Türkiyede gerçekleştirilmekte olan yapısal reformların vergi sistemi iyileştirmeleriyle desteklenmesinin gerekli olduğunu düşünen Dünya Bankasının bu amaçla yaptığı hazırlık çalışmaları, Türkiyede vergi yükünün ve kamu gelirlerinin 1990dan bu yana önemli oranda arttığını ortaya koyuyor. Bu çalışma için hazırlanan verilere göre merkez hükümetin toplam vergi tahsilatının GSYİHye oranı 1990da % 15 iken ılımlı bir artış göstererek 1997de % 20.1e, sonraki yıllarda ise daha hızlı bir artış göstererek 2000 yılında % 25.6ya yükseldi. Bu rakama sosyal sigorta primleriyle devletin değişik başlıklar altında tahsil ettiği diğer kamu gelirleri de eklendiğinde 1990da % 21.3 olan toplam kamu geliri/GSYİH oranının 2000 yılında % 36.4e kadar yükseldiği görülüyor. Özellikle 1997den sonra meydana gelen artışlarla gelinen vergi yükü düzeyinin gelişmiş ülkelerdeki düzeyin alt sınırında dolaştığı, ancak "yükselen pazar" konumundaki bir ülke için hayli yüksek olduğu belirtiliyor. Bize dayatılan modelin foyası çıktı Ahbap bu bizim model değil mi? Ekonomist John Williamsonun 1990da yazdığı bir makalede on madde halinde özetlediği istikrar içinde kalkınma reçetesi daha sonra "Washington konsensüsü" olarak
<#comment>#comment>Türkiye’de gerçekleştirilmekte olan yapısal reformların vergi sistemi iyileştirmeleriyle desteklenmesinin gerekli olduğunu düşünen Dünya Bankası’nın bu amaçla yaptığı hazırlık çalışmaları, Türkiye’de vergi yükünün ve kamu gelirlerinin 1990’dan bu yana önemli oranda arttığını ortaya koyuyor. Bu çalışma için hazırlanan verilere göre merkez hükümetin toplam vergi tahsilatının GSYİH’ye oranı 1990’da % 15 iken ılımlı bir artış göstererek 1997’de % 20.1’e, sonraki yıllarda ise daha hızlı bir artış göstererek 2000 yılında % 25.6’ya yükseldi. Bu rakama sosyal sigorta primleriyle devletin değişik başlıklar altında tahsil ettiği diğer kamu gelirleri de eklendiğinde 1990’da % 21.3 olan toplam kamu geliri/GSYİH oranının 2000 yılında % 36.4’e kadar yükseldiği görülüyor. Özellikle 1997’den sonra meydana gelen artışlarla gelinen vergi yükü düzeyinin gelişmiş ülkelerdeki düzeyin alt sınırında dolaştığı, ancak "yükselen pazar" konumundaki bir ülke için hayli yüksek olduğu belirtiliyor.
Bize dayatılan modelin foyası çıktı
Türkiye’nin en az on yıllık küçük(!) bir gecikmeyle şimdi uygulamaya çalıştığı IMF destekli "ekonomiyi güçlendirme" modeline gölge düşürmenin belki
İmalat sanayiinde 2001 yılında yaşanan 12 aylık ortalama küçülme % 9.9 olurken sektör bazında daha da çarpıcı düşüşler var. Yıllık ortalama üretim düşüşü, yeni teknolojiyle ilişkili büro ve bilgi işlem makineleri sektöründe % 70'i, taşıt araçları imalatında % 43'ü, deri eşyada ve basın - yayın imalatında % 27'yi, makine - teçhizat imalatında % 20'yi buluyor. Daha sınırlı düşüşler yaşayarak ortalamayı düşüren sektörler ise tekstil - giyimle ana metal sanayii. Neresinden bakarsak bakalım vahim bir tablo bu. Düşüşün geçen yılın son ayında sürmesi de 2002 yılı için de çok ciddi uyarı sinyalleri veriyor. Önceki gün açıklanan rakamlar sanayimizin 2001 yılında % 10 küçüldüğünü ve yılın son ayındaki küçülmenin yıllık ortalamanın da üzerine çıktığını gösteriyor. 2001 yılının aralık ayında imalat sanayiinde yaşanan % 10.9'luk küçülmenin 2000 aralığındaki % 4.3'lük küçülme baz alınarak hesaplandığını düşündüğümüzde, durumun vahameti daha da artıyor. Bu yılın ocak ayında otomobil satışlarındaki düşüş ise % 82. Bu rakamlar "büyümeye geçtik, geçiyoruz" türü beyanların şimdilik lafta kaldığını gösteriyor. Derviş'in büyüme söylemi Devlet Bakanı Kemal Derviş, Türkiye'ye geldiği günden beri
<#comment>#comment>Önceki gün açıklanan rakamlar sanayimizin 2001 yılında % 10 küçüldüğünü ve yılın son ayındaki küçülmenin yıllık ortalamanın da üzerine çıktığını gösteriyor. 2001 yılının aralık ayında imalat sanayiinde yaşanan % 10.9'luk küçülmenin 2000 aralığındaki % 4.3'lük küçülme baz alınarak hesaplandığını düşündüğümüzde, durumun vahameti daha da artıyor. Bu yılın ocak ayında otomobil satışlarındaki düşüş ise % 82. Bu rakamlar "büyümeye geçtik, geçiyoruz" türü beyanların şimdilik lafta kaldığını gösteriyor.
İmalat sanayiinde 2001 yılında yaşanan 12 aylık ortalama küçülme % 9.9 olurken sektör bazında daha da çarpıcı düşüşler var. Yıllık ortalama üretim düşüşü, yeni teknolojiyle ilişkili büro ve bilgi işlem makineleri sektöründe % 70'i, taşıt araçları imalatında % 43'ü, deri eşyada ve basın - yayın imalatında % 27'yi, makine - teçhizat imalatında % 20'yi buluyor. Daha sınırlı düşüşler yaşayarak ortalamayı düşüren sektörler ise tekstil - giyimle ana metal sanayii. Neresinden bakarsak bakalım vahim bir tablo bu. Düşüşün geçen yılın son ayında sürmesi de 2002 yılı için de çok ciddi uyarı sinyalleri veriyor.
Devlet Bakanı Kemal Derviş, Türkiye'ye geldiği günden beri
New Yorktaki Dünya Ekonomik Forumunda yapılan değerlendirmelerde de belirtildiği gibi, Japon ekonomisinin ve özellikle banka sisteminin durumu 2002 yılında dünya ekonomisinin en önemli baş ağrısı olmaya aday görünüyor. Bankaları ayakta tutmak için bugüne dek banka sistemine büyük kaynak aktaran devletin borçları, gerileme trendini kıramayan GSYİHnin % 140ına erişirken bankaların bilançolarındaki kötü alacakların GSYİHye oranının da % 25i bulduğu beirtiliyor. Japonyadaki mevduat güvencesinin kaldırılacağı mart ayında Japon banka sistemindeki krizin yeni boyutlar kazanarak dünyanın en büyük ikinci ekonomisindeki krizi daha da derinleştirmesinden korkuluyor. Japonyadaki krizin daha da derinleşmesinin, dünya ekonomisindeki durgunluktan çıkma çabalarını da olumsuz etkileyeceği ve yeni bir kriz ortamı yaratabileceği belirtiliyor. Japonya borsasının nabzını ölçen Nikkei endeksi 45 yıldan beri ilk kez Dow Jones endeksinin altına düştü geçen hafta ve Japon ekonomisinin dünyayı sarsacak bir krizin eşiğinde olduğu izlenimini daha da güçlendirdi. 1989 sonunda 38.915 puana tırmanan ve o tarihte Dow Jones endeksinin 14 katına varan bir noktaya erişen Nikkei endeksi geçen haftayı 9.791 puandan
<#comment>#comment>Japonya borsasının nabzını ölçen Nikkei endeksi 45 yıldan beri ilk kez Dow Jones endeksinin altına düştü geçen hafta ve Japon ekonomisinin dünyayı sarsacak bir krizin eşiğinde olduğu izlenimini daha da güçlendirdi. 1989 sonunda 38.915 puana tırmanan ve o tarihte Dow Jones endeksinin 14 katına varan bir noktaya erişen Nikkei endeksi geçen haftayı 9.791 puandan kapadı. ‘Japon balonu’nun patladığı 1990’ların özellikle ikinci yarısıda hızlı bir tırmanış yakalayan, ancak 2000 yılında eriştiği zirveden bu yana girdiği düşüş trendini henüz kıramayan Dow Jones endeksi ise geçen haftaki kapanışta 9.920 puanda kaldı.
New York’taki Dünya Ekonomik Forumu’nda yapılan değerlendirmelerde de belirtildiği gibi, Japon ekonomisinin ve özellikle banka sisteminin durumu 2002 yılında dünya ekonomisinin en önemli baş ağrısı olmaya aday görünüyor. Bankaları ayakta tutmak için bugüne dek banka sistemine büyük kaynak aktaran devletin borçları, gerileme trendini kıramayan GSYİH’nin % 140’ına erişirken bankaların bilançolarındaki kötü alacakların GSYİH’ye oranının da % 25’i bulduğu beirtiliyor. Japonya’daki mevduat güvencesinin kaldırılacağı mart ayında Japon banka sistemindeki krizin yeni
O akşam yaptığı konuşmada Türkiye'nin 1980'de başlayan dışa açılma çabalarının olumlu sonuç verdiğini ve ihracatla büyüme arasında yakın bir ilişki kurulduğunu belirten Derviş'in daha sonra, önümüzdeki dönemle ilgili olarak söylediklerini dinlerken doğrusu biraz kaygılandım, 2001 kriziyle sonuçlanan 2000 programını zaafa uğratan temel nedenlerden birinin tam olarak anlaşılmamış olduğu izlenimini edindim. Türkiye İhracatçılar Meclisi'nin yeni yayın organı Turkish Time'ın tanıtımı amacıyla düzenlenen toplantıda bir konuşma yapan Kemal Derviş'i dinlerken farklı düşüncelere daldım, ekonomimizin 1980'den bu yana nereden nereye geldiğini düşündüm. Bu yirmi küsur yılda neler yaşadık gerçekten, ne büyük umutlara kapıldık, ne büyük düş kırıklıklarına uğradık, ne derin krizlere sürüklendik. Krizlerden bazı dersler çıkarttık ama bazı noktaları da hala tam olarak kavrayamadık galiba. Kur - enflasyon ilişkisi Derviş'in bütün bu söylediklerine bir diyeceğim yok. Benim kafamı karıştıran ve kaygılanmama yol açan sözleri bundan sonra söyledikleri. Kurların beklenmedik ölçüde düşmesinin ve TL'nin bir miktar değerlenmesinin olumlu bir yanı da bulunduğunu belirtti Derviş ve "enflasyonla mücadele
<#comment>#comment>Türkiye İhracatçılar Meclisi'nin yeni yayın organı Turkish Time'ın tanıtımı amacıyla düzenlenen toplantıda bir konuşma yapan Kemal Derviş'i dinlerken farklı düşüncelere daldım, ekonomimizin 1980'den bu yana nereden nereye geldiğini düşündüm. Bu yirmi küsur yılda neler yaşadık gerçekten, ne büyük umutlara kapıldık, ne büyük düş kırıklıklarına uğradık, ne derin krizlere sürüklendik. Krizlerden bazı dersler çıkarttık ama bazı noktaları da hala tam olarak kavrayamadık galiba.
O akşam yaptığı konuşmada Türkiye'nin 1980'de başlayan dışa açılma çabalarının olumlu sonuç verdiğini ve ihracatla büyüme arasında yakın bir ilişki kurulduğunu belirten Derviş'in daha sonra, önümüzdeki dönemle ilgili olarak söylediklerini dinlerken doğrusu biraz kaygılandım, 2001 kriziyle sonuçlanan 2000 programını zaafa uğratan temel nedenlerden birinin tam olarak anlaşılmamış olduğu izlenimini edindim.
Devlet Bakanı Derviş konuşmasında, TL'nin dalgalı kur rejimi içinde bir miktar aşırı değerlenmiş olduğunu ve bunun bir sorun yarattığını kabul etmek gerektiğini belirtti, ancak bu sorunun piyasanın kendi işleyişi içinde aşılacağını söyledi. Derviş, dalgalı kur rejiminin kurların