Dünyadaki toplam ithalatın % 25ini tek başına gerçekleştiren ABD ekonomisinin resesyondan çıkmakta olduğu yolundaki izlenimin güçlenmesi dünya ekonomisi için de bir müjde niteliği taşıyor. Ancak bu izlenimin aldatıcı olabileceğini ileri sürenler de yok değil. ABDnin, 1990larda oluşan hisse senedi balonunun patlaması ve yapılan aşırı yatırımların oluşturduğu fazla kapasitenin elde kalması sonucunda resesyona sürüklendiğini hatırlatan yorumcular, bu nedenle yatırımlarda yeniden artış beklenemeyeceğini ve bütün yükün tüketicinin sırtına kalacağını belirtiyorlar. Amerikalı tüketici ise zaten aşırı ölçüde borçlanmış durumda. İşte bu nedenlerle bu yılın ilk çeyreğinde bir stok yenileme canlılığı yaşayabilecek olan ABD ekonomisinin daha sonra yeniden düşüşe geçmesi ve ABDnin çift dipli bir resesyon yaşaması da göz ardı edilmemesi gereken bir olasılık. ABD Merkez Bankası Federal Rezervin efsanevi başkanı Alan Greenspanin geçen hafta Senato Bütçe Komitesinde yaptığı açıklamalar ABD ekonomisinin daralmadan ya da resesyondan çıkıp yeniden büyümeye geçmekte olduğu yolundaki izlenimleri güçlendirdi. Greenspanin iki hafta önceki konuşmasında çizdiği tablodan daha iyimser bir tablo çizmesinden
<#comment>#comment>ABD Merkez Bankası Federal Rezerv’in efsanevi başkanı Alan Greenspan’in geçen hafta Senato Bütçe Komitesi’nde yaptığı açıklamalar ABD ekonomisinin daralmadan ya da resesyondan çıkıp yeniden büyümeye geçmekte olduğu yolundaki izlenimleri güçlendirdi. Greenspan’in iki hafta önceki konuşmasında çizdiği tablodan daha iyimser bir tablo çizmesinden önce açıklanan tüketici güveni endeksi ile öncü göstergeler endeksi de ABD ekonomisinin resesyondan çıkış sinyalleri verdiğini göstermişti.
Dünyadaki toplam ithalatın % 25’ini tek başına gerçekleştiren ABD ekonomisinin resesyondan çıkmakta olduğu yolundaki izlenimin güçlenmesi dünya ekonomisi için de bir müjde niteliği taşıyor. Ancak bu izlenimin aldatıcı olabileceğini ileri sürenler de yok değil. ABD’nin, 1990’larda oluşan hisse senedi balonunun patlaması ve yapılan aşırı yatırımların oluşturduğu fazla kapasitenin elde kalması sonucunda resesyona sürüklendiğini hatırlatan yorumcular, bu nedenle yatırımlarda yeniden artış beklenemeyeceğini ve bütün yükün tüketicinin sırtına kalacağını belirtiyorlar. Amerikalı tüketici ise zaten aşırı ölçüde borçlanmış durumda. İşte bu nedenlerle bu yılın ilk çeyreğinde bir stok yenileme
Halen Yapı ve Kredi Bankası Genel Müdür Başyardımcısı olan Hasan Ersel, klasik müzikten seçim sistemlerine ve savaş uçaklarına kadar uzanan özel merak alanlarındaki bilgi derinliğiyle de beni şaşırtan bir bilge kişi. Ekonomiyle ilgili değerlendirmelerinden ve öngörülerinden çok yararlandığım bir dost. İşi gereği ekonomideki gelişmeleri yakından izleyen Hasan Ersel, rakamların söylediğini en iyi yorumlayabilen ekonomistlerimizden biri. Aynı zamanda hocalık da yapan Hasan Ersel ile Türkiye ekonomisinin yakın geleceğini konuştuk geçen hafta. Öncelikle de büyüme senaryoları üzerinde durduk. 2002 yılı yeniden büyümeye geçiş yılı olabilecek miydi? Büyüme hangi etkenlerden kaynaklanacak, nasıl ve ne zaman gündeme gelecekti? Varsayımlar neler? ABD ve IMF ile ilişkilerde sorun çıkmayacak, IMF'den beklenen mali destek zamanında gelecek. Irak savaşı gibi yeni bir dış etken devreye girmeyecek. Hazine borçlanmasını sorunsuz sürdürecek ve öngördüğü sınırlar içinde kalacak. Merkez Bankası faizlerin ılımlı bir seyir içinde düşmesini sağlayacak. Bankalarla ilgili düzenlemeler sorunsuz gerçekleştirilecek Türkiye'de beklenmedik bir siyasi kriz yaşanmayacak. Hasan Hoca ile bu konularda neler
<#comment>#comment>Halen Yapı ve Kredi Bankası Genel Müdür Başyardımcısı olan Hasan Ersel, klasik müzikten seçim sistemlerine ve savaş uçaklarına kadar uzanan özel merak alanlarındaki bilgi derinliğiyle de beni şaşırtan bir bilge kişi. Ekonomiyle ilgili değerlendirmelerinden ve öngörülerinden çok yararlandığım bir dost. İşi gereği ekonomideki gelişmeleri yakından izleyen Hasan Ersel, rakamların söylediğini en iyi yorumlayabilen ekonomistlerimizden biri. Aynı zamanda hocalık da yapan Hasan Ersel ile Türkiye ekonomisinin yakın geleceğini konuştuk geçen hafta. Öncelikle de büyüme senaryoları üzerinde durduk. 2002 yılı yeniden büyümeye geçiş yılı olabilecek miydi? Büyüme hangi etkenlerden kaynaklanacak, nasıl ve ne zaman gündeme gelecekti?
Hasan Hoca ile bu konularda neler konuştuğumuzu aktarmadan önce yaptığımız varsayımları açıklayayım. Ekonomistlerin varsayımsız hiç bir şey yapamadığına dair çok fıkra olduğunu biliyorum ama bugünkü ortamda belli varsayımlar yapmadan Türkiye ekonomisinin geleceği hakkında fikir beyan etmek de olanaksız. Yaptığımız varsayımlar şunlar:
ABD ve IMF ile ilişkilerde sorun çıkmayacak, IMF'den beklenen mali destek zamanında gelecek.
Bu trendi tersine çevirip bu oranı yeniden düşürmeye başlayamazsak çok daha büyük sıkıntılara düşmemiz kaçınılmaz olabilir. Bu süreçte Türkiye'nin IMF'nin desteğini sağlaması ilk bakışta önemli bir avantaj gibi görünüyor. IMF'nin desteğini koruyarak yeniden ekonomik büyümeye geçebilir ve IMF'ye verilen yeni niyet mektubunda öngörüldüğü gibi bunu sürdürebilirsek umduğumuz sonucu elde edebilir, borcumuzun gelirimize oranını giderek makul bir düzeye indirebiliriz. Tersini yapar ve şu noktada IMF ile bağları kopartırsak bu ağır borç yükünün altında kalabiliriz.Ancak geçen hafta Wall Street Journal'da yer alan yorumda da vurgulandığı gibi, IMF ile kol kola yürümek her zaman büyümeye giden yolda ilerlemeyi sağlamıyor. IMF'nin kolunda yürümenin uluslararası arenada bize getireceği prestij ve güvence de eskiden olduğu kadar önemli değil. Bu nedenle IMF ile kol kola yürürken kendimiz için en iyi yolun hangisi olduğunu düşünmeye devam etmek zorundayız gibi geliyor bana. Bankalar Birliği Genel Sekreteri Ekrem Keskin'in derlediği veriler Türkiye'de kişi başına düşen toplum kamu borcunun 2001 yılında % 27 artarak 1.990 dolara yükseldiğini, buna karşılık kişi başına milli gelirin % 27 azalarak
<#comment>#comment>Bankalar Birliği Genel Sekreteri Ekrem Keskin'in derlediği veriler Türkiye'de kişi başına düşen toplum kamu borcunun 2001 yılında % 27 artarak 1.990 dolara yükseldiğini, buna karşılık kişi başına milli gelirin % 27 azalarak 2.261 dolara düştüğünü gösteriyor. Kişi başına borcun gelire oranı da böylece % 51'den % 88'e yükselmiş oluyor.
Bu trendi tersine çevirip bu oranı yeniden düşürmeye başlayamazsak çok daha büyük sıkıntılara düşmemiz kaçınılmaz olabilir. Bu süreçte Türkiye'nin IMF'nin desteğini sağlaması ilk bakışta önemli bir avantaj gibi görünüyor. IMF'nin desteğini koruyarak yeniden ekonomik büyümeye geçebilir ve IMF'ye verilen yeni niyet mektubunda öngörüldüğü gibi bunu sürdürebilirsek umduğumuz sonucu elde edebilir, borcumuzun gelirimize oranını giderek makul bir düzeye indirebiliriz. Tersini yapar ve şu noktada IMF ile bağları kopartırsak bu ağır borç yükünün altında kalabiliriz.
Ancak geçen hafta Wall Street Journal'da yer alan yorumda da vurgulandığı gibi, IMF ile kol kola yürümek her zaman büyümeye giden yolda ilerlemeyi sağlamıyor. IMF'nin kolunda yürümenin uluslararası arenada bize getireceği prestij ve güvence de eskiden olduğu kadar önemli
Merih Hoca'nın yıllardan beri yaptığı analizlerde üzerinde durduğu etkenlerin başında ekonominin rekabet gücü gelir. Rekabet gücünü koruyamayan bir ekonominin eninde sonunda sorunlarla karşılaşacağını savunan Prof. Celasun'u önceki gün aradığımda bu noktadan girdim söze, rekabet gücü penceresinden Türkiye'nin durumunu nasıl gördüğünü sordum.Türkiye'nin 19 Şubat sonrasında yaşadığı yüksek oranlı devalüasyon sonucunda bir rekabet gücü avantajı elde ettiğini belirten Prof. Celasun, "Ancak bugün gelinen noktaya ve orta vadeli bir perspektifle ileriye doğru baktığımda bu avantajın korunamayacağı endişesini taşıyorum", dedi. Bilkent Üniversitesi İktisat Fakültesi Dekanı Prof. Merih Celasun bilgisine en güvendiğim, görüşlerine en fazla değer verdiğim iktisatçılarımızdan biridir. Ekonomiye günlük sorunların ötesinde, orta vadeli bir perspektifle bakıp sağlıklı değerlendirmeler yapabilmek için arada bir görüşlerine başvurmak ihtiyacını duyduğum bir uzman. Dolar kuru ve rekabet gücü Reel sektörün verimlilik düzeyini veri olarak aldığımızda döviz kuru rekabet gücünü belirleyen en önemli unsur haline gelebiliyor. Avrupa sanayiinin üç yıldır düşük değerli Euro ile yaşamayı yeğlemesi de
<#comment>#comment>Bilkent Üniversitesi İktisat Fakültesi Dekanı Prof. Merih Celasun bilgisine en güvendiğim, görüşlerine en fazla değer verdiğim iktisatçılarımızdan biridir. Ekonomiye günlük sorunların ötesinde, orta vadeli bir perspektifle bakıp sağlıklı değerlendirmeler yapabilmek için arada bir görüşlerine başvurmak ihtiyacını duyduğum bir uzman.
Merih Hoca'nın yıllardan beri yaptığı analizlerde üzerinde durduğu etkenlerin başında ekonominin rekabet gücü gelir. Rekabet gücünü koruyamayan bir ekonominin eninde sonunda sorunlarla karşılaşacağını savunan Prof. Celasun'u önceki gün aradığımda bu noktadan girdim söze, rekabet gücü penceresinden Türkiye'nin durumunu nasıl gördüğünü sordum.
Türkiye'nin 19 Şubat sonrasında yaşadığı yüksek oranlı devalüasyon sonucunda bir rekabet gücü avantajı elde ettiğini belirten Prof. Celasun, "Ancak bugün gelinen noktaya ve orta vadeli bir perspektifle ileriye doğru baktığımda bu avantajın korunamayacağı endişesini taşıyorum", dedi.
Döviz kuru, reel sektördeki verimlilik düzeyi ve ücretlerin yanısıra, bir ülkenin rekabet gücünü belirleyen en önemli değişken. Döviz kurlarının Türkiye'de bugün bu noktaya gelmesinde belirleyici olan