Muson iklimine bağlamış İstanbul - Ankara hattından şikayetim yoktu aslında. Yağmuru severim. Kitap okumayı, film seyretmeyi, yalnızlığı, evini seven herkes gibi… Ancak işin içinde iki yaşında bir aile ferdi olunca durum değişiyor. O küçük şey, parka gidemeyince canavarlaşıyor çünkü. Bu yüzden bekarken “Aaa o vıcık vıcık sıcağa mı gidilir?” dediğim Antalya’dayım.
Çocuklarını alıp anne - babalarının yazlığına giden arkadaşlarım için, “Öff ne sıkıcı!” diye iç geçirdiğim yıllar mazi oldu.
Bu hayatta ayıplayıp alay ettiğim, “Ezik” dediğim daha ne kadar şeyi yaşayacağım acaba? Çok düşünüyorum bunu! “Nasılsa başıma gelecek, hazırlıklı olayım” diye değil… “Bak aynısını yaşıyorum” demek yerine kötü hatıralarımı başkalarına yaşatmamak adına çabalıyorum. Mesela, 37 yaşına kadar uçakta, plajda, restoranda çocuk gürültüsünden çok annelerin rahatlığından muzdarip biriydim. Şimdilerdeyse azan, koşan, bağıran bir çocukla yaşıyorum.
Farkım, çocuğumun etrafı rahatsız ettiğini fark ettiğim anda ‘çözüm arayışım’, çaresizsem en azından ‘utanıyor’ oluşum.
Tatil döneminde çocuklu aileler için önerilerim var:
Çocuksuz arkadaşlarınızla onlardan özel talep gelmedikçe yalnız buluşun.
Çocuksuz çiftlerle ta
Arda Turan sonunda kız arkadaşıyla el ele sokaklarda… Türk insanı, eşi dostu kadar sevdiği futbolcunun, ünlünün de zamanı gelince aileye, çoluk çocuğa karışmasını ister. Aslında sırf bizde değil bütün dünyada sanat ve spor dünyasından isimlere bakın; belli bir yaşta evlenerek klasman değiştiriyorlar.
Arda’nın son dönemlerde magazinde fazlaca yer alması hayranlarını kızdırıyor gibi sanki. Belki de bu yüzden futbolcunun yakın çevresi ünlü olmayan sevgiliyi şimdiden gelin adayı ilan etti. “Bir erkek en aşık olduğu değil, en doğru zamanda hayatına giren kadınla evlenirmiş.” Bunu bir kitapta okudum.
Bu ilişkinin sonu evlilik olur mu bilemem ama Aslıhan Doğan cephesinde bundan böyle hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı kesin! Genç futbolcuyla ilişkisi süresince ‘Arda’nın sevgilisi’; ilişki evliliğe giderse ‘futbol camiasının yeni yengesi’; ilişki biterse de ‘Arda Turan’ın eski sevgilisi’ olarak magazin dünyasında yerini aldı bile...
Esmersoy niye kızdı?
Yakın zamana kadar Arda - Burcu haberleriyle yatıp kalkıyorduk. Aralarındaki tam olarak neydi bilmiyorum. Yedikleri, içtikleri, hediye edilen pahalı saatler, büyük dostluk söylemleri gündemdeydi.
Esmersoy
Instagram’daki bir çantanın fotoğrafını çekip büyütüyorum, taklit mi orijinal mi şıp diye anlıyorum. Çünkü ikinci el butiği var!
New York, Londra gibi şehirlerde Sharon Stone, Mary Kate, Rachel Zoe ve daha bir sürü isim ikinci el satış yapan mağazalardan çıkarken görüntülenebiliyor.
Bizde de son zamanlarda yaygınlaşmaya başladı ikinci el merakı...
Ankara’da bulunan Happily Seconds Butik’in sahibi Ceren Sür’ü yakalamışken bir sürü soru sordum. İşte anlattıklarından bazıları:
“En çok çanta satıyoruz. Ama kadınlar bu konuda çekimser. Özellikle Ankaralılar İstanbul’dan gelen ürün istiyorlar, arkadaşlarınınkini almaktan korkuyor. ‘Bu çanta filancanın değil mi?’ ‘Aa biliyorum, bilmem kim bunu sana getirecekti’ gibi ‘uyanık’ taktiklerle ürünün kime ait olduğunu öğrenmeye çalışıyorlar.”
“Anadolu’da da kadınlar markaya çok düşkün. Özellikle Konya ve Kayseri’den çok müşterim var.”
“Kadınlar ürünleri şoförleriyle alıp gönderiyor. Gözlük ve şapkayla gelenler oluyor. Alışveriş merkezinin ön taraflarında bir mağazaya taşınmayı düşündüm ama sürekli müşterilerim ‘Hayır, arka tarafta kal’ diye ısrar etti.”
“Benden ürün aldığını
Geçmiş yaşamımda kesin bir kuru temizlemecide ütücüydüm. Şimdiki hayatımdaysa elime almadım. Pardon aldım, ilkinde arkadaşımın koltuğunu, diğerindeyse bir gömlek yaktım. ‘Bir eli yağda diğeri balda’ yaşıyorum demek değil bu. Ütü denen cihazla aramda garip bir ilişki var.
Mesela bir ütü,benim evimde bozulmadan bir ay dayanmaz, ona dokunmadığım halde. Denemediğim marka kalmadı, hiçbiri sevmedi beni!
Haydi ‘beceriksizim’ ütü yapamıyorum ama ‘gezmeyi de başaramıyorum. Kapıdan çıkarken giyiniyorum, 10 dakikada paçavraya dönüyor üstümdekiler.
Davetlerde kadınlara bakıyorum. ‘Nasıl bu kadar formdalar?’sorusunun cevabı belli: Açlık sınırında bol hareket. Ama ‘Nasıl bu kadar ütülü kalabiliyorlar?’ kocaman soru işareti. Arabaya binip kemer bağlamıyorlar mı? Bir davetten diğerine koşarken biblo gibi bozulmamak nasıl bir şey?
Yoksa ‘buruşukkovar’ deterjan ya da sprey çıktı da benim haberim mi yok? Ya da cep telefonu boyutunda buhar cihazı. 10 cm. mesafede tutuyorsun, anında mumya oluyor üstündekiler. Üreticilere çağrımdır, soruna acil çözüm aranıyor! Sırf kendim için istemiyorum! Ben mumya olsam ne olur, celebrity değilim, değilim! En fazla “Pasaklı” der geçerler. Ama
Bozuğum. Aileme, öğretmenlerime, üzerimde emeği olan herkese…
Kimse bana, “Kızım geç aynanın karşısına bacağını, oranı buranı, aklını beğen; önce sen gör ki başkalarına da kolayca yuttur” filan demedi. Aksine, “İnsan marifetini söylemez, bırak başkaları görsün” gibi demode metaforlarla büyüdüm.
Instagram’a tek başıma selfie koyduğumda like’lamayan bir annem var. Sorunca, “Sen benim kızımsın, insan kendi kendini beğenir mi?” diyor. Bize gelince ayıp, ama bakın ‘Paramparça’daki ‘Keriman’a… Hürriyet’ten Savaş Özbey’e “Güzel bir kadınım. Fiziğime dikkat ediyorum. Sanırım boş güzellik işe yaramıyor. Akıllı da kadınım. İkisinin kombinasyonu az bulunur, herhalde o yüzden bana seksi diyorlar” demiş Nursel Köse. Üzerine de “Özgüvenli olmayı yurt dışında öğrendim. ‘Başarılı bir yönün olduğunda önce kendin göreceksin’ derler oralarda” gibilerinden devam etmiş...
İyi de ben de bir süre yurt dışında okudum. Öyle bir şey öğretmediler. Okur maillerini bile yüzü kızarmış emolojiyle cevaplayarak bitiriyorum. Özgüvenimi nerede kaybettim ben? Şaka bir yana hepsi iyi hoş da; akılla güzelliğin birleşip seksi kadının ortaya çıkması bizim ülkeye pek uymadı sanki di mi?
‘Paramparça’yı kaçırmadan izliyorum.
“Yaşam aynı zamanda inatçı bir öğretmen… Bir dersi öğretinceye kadar tekrar tekrar hatırlatıyor… Peş peşe ağır dersler sen öğrendiğinde bir anda bitiyor… Öğrendim diyorsun, sabırdan geçiriyor. Öğrendiğinin tam tersi bir olayla çıkıyor karşına… “Yok artık” dersen başa dönüyorsun, demezsen bir adım ileri…”
Bu sözler, Gülben Ergen’in ‘Öğrendim Ki’ adlı kitabının 83’üncü sayfasından… Çoğunuza, hele de kendi iç dünyasıyla yolculuğa çıkmış olanlara çok tanıdık gelmiştir.
Şanslı - şanssız insan ayırımına değil, insanların konulara göre şanslı - şanssız dönemleri olduğuna inanıyorum. İlişkide, parada ve sağlıkta, şanslı ya da şanssız dönemler gibi… Bazen bunların bazıları bir araya gelip şanssız bir dalga yaratabiliyor. İşte o dönemde ya ‘olmayana’ yoğunlaşıp olumsuzu büyüteceğiz ya da varolanı kabullenip, dalgayı aşıp daha güzel denizlerde daha iyi yüzücü olacağız.
Kendine ait bir yol
Gülben Ergen, yaşamında karşılaştığı kırık basamakları doğru adımlarla daha renkli ve geniş yollara ulaşmak için avantaja dönüştürmüş biri… Doğru adımlar derken ‘uyanık stratejilerden’ değil, iç dünyasındaki yolculuktan beslendi.
2002 yılından bu yana ilerleyişini herkes gibi ben de takip
Ata Demirer Hürriyet’ten İzzet Çapa’ya “‘Ben çok deliyim’ diyenlere tahammülüm yok” demiş. Alın benden de o kadar!
Yanlış anlamayın, gerçek delilerin başımın üstünde yeri var. Sıradanlığın tepesinde yaşayıp kendilerini sıra dışı, çılgın ilan edenlere sözüm. Bir bakın çevrenizdeki bu insanlara…
Evli olanların; eş, çocuk, iş, gezme - yeme - içme döngüsünde bir yaşamları vardır. Yeni açılan restoranlara, pazar sabahları ailece kahvaltıya giderler. Yazın güney bölgesinde tatiller, kışın kayak, belirli zamanlarda yurt dışı seyahatleri olur… Spor yaparlar. Bazen alkolü abartıp sarhoş olur, çılgınca dans ederler. Çocuklarıyla top oynar, koşar, gülüp eğlenirler… Trendleri takip eder, kaçamak seyahatlere gider, hızlıca bavul hazırlar, her fırsatta yeni yerler keşfederler.
İyi de bunların hiçbiri delilik değil ki! Belli bir gelir düzeyinin yaşam biçimi.
İnsanın çılgın, sıra dışı dolayısıyla ‘deli’ kabul edilmesi için, ne bileyim canını tehlikeye atacak riskler yaşaması, zaman zaman konforundan vazgeçebilmesi, hayatını hesapsız kitapsız değiştirebilmesi gibilerinden örnekler lazım bence.
Demet Akbağ, aynı söyleşide kendisini “Evli, mutlu, sıkıcıyım” olarak tanımlamış.
“İyi ki annen olarak beni seçtin güzel kızım / yakışıklı oğlum” tadında sözler yazacağız sosyal medyaya pazar günü. Çocuklarımızla yanak yanağa selfie’ler ekleyerek tabii...
Gülmeyin, çağın raconu böyle! Sevdin mi ilan edeceksin!
Bir kızım olsun istemiştim. Öyle istemişim ki doktorlar hamileliğimin beşinci ayına kadar kızım olacağını söylediler. Daha doğrusu doktorum “Bu erkek” deyince başkasına gittim. Diğeri “Kız” dedi, istediğime inandım! Öyle inandım ki ona rengarenk babetler aldım. Adını ‘Pera’ koyacaktım.
Gerçeği öğrendiğimde perişan oldum. Utanıyorum! Çünkü şimdi 19 Mayıs’ta 2 yaşına basacak olan Ali’siz bir dünya düşünemiyorum. Öte yandan o minik canavarın bütün yaşamımı yönetmesine de gıcık oluyorum bazen.
Geleceği daha çok planlıyorum. “Anı yaşa” deyip duruyorlar, nafile! Daha şükrediciyim ama daha endişeliyim. Küçücük bir
adım için beş olasılık hesaplıyorum. Biraz da domestik oldum sanki!
Çocuk sahibi olmak harika, ama insanın hayatı toz pembe bulutlarla filan kaplanmıyor. Eskiden de mutlu, mutsuz, sevinçli, kasvetli anlarım vardı. Hâlâ öyle! Bir günüm diğerini tutmuyor.