Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) genel kuruluna Türkiye'nin 81 ilinden ve 157 ilçesinden katılım olmuş. Ülkemizin dört bir yanındaki meslek odalarından gelen delegelerden eksiksiz destek alarak ikinci kez TOBB Başkanı seçilen Rifat Hisarcıklıoğlu, TOBB'u yeniden sözüne kulak verilen bir örgüt haline getirmeyi başardı. Hisarcıklıoğlu'nun pazar günkü TOBB Genel Kurulu'nda yaptığı konuşmayı baştan sona dikkatle okudum. Türkiye'nin son üç yılda nereden nereye geldiğini saptamakla kalmayıp, bundan sonra neler yapılması gerektiğini ortaya koyan ve bu süreçte hükümete ve özel sektöre düşen rolleri belirleyen bir konuşma bu. Ak Parti hükümetinin son üç yıldaki başarıya katkısı teslim ediliyor ancak başarının sürmesi için yapılması gerekenler sıralanırken hükümete "Bu iş böyle gitmez" mesajı da veriliyor bu konuşmada. TOBB Başkanı Hisarcıklıoğlu, konuşmasında bugünden yarına bakarken şu önemli saptamaları yapıyor: Bugünün dünyasında sırtını kamuya dayamış, teknoloji üretmeyen, kaynaklarını etkin kullanmayan, verimsiz çalışan toplumlara hayat hakkı yok.Bu yeni çağda ezbere hareket etmeyi bırakıp planlı hareket etmemiz gerekiyor.Küresel rekabet ortamında şirketlerimizin
Sayın Başbakan böyle konuştuğuna göre bir bildiği var herhalde ama iş âleminde, konuyla ilgili akademik çevrelerde ve medyada, onun deyimiyle, "saçmalayan" bir hayli "deli" bulunduğunu söyleyebilirim. AKP'nin asıl hedefinin AB'den tarih almak olduğunu ve gerçekte AB üyeliğini hedeflemediğini iddia edenler bile var. Ayrıca kimi Avrupalılar da, AKP hükümetinin AB yolundaki kararlı adımlarının yavaşlamış olduğunu düşünüyor ve AKP'nin niyetini sorguluyor.Öte yandan AB'nin talepleri ve AB ile uyum sağlamanın güçlükleri belli olmaya başladıkça toplumun çeşitli kesimlerindeki AB karşıtlığı da giderek artıyor. Hükümet müzakere ekibini belirlemekte de zorlanıyor gibi görünüyor. Bütün bunları bir arada düşününce biz de "saçmalamak" zorunda kalıyoruz galiba. Başbakan Erdoğan, Forum İstanbul'da iki kez konuştu. Erdoğan, Forum'un açılış oturumunda yaptığı konuşmada, küreselleşmenin nasıl adaletsiz bir dünya yarattığını anlattıktan sonra sözü Türkiye'nin Avrupa Birliği (AB) ile bütünleşme yolunda attığı adımlara getirdi. AKP hükümetinin bu yoldaki çabalarının 17 Aralık'tan sonra yavaşladığına ilişkin yorumları ise "deli saçması" olarak niteledi. Erdoğan, "Biz 17 Aralık gününe nasıl geldiysek
Bir yanda dış dünyada hayret uyandıran bir gelişme tablosu var. Bu tablo, Avrupa Birliği (AB) ile bütünleşme yolunda atılan adımlarla birlikte, Türkiye'yi küresel sermayenin özel ilgi gösterdiği ülkelerden biri haline getirmiş bulunuyor. Dış dünyada olumlu algılanan bu iki boyutlu süreci kesintiye uğratmadan sürdürebilir ve yeni boyutlarla destekleyebilirsek, Türkiye'ye yönelen yatırım sermayesinde, teknolojide, insan sermayesinde yeni sıçramalar olabilir, Türkiye bambaşka bir noktaya gelebilir. Türkiye ekonomisinin, 2001 krizinin patlamasından dört yıl sonra, bugün geldiği nokta gerçekten ilginç ve düşündürücü. İlginç ve düşündürücü diyorum çünkü bugün ortaya çıkan tablonun dış dünyadaki ve Türkiye'deki yansımaları tamamen farklı. Diğer yanda aynı tablonun Türkiye'deki yansımalarına baktığımızda bu tablonun olumlu olduğuna inanmamız ve iyimser olmamız hayli zorlaşıyor. Geçen haftaki yazımda kendi çevremden örneklerle yansıtmaya çalıştığım gibi, bugün hemen her kesimden şikâyet yükseliyor. Bu şikâyetlerin bir bölümü; paranın dönmemesi, işlerin kesat gitmesi, işsizliğe çözüm bulunamaması, vergilerin çokluğu türünden piyasa şikâyetleri. Yüzde 9 büyüdüğü ileri sürülen, ithalatın ve
Bu açıklamayı bizim siyasetçilerin biri yapsaydı hayli alkış alırdı her halde. "Sıcak para" ve yabancı sermaye alerjisi ülkemizde de giderek artıyor. Ancak bu açıklamayı yapan siyasetçi bizden biri değil. Kendisi, şu anda ülkemizi ziyaret etmekte olan Almanya Başbakanı Gerhard Schröder'in sağ kolu sayılan, Sosyal Demokrat Parti'nin (SPD) Başkanı Franz Müntefering. Başlıktaki sözler "finans kapital"e, yani uluslararası mali sermayeye karşı savaş açmış olan bir siyasetçiye ait. Söz konusu siyasetçi, bir gazeteye yaptığı açıklamada kendi tavrını şöyle savunmuş: "Ben hiç bir kurala tabi olmadıklarını düşünen işadamlarına ve uluslararası finans piyasalarına karşı savaş açtım. Bazı uluslararası yatırımcılar, işsiz bıraktıkları insanların durumunu hiç düşünmüyor. Bu yatırımcılar yüzlerini göstermeden, kimliklerini belli etmeden, çekirge sürüleri gibi şirketlerimize musallat oluyor, onları yok edip yollarına devam ediyorlar." (Wall Street Journal, 2 Mayıs 2005) Almanya'da yapılan kamuoyu yoklamaları halkın üçte ikisinin, "kârdan başka bir şeyi düşünmeyen ve bu tutumlarıyla demokrasiyi de tehdit eden" finans sermayesine karşı savaş ilan eden Müntefering'i desteklediğini gösteriyor.
Bugün gelinen noktada Türkiye'nin önünde iki seçenek var. Türkiye ya ekonomik ve siyasi istikrarı koruyarak dünyada ilgi odağı olmaya devam edecek ve yeni bir gelişme vizyonu geliştirerek 21. yüzyılın öne çıkan ülkelerinden biri haline gelecek. Ya da tüm kötülüklerin zaten Türkiye'ye düşman olan dış dünyadan geldiğini savunanlar Türkiye'ye yön verecek ve Türkiye dışa kapanarak hızlı gelişme fırsatını kaçıran, bu kez içine düşeceği çıkmaz nedeniyle dünyanın gündemine oturacak bir ülke olacak. Çarşamba akşamı İstanbul Swissotel'de başlayacak olan Forum İstanbul 2005 toplantısı bu vizyonun oluşturulması yolunda bir adım olarak önem taşıyor. Türkiye'nin önündeki demografik fırsatı iyi değerlendirip bilgi toplumuna doğru yönelmekten başka çıkış yolu yok aslında. Forum İstanbul Başkanı Yavuz Canevi'nin dediği gibi, "Tarih, pek çok toplumun daha iyi bir geleceğin anahtarı olan yenileşme çabalarına karşı direnç gösterdiğini yazar. Başarılı olanlar statükoyla mücadele etme ve yeniliklere olumlu yaklaşma cesaretini gösterebilenler olmuştur." Türkiye, Avrupa Birliği (AB) yolunda attığı adımların da etkisiyle, dünyanın ilgisini çeken bir ülke haline geldi. İstanbul'da bu hafta yaşanacak olan
Ben bir lise öğrencisi olarak 27 Mayıs'ı ve sonrasını da gayet iyi hatırlıyorum. Dünyada soğuk savaşın kızıştığı yıllar. 27 Mayıs müdahalesini organize eden genç kurmaylardan Orhan Erkanlı, müdaheleden bir süre sonra Robert Kolej'de düzenlenen bir toplantıda bize, öğrencilere soruyor: "Çocuklar, sola mı gidelim, sağa mı?" Kapitalizmin ve ABD'nin başını çektiği "Hür Dünya"nın karşısında kapı gibi bir seçenek var o dönemde: Sosyalizm ve Sovyetler Birliği. Türkiye'de ise solun da yararlandığı bir özgürlük ortamının doğduğu ve sınıf mücadelesinin gündeme geleceği bir dönemin başındayız. Aradan 28 yıl geçmiş. Bugün gene 1 Mayıs ve gene pazar. 1977 yılının 1 Mayıs günü, onlarca insanın öldüğü o korkunç günü belleğimden silmem olanaksız. 1 Mayıs'ı İşçi Bayramı olarak kutlamak için Taksim'de toplanan 100 bin dolayında kişinin katıldığı düzenli ve görkemli bir gösterinin ardından yaratılan kargaşa ve yaşanan dehşetin sorumluları hâlâ belli değil galiba. Ya da belli ama unutulmuş bütün bunlar. Dönemin başbakanı kimdi acaba? Şimdi ne yapıyor bu zatı muhterem? O dönemin koşullarında Türkiye'de solculuk, maddi temelleri olan bir yönelişti. Türkiye'nin toplumsal yapısı ve soldaki birikimin
Yazının başında hemen belirteyim ki son aylarda yaşananlar ve çeşitli kesimlerden yansıyan tepkiler beni giderek derinleşen bir umutsuzluğa doğru sürüklüyor ve artan karamsarlığım doğal olarak yazılarıma da yansıyor. Dün sabah ben bu yazıyı yazarken de gün içinde Ankara'da neler olacağını, Sayın Başbakan'ın deyimiyle "halkın temsilcileri" ile "devletin kurumları" arasındaki "mutabakatsızlık" sorununun nasıl gelişeceğini bilmiyordum ama ülkedeki gidişatın yönü belliydi bana göre. Türkiye siyasi istikrarın bozulacağı bir ortama girmişti ve bu gidişatın, eninde sonunda ekonomiyi olumsuz etkilemesi de kaçınılmazdı. Geriye tek bir soru kalıyordu: "Ekonomi ne zamana kadar dayanır?" Türkiye ekonomisi gibi dışa açık ve büyük ölçüde dışardan finanse edilen bir ekonominin iyiye ya da kötüye gitmesi, o ülkedeki gelişmelerin dışarıdaki, uluslararası piyasalardaki algılanışıyla yakından ilgili. Türkiye'de şu son aylara kadar yaşanan gelişmeler bu algılamayı olumlu yönde etkiledi. Bu olumlu algılama şu saptamalara dayanıyordu: Türkiye'de Avrupa Birliği (AB) ile bütünleşme hedefine odaklanmış, kararlı ve güçlü bir tek parti hükümeti vardı. Türkiye'de halkın büyük çoğunluğu AB ile bütünleşme
Dünya nüfusunun hızla yaşlandığı bir dönemde Türkiye'nin önünde bir demografik fırsat penceresi var. Önümüzdeki 15 yıl içinde çalışma çağındaki nüfus, genel nüfustan daha hızlı artacak Türkiye'de. Çalışma çağına giren gençlerimizi iyi eğiterek onların üretken elemanlar haline gelmesini sağlayabilirsek ekonomik büyüme hızımızı bu oranda artırabiliriz, demografik fırsatı ekonomik sonuç haline getirebiliriz. Çeşitli nedenlerle okula gönderilmeyen kızların okullaşma oranının yükselmesi, eğitim alanındaki atılımın önemli bir halkasını oluşturabileceği için de önemli. Gazetemiz Milliyet'in yurt çapında farklı bir boyuta taşımak istediği eğitim seferberliği girişimi, Türkiye'nin önündeki en büyük fırsatı kullanmasına da ortam hazırlayacak. Kız çocuklarının okula gönderilmesini engelleyen etkenlerin saptanıp ortadan kaldırılmasını ve her kız çocuğunun okula gitme olanağını elde etmesi için gerekli koşulların hazırlanmasını amaçlayan bu girişimin başarıya ulaşması halinde, okullaşma ve eğitim düzeyinin yükseltilmesi yolunda önemli bir adım atılmış olacak. BATI'NIN KÜRESEL HÂKİMİYETİ TEHDİT ALTINDA Yaşlı Batı'nın derin çıkmazı ABD Merkez Bankası (Federal Rezerv Bankası) Başkanı Alan