtmek ve kamuoyunun gazını almak için "Amerika'ya bile kafa tuttuk ama olmadı" havası vermeye çalışıyor.Saddam döneminde yapılan birçok sınır ötesi operasyondan hiçbiri terörü önlemedi. Şimdi yapılacak bir operasyonun sonucunun değişik olacağını düşünmek için bir neden yoktur. İsrail-Hizbullah savaşından Türkiye'nin çıkarabileceği önemli dersler var. Bunlardan birincisi şudur: Orada, İsrail'in Lübnan'da yapmaya çalıştığı ve beceremeyeceği gibi, terörden arındırılmış tampon bir bölge kurmak da yapılabilir değildir. Bunun için sınırımızın güneyindeki bölgeye hâkim olan Irak Kürtleriyle çatışmayı göze almak lazım. Bu askeri olarak mümkün olsa bile pratik değildir. PKK'dan kurtulayım derken onlardan da beter olan peşmergelerle (ve muhtemelen Amerikalılarla) çatışmaya göze almak sadece bir belayı daha büyük bir belayla takas etmektir.İkinci ders: Büyük ordular terörist örgütler
Yıldırım'a bağlı Türksat adlı kamu iktisadi teşekkülü kısa bir süre önce emrivakiyle özel sektörün elinde bulunan kablo sektörüne el koydu. İşi taşeronlara verdi.Olayın bir ucunda Tasarruf Sigortası Mevduat Fonu (TMSF) olmasaydı özel sektör herhalde her zaman olduğu gibi kuyruğunu bacaklarının arasına kıstırıp bir köşede suspus olacaktı.Ama kablo sektörünün yarıya yakını TMSF pörtföyündedir. TMSF bu varlıkları el konulan İktisat Bankası'ndan devraldı. Fon, kısa bir süre önce, çalıştırıp borçlarını geri ödemesi için kablo şirketlerini bankanın eski sahibi Erol Aksoy'a iade etti. Ama Ulaştırma Bakanı devreye girip kablo sektörünün tamamına el koyunca TMSF'nin 950 milyon dolarlık borcu tahsil etme şansı kayboldu.Daha doğrusu, durum değişmezse, kaybolmuş olacak. Hükümet özelleştirme politikası güdüyor. Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım kendi özel gündemine göre devletleştiriyor. TMSF'nin meydanı terk etmeye niyeti yok. Kablo şirketlerinin varlıklarına haciz koydu.Türksat'ın savı ise şudur: Türk Telekom'un özelleştirilmesinden sonra kablo şirketlerinin fonksiyonu bitti, mülkiyet bana geçti.İki hafta kadar önce Ulaştırma Bakanı Yıldırım başkanlığında, TMSF ve Türksat başkanının katıldığı
Diğer bankalar nispeten kısa müzakerelerin ardından patır patır satılırken Akbank işi neden bu kadar uzadı diye sorabilirsiniz?Bunun birkaç nedeninden biri sektördeki en kârlı banka olan Akbank'ın çok pahalı bir varlık olmasıdır. Akbank, tek başına Türk özel sektörünün iki devi olan Sabancı Holding ile Koç Holding'in toplamından daha değerlidir.Pazartesi günkü kapanışta Akbank'ın piyasa değeri 11.659 milyar dolar iken Sabancı Holding'in 6.690 milyar dolar, Koç Holding 4.745 milyar dolardı. Akbank, kendisiyle stratejik ortak olmak isteyen yabancı bankalarla görüşmek üzere yetkilendirdiği UBS'in danışmanlık anlaşmasını ikinci bir altı ay daha uzattı. Konuyu yakından izleyenlere göre "en gerçekçi tahmin" Sabancı ailesinin, elinde bulunan % 66'lık blokun % 20'lik bölümünü satacağıdır. (Hisselerin gerisi borsada işlem görmektedir.) Pazartesi günkü kapanışa göre bu hissenin değeri iki milyar doların üstündedir. Hatırlanacağı gibi, Fortis Dışbank'ın tamamına 1.2 milyar dolar, Koç Finansal Hizmetler Yapı Kredinin % 57'sine 1.5 milyar dolar ödemişti.Eğer UBS Akbank hisselerine kurumsal yatırımcılar veya private equity'ciler (hisselere değer kazanınca çıkan büyük paralı özel
Erdoğan'ın gönlünde İslami aslanlar yatıyor. Türkiye'nin çıkarları Ortadoğu'da İsrail'le yakın ilişki içinde olmayı gerektiriyor. Lübnan'ı bombalayan İsrail uçakları Konya'daki üslerimizde eğitim yapıyor.Erdoğan, ne kadar bastırmaya çalışırsa çalışsın, bütün dinciler gibi Yahudilerden nefret ediyor. Bu nefreti dizginlemek gerektiğinin farkında. Ama elinde değil. Ortadoğu'da ne zaman İsrail, Hamas veya Hizbullah'la çatışsa, kontrolsüz bir hiddet ve diplomasi yüzü görmemiş bir hamlıkla ağzına ne gelirse söylüyor. Hızını alamıyor, Amerika'ya da yükleniyor.Türkiye'de Amerikan aleyhtarlığının rekor düzeye çıkmasının en büyük nedenlerinden biri, Erdoğan'ın Amerikan aleyhtarı retoriğidir. Avrupa Birliği fikrinin popülaritesinin azalmasının bir nedeni AB içindeki Türk aleyhtarlığı ise, diğer nedeni Erdoğan'dır. Eskiden Türkiye'nin öngörülebilir bir dış politikası vardı. AKP iktidara geldikten sonra bu politika değişti. Bu değişiklik Türkiye'nin ulusal çıkarlarında bir değişiklik olduğu için ortaya çıkmadı. Başbakan Tayyip Erdoğan'ın önyargılarından ve tarafgirliklerinden kaynaklandı. Bu konularda çok başarılı olduğunu kabul etmemiz gerekir. Kendi(si)ni liberal ve Batı yanlısı addedenler
Bir şeyi almaya veya vermeye ihtiyacım olduğu için değil. Canım sıkılıyordu. Bir şeyler satın alırsam hem vakit geçirir hem de havam değişir diye düşündüm. Yeni şeyler satın almak insanın kendini iyi hissetmesini sağlayan hormonlar salgılıyormuş beyinde. Geçenlerde bir yerlerde okudum bunu. Neyse. Akmerkez'e gittim. Birçok dükkânda ucuzluk vardı. Tom Cruise'dan fazla çorabım olmasına rağmen Façonnable'a girip dört çift çorap aldım. "Çoraplar ucuzlukta değil" dedi satıcı. Ardından Beymen'e gittim. Yeni sezonun ürünlerinden birkaç kaşmir ceket denedim. "İhtiyacınız varsa sezon başlamadan alın" dedi satıcı. "Sezon ilerleyince bedeninize göre bulamayabilirsiniz." Yazın göbeğinde kışlık ceket? "Sonra gene uğrarım" dedim. Bu sırada gözüme bir tezgâhın üzerinde teşhir edilen iç çamaşırları çarptı. Zimmerli. Dünyanın en kaliteli erkek iç çamaşırı olduğu söylenir. İsviçre'de eski makinelerde yapılıyor. "Varsa büyük bir tişört denemek istiyorum" dedim. Satıcı bir tane büyük verdi. Denedim.Tıpatıp vücuduma uydu. "İki tane alacağım" dedim. "Zaten iki tane kaldı" dedi satıcı. Ekledi. "Bunlar ucuzlukta değil." Geçenlerde bir gün alışverişe gittim. Birkaç gün geçtikten sonra, tişörtü
Askeri uzmanlar Hizbullah'ın elinde 25 kilometreden 200 kilometreye kadar menzilli İran yapımı 20.000 civarında füze olduğunu söylüyor. Hizbullah istese 200 kilometre menzilli Zelzal 2 füzeleriyle rahatlıkla Tel Aviv'i vurabilir. Ama İran'ın izni olmadan Hizbullah bunu yapmaz. Çünkü yaparsa savaş İran'ı da içine alacak biçimde tırmanabilir.Ama Hizbullah'ın savaşın nereye kadar tırmanacağını umursamaktan vazgeçeceği bir zaman gelebilir.Hadi diyelim ki o gün bu gün değil. Bir başka gün, ay, yıl, silahlar tekrar konuşmaya başladığında daha uzun mesafelere atılabilecek daha güçlü roketlerin Tel Aviv veya Kudüs'ün tepesine düşmeyeceğini kim garanti edebilir?İsrail'in gazabı eninde sonunda İran'a ve Hizbullah'ın diğer destekçisi olan Suriye'ye yönelecek. Çünkü Hizbullah'ı silahlandıran, eğiten ve finanse eden bu iki devlettir. Hizbullah'ın nelere muktedir olduğunu gördükten sonra İsrail (ve Amerika) İran'ın nükleer silahlara sahip olmasını göze alamaz. Arapları silindir gibi ezdiği 1967 savaşından bu yana ilk defa İsrail giriştiği bir mücadelede çabuk ve kesin zafer elde edemedi. Yoğun bombardımana rağmen Hizbullah'ın roket yağmuru devam ediyor. Bazıları üçüncü dünya savaşının
Hükümet işin inşaat bölümünü Nurol, Cengiz, Çelikler adlı üç Türk şirketiyle Zueblin adlı bir Alman şirketine verdi.Neden bunlara da başkalarına değil?Bu soruyu konuyla ilgili birçok kişiye sordum ama kimseden tatminkar bir cevap alamadım. DSİ Genel Müdürü Prof. Dr. Veysel Eroğlu bana yolladığı bir mektupta "Ilısu Baraj inşaatında göz önüne alınan kriterler firmaların kapasite ve ehliyetleridir," dedi. Bu kifayetli bir açıklama değildir. Çünkü kapasite ve ehliyet açısından en az yukarıdakiler kadar iyi birçok şirket var. Örneğin Enka, Tekfen, Yüksel. Ilısu Barajı ile ilgili olarak sorulacak en önemli soru şudur: Neden ihalesiz yapılıyor? Ilısu ile açılan bir dava vesilesiyle Danıştay "neden baraj ihalesiz yapılyor" sorusunu Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'na sordu. Güvenilir kaynaklardan aldığım bilgiye göre bakanlık bu soruya "dış kredili işler ihalesiz yapılır," gibi bir cevap verdi.Bu külliyen yanlıştır. Ama Danıştay cevabı tatminkar buldu ve üzerine gitmedi. Ve bence büyük bir ihmalede bulundu. Eğer aynı şeyi Hazine'ye sormuş olsaydı doğru cevabı alacaktı: Dış kredili, işler ihalesiz yapılır diye bir kural yoktur. İşin doğrusu şudur: Ilısu Barajı'nın ihale ile
Bu savı biraz analiz etmekte yarar var. "Hortum" bazı bankaların içlerinin sahipleri tarafından boşaltılması işini tarif etmek için, sanırım, Vatan köşe yazarı Necati Doğru'nun icat ettiği bir sözdür. "Hortumlama" fiili ise daha çok politikacı-bürokrat-işadamı konsorsiyumlarının Hazine kaynaklarını kendi özel banka hesaplarına nakletme amelini tarif etmek için kullanılıyor.Daha kolay hayal etmek istiyorsanız bir itfaiye aracı ve ondan çıkan hortumlardan yangın yerine su hortumlayan itfaiye memurlarını düşünün. İtfaiye aracı yerine Hazine'yi koyun. Hortumlanan su değil, milletin vergilerinden toplanan para olsun. Hortum yangına su değil, İsviçre'deki bazı banka hesaplarına para fışkırtıyor olsun. Ve tabii itfaiye memuru yok. Politikacı var. Bürokrat var. İşadamı var. Başbakan'ın iktidara geldiğinden bu yana tekrarlamaktan hoşlandığı bir cümle var: "Hortumlarını kestik, onun için feryat ediyorlar." Bu iddiayı, bu veya buna benzer kelimelerle, geçen cumartesi günü Ilısu Barajı'nın temelini atarken yineledi. Başbakan "Hortumlarını kestik" derken, "Bazı büyük gruplara, bizden önce, politikacıların ve bürokratların işbirliğiyle Hazine'den yapılan para transferini kestik" demek istiyor.