"Ekonomik reformlarda en başarılı olan ülkeler, ekonomilerinin direksiyonunu kendi ellerinde tutan ülkeler oldu. Ben IMF'yi temsilen çok sayıda ülkenin yetkilileriyle masaya oturdum; bu görüşmelerde karşımda oturan maliye ya da ekonomi bakanının, ülkesinin krizden çıkması için neler yapılması gerektiğini iyi bildiğini anladığımda o ülkenin programı başarıyla uygulayacağına güvenim artıyordu. Ayrıntılarda görüş ayrılığına düşsek bile bu izlenimim değişmiyordu."Fischer'in bu açıklaması, kimilerinin "uzaktan kumandalı" diyerek küçümsemeye çalıştığı Kemal Derviş'in Türkiye'nin bugün bu noktaya gelmesinde oynadığı rolü ve ekonominin tek şoförü olmak istemesini de açıklayıcı nitelikte. Ülkesini krizden çıkarmak için neler yapması gerektiğini iyi bilen ve IMF'nin karşısına ekonominin tek şoförü olarak çıkabilen bir bakanın karşı tarafın güvenini kazanması ve onlara taleplerini kabul ettirmesi de o kadar kolay oluyor. Derviş'i karalamayı marifet sanan zevata bunları anlatmak ise hiç de kolay değil. Newsweek dergisinin bu yıl New York'ta yapılacak olan Dünya Ekonomik Forumu'nda dağıtılmak üzere hazırladığı özel sayıya "IMF'de neler öğrendim?" başlıklı ilginç bir yazı yazan IMF'nin eski
<#comment>#comment>Newsweek dergisinin bu yıl New York'ta yapılacak olan Dünya Ekonomik Forumu'nda dağıtılmak üzere hazırladığı özel sayıya "IMF'de neler öğrendim?" başlıklı ilginç bir yazı yazan IMF'nin eski Başkan Yardımcısı Stanley Fischer, mali krize girip IMF'den destek isteyen ülkelerin hangi koşullarda daha başarılı olduğunu tartışırken şöyle diyor:
"Ekonomik reformlarda en başarılı olan ülkeler, ekonomilerinin direksiyonunu kendi ellerinde tutan ülkeler oldu. Ben IMF'yi temsilen çok sayıda ülkenin yetkilileriyle masaya oturdum; bu görüşmelerde karşımda oturan maliye ya da ekonomi bakanının, ülkesinin krizden çıkması için neler yapılması gerektiğini iyi bildiğini anladığımda o ülkenin programı başarıyla uygulayacağına güvenim artıyordu. Ayrıntılarda görüş ayrılığına düşsek bile bu izlenimim değişmiyordu."
Fischer'in bu açıklaması, kimilerinin "uzaktan kumandalı" diyerek küçümsemeye çalıştığı Kemal Derviş'in Türkiye'nin bugün bu noktaya gelmesinde oynadığı rolü ve ekonominin tek şoförü olmak istemesini de açıklayıcı nitelikte. Ülkesini krizden çıkarmak için neler yapması gerektiğini iyi bilen ve IMF'nin karşısına ekonominin tek şoförü olarak çıkabilen bir bakanın karşı
Geldiği akşam kaldığı otelde televizyon kanallarını karıştırırken Türkiye'nin güncel sorunlarının tartışıldığı bir programa rastlamış. Hemen dikkatini çeken şey, tartışmaya katılan üç tanınmış gazetecinin sürekli olarak "vurgun, soygun, hortumlama" gibi sözcükleri kullanmaları olmuş. "Lafı adeta birbirinin ağzından kaparak, büyük bir heyecanla Türkiye'de yapılan yolsuzlukları, vurgunları, soygunları anlatıyorlardı. Hükümetten ve Meclis'ten başladılar, düzenbaz müteahhitlerden geçerek belediyelere geldiler, kimi örneklerde ucu yüksek yargı organlarına kadar uzanan al gülüm - ver gülüm ilişkilerinden söz ettiler. Bu memlekette dürüst çalışan, yolsuzluğa bulaşmamış hiç kimse kalmamış herhalde diye düşünmeye başladım", diyor havayı koklamaya gelen işadamı. Morali bozulmuş, uyku tutturamayınca televizyon izlemeye devam etmiş, İstanbul'da ve diğer bazı kentlerde kar nedeniyle yaşanan paniğin ve başıbozukluğun görüntüleri moralini biraz daha bozmuş. Türk olduğu halde iş hayatını Türkiye dışında sürdüren ve epeydir Türkiye'ye gelmemiş olan bir işadamına Türkiye'deki bir dostu çağrıda bulunmuş, "Gel bak, Türkiye'de de iyi yatırım olanakları var, üstelik okkalı bir devalüasyon şoku daha
<#comment>#comment>Türk olduğu halde iş hayatını Türkiye dışında sürdüren ve epeydir Türkiye'ye gelmemiş olan bir işadamına Türkiye'deki bir dostu çağrıda bulunmuş, "Gel bak, Türkiye'de de iyi yatırım olanakları var, üstelik okkalı bir devalüasyon şoku daha yedik, her şey ucuzladı, ucuza tesis sahibi de olabilirsin", diyerek adamın aklını çelmiş. Adamcağız da kalkıp Türkiye'ye gelmiş, tam da şu karın yağdığı günlerde İstanbul'daki manzaralı bir otele yerleşmiş. Niyeti Türkiye'deki havayı koklamak, güvendiği kişilere danışarak burada yatırım yapmanın akıl kârı olup olmadığını saptamak.
Geldiği akşam kaldığı otelde televizyon kanallarını karıştırırken Türkiye'nin güncel sorunlarının tartışıldığı bir programa rastlamış. Hemen dikkatini çeken şey, tartışmaya katılan üç tanınmış gazetecinin sürekli olarak "vurgun, soygun, hortumlama" gibi sözcükleri kullanmaları olmuş. "Lafı adeta birbirinin ağzından kaparak, büyük bir heyecanla Türkiye'de yapılan yolsuzlukları, vurgunları, soygunları anlatıyorlardı. Hükümetten ve Meclis'ten başladılar, düzenbaz müteahhitlerden geçerek belediyelere geldiler, kimi örneklerde ucu yüksek yargı organlarına kadar uzanan al gülüm - ver gülüm ilişkilerinden söz
Euro projesinin gerçekleşmiş olması, Avrupa'yı tek bir ekonomi ve giderek tek bir devlet olarak görmek isteyenler açısından kuşkusuz büyük bir başarı. Ancak euronun kaydi para olarak yaşadığı üç parıltısız yılın da gösterdiği gibi, bu adımı atmış olmak euronun dolarla baş edecek bir para birimi olmasını ve Avrupa'nın ABD ile yarışacak bir ekonomik güç haline gelmesini sağlamaya yetmiyor. Son açıklanan verilere göre Avrupa'nın hayat standardı ABD'ninkinin % 65'ine düşmüş durumda. Kimilerine göre, son otuz yılda giderek büyüyen bu açığı kapatmanın ve Avrupa'yı ABD ile yarışacak bir ekonomiye kavuşturmanın tek yolu Amerika modelinin benimsenmesi, yani girişimciliği, rekabeti özendiren ve sosyal dayanışmadan önce dinamizme önem veren bir modele geçilmesi. Bu öneriye karşı çıkan Avrupalılar da var tabii. Avrupa Birliği (AB) üyesi 12 ülkenin üç yıl önce ortak para olarak kabul ettiği euronun 2002 başında ceplere girmesiyle tek paraya geçiş süreci son aşamasına geldi. Ulusal paralardan ortak paraya fiili geçiş sırasında yaşanan sorunlar beklendiği kadar büyük olmadı. Daha birkaç aç ay önce yapılan (ve sonuçlarına bu köşede de yer verilen) kimi anketlere göre halkın çoğunluğunun euroyu
<#comment>#comment>Avrupa Birliği (AB) üyesi 12 ülkenin üç yıl önce ortak para olarak kabul ettiği euronun 2002 başında ceplere girmesiyle tek paraya geçiş süreci son aşamasına geldi. Ulusal paralardan ortak paraya fiili geçiş sırasında yaşanan sorunlar beklendiği kadar büyük olmadı. Daha birkaç aç ay önce yapılan (ve sonuçlarına bu köşede de yer verilen) kimi anketlere göre halkın çoğunluğunun euroyu kullanmak istemediği ülkelerde de yeni para şimdilik kabul edilmiş görünüyor. İlk aşamada euroya geçmeyi kabul etmeyen AB üyesi üç ülkenin de, ortak parayı kabul etme konusunda bundan sonra daha fazla baskı hissedecekleri anlaşılıyor.
Euro projesinin gerçekleşmiş olması, Avrupa'yı tek bir ekonomi ve giderek tek bir devlet olarak görmek isteyenler açısından kuşkusuz büyük bir başarı. Ancak euronun kaydi para olarak yaşadığı üç parıltısız yılın da gösterdiği gibi, bu adımı atmış olmak euronun dolarla baş edecek bir para birimi olmasını ve Avrupa'nın ABD ile yarışacak bir ekonomik güç haline gelmesini sağlamaya yetmiyor. Son açıklanan verilere göre Avrupa'nın hayat standardı ABD'ninkinin % 65'ine düşmüş durumda. Kimilerine göre, son otuz yılda giderek büyüyen bu açığı kapatmanın ve
Evet ben de hüzünlüyüm şu günlerde çünkü mizacıma fevkalade uygun düşen gelişmelerin yaşandığı, her bakımdan tatminkar bir yılın son gününe gelmiş bulunmaktayız. Yarın ne getireceği bilinmeyen yeni bir yıla gireceğiz ve 2001 yılında yakaladığım fırsatları, gelişmeleri izlerken tattığım keyfi, yaşadığım coşkuyu belki de çok arayacağım 2002'de. Çift rakamları oldum olası sevmem zaten, yakınlarımın doğum günleri bile hep tek rakamlı günlere rastgelir. Bu kadarı da olmaz demeyin, en yakın olduğum iki kişiden birinin doğum günü 19 Şubat, diğerininki 11 Eylül. Yılbaşı telaşının yaşandığı yılın şu son gününde bile vakit ayırıp bu köşeye göz atan sevgili okurlarımın canını sıkacak bir yazı yazmaya, onlara 2001 yılının kabuslarını hatırlatmaya hiç niyetim yok. Çoğu kimsenin yaptığı gibi 2001 yılını kötüleyip 2002'den umutlu olduğumu da ilan etmeyeceğim. Tam tersine, şu herkesin nefret ettiği, "bir an önce bitse de kurtulsak", dediği 2001 yılını ne kadar sevdiğimi anlatacağım. 19 Şubat bayramı Yılbaşından beri beklediğim an diyorum çünkü bizim Stan'in (IMF'nin o dönemdeki başkan yardımcısı Stanley Fischer) 2001 yılı başlarında uluslararası bankacılara hitaben yaptığı konuşmada "çapalı kur"
<#comment>#comment>Yılbaşı telaşının yaşandığı yılın şu son gününde bile vakit ayırıp bu köşeye göz atan sevgili okurlarımın canını sıkacak bir yazı yazmaya, onlara 2001 yılının kabuslarını hatırlatmaya hiç niyetim yok. Çoğu kimsenin yaptığı gibi 2001 yılını kötüleyip 2002'den umutlu olduğumu da ilan etmeyeceğim. Tam tersine, şu herkesin nefret ettiği, "bir an önce bitse de kurtulsak", dediği 2001 yılını ne kadar sevdiğimi anlatacağım.
Evet ben de hüzünlüyüm şu günlerde çünkü mizacıma fevkalade uygun düşen gelişmelerin yaşandığı, her bakımdan tatminkar bir yılın son gününe gelmiş bulunmaktayız. Yarın ne getireceği bilinmeyen yeni bir yıla gireceğiz ve 2001 yılında yakaladığım fırsatları, gelişmeleri izlerken tattığım keyfi, yaşadığım coşkuyu belki de çok arayacağım 2002'de. Çift rakamları oldum olası sevmem zaten, yakınlarımın doğum günleri bile hep tek rakamlı günlere rastgelir. Bu kadarı da olmaz demeyin, en yakın olduğum iki kişiden birinin doğum günü 19 Şubat, diğerininki 11 Eylül.
19 Şubat bayramı
Benim için 2001'in ilk bayramı da 19 Şubat'ta yaşandı. MGK toplantısındaki ünlü atışma sonrasında Başbakan Ecevit'in çıkıp da "ciddi bir kriz" yaşandığını açıkladığı