Türkiyenin 2001 krizini Arjantinin içler acısı durumuna düşmeden atlatmış olmasına adeta üzülen ve Türkiyeyi ille de Arjantine benzetme hevesinde olanlar var Türkiyede. "IMFyi kovup borçlarımızı ödemeyelim" diyenler de. Türkiye için bu tür önerileri tartışmak şu an için abesle iştigal bence ve dikkatle izlenmesi gereken ülke de Arjantin değil Brezilya. IMF destekli bir programı başarıyla tamamladığı kabul edilen Brezilyanın yaşamakta olduğu deneyim gerçekten ilginç. IMF Başkanı Rodrigo Rato, önceki gün, Brezilyanın IMF ile yeni bir stand - by düzenlemesi yapmadan yoluna devam etmeye karar verdiğini ve IMFnin de Brezilyanın bu kararını hararetle desteklediğini açıkladı. IMF Yürütme Kurulunun 2002 eylülünde onayladığı, Brezilyaya 41.8 milyar dolarlık mali destek sağlanmasını öngören stand - by düzenlemesinin başarıyla tamamlanması sonrasında IMF ile Brezilya arasındaki ilişkilerin nasıl sürdürüleceğinin tartışıldığını belirten Rato, Brezilyalı yetkililerin IMFden yeni destek istemeden yola devam etme talebinin dört temel dayanağı bulunduğunu kaydetti. Ratoya göre bunlar (1) Makroekonomik çerçevenin sağlıklı bir yapıya kavuşması, (2) Kurumsal yapının sağlamlaşması, (3) Hükümetin
Halka fazla bir şey veremezken siyasi katılımı sınırlayan, seçimlere hile karıştıran, iktidarlarını sürekli kılmak için her çareye başvuran liderler değişime direnince onlardan bıkmış olan halk "artık yeter" deyip sokağa dökülüyor ve içinden çürümüş olan dikta rejimleri kolaylıkla devrilebiliyor.ABD Başkanı Bushun otoriter rejimlerle yönetilen ülkelere "demokrasi ve özgürlük" getirmeyi hedefleyen politikasının ve aynı amaca yönelik çalışmalar yapan sivil toplum örgütlerinin etkinliklerinin de bu sürece katkıda bulunduğu görülüyor. Kırgızistandaki iktidar mücadelesinin nasıl sonuçlanacağı henüz netleşmedi ama "Bundan sonra sıra kimde?" sorusu şimdiden gündeme oturdu. Ancak asıl büyük soru, Rusyanın arka bahçesinde yaşanan bu gelişmeleri çaresizlikle karışık bir dehşetle izlemekte olan Başkan Putini nasıl bir geleceğin beklediği sorusu. Gürcistan, Ukrayna derken şimdi de Kırgızistanda "halk ayaklanmasıyla" tetiklenen bir rejim ya da iktidar değişikliği gündemde. Sovyet rejiminin kalıntısı liderlerin, kişisel güçleriyle ve sadık kadrolarıyla ayakta tutmaya çalıştığı otoriter rejimler renk renk "devrim"lerle devriliyor. İpleri tamamen elinden kaçırmış olan Boris Yeltsinin yerini
Geçen gün TOBB toplantısında konuşan Başbakan Erdoğan öncelikle yerli "çıkar çevreleri"ni ve özellikle de TÜSİADı hedef aldı. Sayın Başbakan, medyaya da "düğmeye basanlar" arasında özel bir yer veriyor. Washingtonda yapılan bir toplantıda da AKP ve Neo - Conlar medyayı suçlama konusunda birleşmiş (Vatan, 24.3.2005). Yaramaz medya o toplantıda da yerinde durmamış ve "düğmeye basma" iddiasını "karanlıklar prensi" Richard Perlee sormuş. Richard Perle şöyle cevap vermiş bu soruya: "Hükümetleri düşürecek bir düğmemiz olsaydı dünyanın dört yanında hükümetlerin düştüğünü görürdünüz. Ancak Türk hükümeti bunlardan biri olmazdı. "(Milliyet, 24.3.2005) Başbakan Erdoğan, her şey yolunda giderken "birileri"nin "düğmeye bastığına" ve Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarını yıpratma kampanyasını başlattığına iyice inanmış görünüyor. Düğmeye kimlerin bastığı konusunda da oluşmuş bir fikre sahip Sayın Erdoğan, "çıkar çevreleri" diyor. Çıkarları bozulduğu için düğmeye basmış "çıkar çevreleri" ve hükümete karşı bir muhalefet dalgası başlamış. Eğer Perlein dediği doğruysa ve tek başına dünyaya hükmetme iddiasındaki ABD bile bir düğmeye basarak hükümet düşürecek kudrete ya da teknolojiye sahip
Devasa boyutlardaki bu mali servetin nemalanması için çaba harcayan fon yöneticileri olası ekonomik, politik, jeopolitik, demografik gelişmeleri hatta bazen olası doğal felaketleri hesaba katarak çeşitli senaryolar kuruyor ve buna göre yatırımcıları yönlendirmeye çalışıyor. Fon sahibi olan kişi ve kurumlar da kendi değerlendirmelerini yaparak yatırım kararlarını veriyor. Uluslararası para ve sermaye piyasalarında binlerce fon yöneticisi milyonlarca yatırımcının parasını en iyi biçimde nemalandırmak için çaba harcıyor. Finans devi Merrill Lynch ile Cap Gemini adlı danışmanlık kuruluşunun ortaklaşa gerçekleştirdikleri araştırmaya göre 2003 yılında dünyadaki 7.7 milyon dolar milyonerinin net mali varlığı 28.8 trilyon doları buluyordu. 2004 verileri henüz açıklanmadı ama dolar milyonerlerinin net mali varlığının geçen yıl 30 trilyon doları aştığı tahmin ediliyor. Mali piyasalarda nema peşinde koşan paranın yalnızca bir bölümünü oluşturan bu rakam ABDnin toplam milli gelirinin yaklaşık üç katı, dünyanın toplam gelirinin ise % 75ine eşit. Dev boyuttaki finansal kaynakların nereden nereye akacağı, hangi tür yatırım araçlarının ne kadar ilgi göreceği de bu süreç içinde belirlenmiş
Çin atak yaparken Türkiye bocalıyor Bu yöntemle piyasa savaşçısı yetiştirmek, demokrasi kültürüne sahip ülkelerde tekrarlanabilecek bir uygulama değil herhalde ama Çinin ekonomide nasıl atılım yaptığını ve dünyayı tehdit eder bir konuma geldiğini merak edenlerin ilgisini çekebilecek bir ayrıntı. BBC Worldde izlediğim bir programda binlerce, belki de on binlerce Çinli gencin zorunlu olarak katıldığı, askeri disiplinle yönetilen bir kamptan izlenimler aktarılıyordu. Kampta, asgari ihtiyaçları karşılanarak yaşayan gençlere zor işler yaptırılıyor, böylelikle fiziki ve ruhi dirençleri sınanıyordu. Kampın amacını bir bayan yönetici şöyle açıklıyordu: "Piyasa ekonomisinde ayakta kalabilmek için her Çinli gencin her türlü zorluğu yenmeyi öğrenmesi lazım. Bu kamp onlara bunu öğretiyor." Öte yandan Çinin bilim ve teknolojide öne çıkmak için harcadığı çaba Amerikayı bile ürkütmeye başladı. Çinin her yıl mezun ettiği mühendis sayısı ABDdekinin dört katına yakın. Araştırma - Geliştirme harcamalarına dünyada en fazla kaynak ayıran üçüncü ülke konumuna gelen Çin, Dünya Ekonomik Forumunun Bilgi Teknolojisine Uyum endeksine göre yaptığı sıralamada da bir yılda 11 basamak atlayarak 41. sıraya
ABD Iraka iki yıl önce saldırdı. Başkan Bushun Almanya ve Fransa gibi geleneksel müttefiklerinin itirazını hiçe sayarak başlattığı saldırının başlıca gerekçesi, Saddam Hüseyinin sahip olduğu kitle imha silahlarıyla insanlık için büyük bir tehdit oluşturduğu iddiasıydı. Savaşın başlangıcında İngiltere 45 bin askerle ABDye destek verirken ABD ve İngiltere dışında 36 ülkenin az sayıda askerle katıldığı "koalisyon" güçlerinin toplam asker sayısı 170 bindi. İki yıl sonra çok parlak (!) bir bilanço var karşımızda. Irak savaşta kolayca yenildi ama kitle imha silahları bir türlü bulunamadı. Savaşta ve hâlâ sürmekte olan ayaklanmada (18 marta kadar) 1,518 Amerikan askeri öldü, yaralı sayısı 11,300e yaklaştı. Ölen İngiliz askeri sayısı 86yı, diğer ülkelerden ölen asker sayısı 91i, Iraklı olmayan sivillerin kaybı 257yi buldu. Ölen ve yaralanan Iraklı asker sayısı konusunda sağlıklı bilgiler yok. Ölen Iraklı sivillerin sayısıyla ilgili tahminler ise 20 binle 100 bin arasında değişiyor. Bugün Irakta görev yapan asker sayısı 175 bin dolayında ve bunlardan yalnızca 8,900ü İngiliz askeri. Irakta asker bulunduran ülke sayısı da 38den 24e inmiş durumda. Yapılan kamuoyu yoklamalarına göre, iki yıl
Ekonominin hızla büyüdüğü ve enflasyonun aşağı gittiği bir ülkede, çoğu kimsenin yüzünün güldüğü, halinden memnun olduğu bir ortamın oluşması beklenebilir. Gelin görün ki şu anda Türkiyedeki genel hava hiç de bu izlenimi vermiyor insana. Yakınan, halinden şikayet edenler sanki çoğunlukta. Bu gidişatın yeni bir krize yol açacağını düşünenler de hayli fazla.Önceki akşam Taksimden bindiğim taksiye Levente gitmek istediğimi söylediğimde "abi yolu tarif ederseniz götüreyim" dedi, gençten şoför. Taksi şoförlüğü ne yazık ki meslek olmaktan çıkıp her cins adamın keyfine göre yaptığı bir iş haline geldiği için fazla yadırgamadım. Yolu tarif ederken "nerenin arabası" olduğunu sordum. Durağı Bakırköydeymiş, kendisi de konfeksiyon mağazası artık iş yapmadığı için taksiciliğe başlamış. Konfeksiyon işinin çok zorlaştığını, bazı markalı ürünlerin bile iki yıl öncesinden düşük fiyatlarla satılabildiğini, küçük mağazaların yaşama şansı kalmadığını anlattı yol boyunca.İstanbulu tanımayan taksicinin yakınması aslında büyük tablonun bir parçası. Türkiye ekonomisi dışa açık bir düzen içinde büyürken kapsamlı bir değişim geçiriyor aynı zamanda. Özellikle Çinin ve rekabetçi fiyatlarla piyasaya giren
Öncü sarsıntılar sıklaşmaya başladı Aynı şeyleri para, sermaye ve döviz piyasaları için de söylemek mümkün günümüzde. Çok sayıda oyuncunun sonucu etkileyebildiği, çok karmaşık bir nitelik kazanan bu piyasalardaki kırılganlık noktalarını ve olası depremleri kestirmek mümkün ama büyük sarsıntının anını saptamak olanaksız. Ancak bu gergin bekleyiş sürerken sergilenen davranışların yarattığı küçük sarsıntıları büyük sarsıntının habercisi olarak algılamak mümkün. Beklenen bir depremin ne zaman olacağını önceden bilmek ne yazık ki olanaksız. Hangi faylarda enerji birikimi olduğunu ve bunun hangi büyüklükte bir sarsıntıya yol açabileceğini tahmin edebiliyor deprem uzmanları ama depremin ne zaman olacağını söyleyemiyor. Giderek sıklaşan küçük sarsıntılar ise bazen yaklaşmakta olan büyük depremin habercisi olabiliyor. Bunun ilginç bir örneği dünya döviz piyasalarında yaşanıyor. Son üç yılda özellikle Avrupa Birliğinın parası olan euro karşısında değer kaybeden Amerikan dolarının yeniden büyük bir düşüş yaşayacağı yolundaki tahminler bir süreden beri yapılıyor ama olası bir dolar depreminin ne zaman ve hangi büyüklükte olacağını kestirmek kolay değil. Ancak son aylarda döviz piyasalarında