<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Yıllardan beri yana yakıla yüksek enflasyonun orta sınıfı yok ettiğini söyleyen, sürekli devalüasyonların paramızı pul etmesinden yakınan biz değildik sanki. Şimdi çok farklı bir tablo var karşımızda, sürekli olarak değer kaybetmesine alıştığımız Türk lirası geçen yıldan beri değer kazanıyor, 2001 krizinde üç haneli rakamlara tırmanan enflasyonun tek haneli rakamlara inmesinden söz ediliyor. Yakınmalara neden olan tablo tamamen değişmiş durumda ama çoğu kimse hâlâ halinden memnun değil. Üç yıl önce yaşanan 19 Şubat şokunu izleyen günlerde "yüzde 40 fakirleştik" diye yeri göğü inletenler şimdi TL'nin değerlenmesine bakarak "aman ne iyi oldu, şu kadar zenginleştik" diye bayram etmiyor.
Buna karşılık enflasyondaki düşüşü kuşkuyla karşılayanların ve TL'nin değerlenmesinin ciddi sorunlara yol açacağından kaygı duyanların sesi daha çok çıkıyor.
Olayın bir boyutu alışkanlıklarla ilgili bence. Yüksek enflasyonun süreklilik kazandığı ve kurdaki gelişmelerin çoğu zaman enflasyonu izlediği, izleyemediği dönemlerin sonunda da kur şoklarının yaşandığı uzunca bir dönemin alışkanlıkları hâlâ etkisini sürdürüyor. Hesabını kitabını bu alışkanlıklara dayandıranlar, yeni
Evet bunların hepsi henüz sonuca varmamış süreçler ama yıllardan sonra sonuca ilk kez bu kadar yaklaşıldığını düşünerek "neden AKP?" sorusunu sorabiliriz her halde.Bu soruyu bir - iki cümleyle yanıtlamanın mümkün olmadığını bildiğim için cevaba yardımcı olabilecek birkaç fikri ortaya atmakla yetineceğim. Bana öyle geliyor ki AKP, kendinden önceki siyasi partilerin yapamadıklarını yapmaya aday çünkü:• Kendisini statükonun koruyucusu olarak görmüyor.• Dış dünyanın Türkiyeye tanıdığı alanı gerçekçi biçimde algılayabiliyor.• Dış dinamikleri Türkiyedeki değişimi destekleyecek biçimde kullanabiliyor.• Lehinde ve aleyhinde olan güçleri pragmatik bir yaklaşımla dengeleyebiliyor. Son günlerde duyduklarımdan ve okuduklarımdan anladığım kadarıyla, dünyanın kronikleşmiş çözümsüz sorunları arasında mümtaz bir yeri bulunan Kıbrıs sorununda bir çözüme doğru gidiş umudu belirmiş durumda. Kafama şu soru takılıyor ister istemez: Bunca yılda, bunca siyasetçinin yapmadığını yapmak Tayyip Erdoğana ve AKPye mi nasip olacak şimdi? Benzer bir soruyu Türkiyenin Avrupa Birliği ile tam üyelik müzakerelerine başlaması ve enflasyonun tek haneli rakamlara inmesi gibi ihtimalleri (olasılıkları) düşünerek de
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Son günlerde duyduklarımdan ve okuduklarımdan anladığım kadarıyla, dünyanın kronikleşmiş çözümsüz sorunları arasında mümtaz bir yeri bulunan Kıbrıs sorununda bir çözüme doğru gidiş umudu belirmiş durumda. Kafama şu soru takılıyor ister istemez: Bunca yılda, bunca siyasetçinin yapmadığını yapmak Tayyip Erdoğan'a ve AKP'ye mi nasip olacak şimdi? Benzer bir soruyu Türkiye'nin Avrupa Birliği ile tam üyelik müzakerelerine başlaması ve enflasyonun tek haneli rakamlara inmesi gibi ihtimalleri (olasılıkları) düşünerek de sorabiliriz.
Evet bunların hepsi henüz sonuca varmamış süreçler ama yıllardan sonra sonuca ilk kez bu kadar yaklaşıldığını düşünerek "neden AKP?" sorusunu sorabiliriz her halde.
Bu soruyu bir - iki cümleyle yanıtlamanın mümkün olmadığını bildiğim için cevaba yardımcı olabilecek birkaç fikri ortaya atmakla yetineceğim. Bana öyle geliyor ki AKP, kendinden önceki siyasi partilerin yapamadıklarını yapmaya aday çünkü:
• Kendisini statükonun koruyucusu olarak görmüyor.
• Dış dünyanın Türkiye'ye tanıdığı alanı gerçekçi biçimde algılayabiliyor.
Dün sabah, gençliğimin geçtiği semtte, çeyrek yüzyıllık sevgilimle kolkola yürürken kırk yıllık bir dosta rastladım. Onun da gençliği benim gibi Bebekte geçmişti. Lise yıllarında başlayan dostluğumuz sonraki yıllarda da sürmüş, aramızdaki fikir paylaşımı kanalları hep açık kalmıştı. Kar beyazlığının yanı sıra soğuktan korunmak için giydiğimiz şapkamsı şeylerin de tanımayı güçleştirdiği ortamda birbirimizi tanıyıp merhabalaştığımızda, önce böylesine güzel bir sabahta Bebekte yeniden buluşabilmenin mutluluğunu paylaştık. Ancak finans sektöründe üst düzey görevlerde bulunan dostumun yüzündeki mutluluk ifadesinin farklı bir nedeni de vardı sanki. "Stratejik mutluluk" diye tanımladı kendisi. Bizim çocukluk yıllarımızdan beri gündemde olan ve dünyanın kronikleşmiş çözümsüz sorunları arasında mümtaz bir yeri bulunan Kıbrıs sorununda çözüme doğru giden yolun sonunda açılmış görünmesini "stratejik mutluluk" diye tanımlıyordu dostum. Dikkatli okurlarımın fark etmiş olacağı gibi, Kıbrıs sorunu benim hiç bulaşmadığım bir konu. Köşe yazarlarının her güncel konuda ahkam kesme alışkanlığına direnerek bu konuda hiç bir şey yazmadım bugüne dek. Bunun bir nedeni Kıbrısın Türkiye için önemini öteden
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Dün sabah, gençliğimin geçtiği semtte, çeyrek yüzyıllık sevgilimle kolkola yürürken kırk yıllık bir dosta rastladım. Onun da gençliği benim gibi Bebek'te geçmişti. Lise yıllarında başlayan dostluğumuz sonraki yıllarda da sürmüş, aramızdaki fikir paylaşımı kanalları hep açık kalmıştı. Kar beyazlığının yanı sıra soğuktan korunmak için giydiğimiz şapkamsı şeylerin de tanımayı güçleştirdiği ortamda birbirimizi tanıyıp merhabalaştığımızda, önce böylesine güzel bir sabahta Bebek'te yeniden buluşabilmenin mutluluğunu paylaştık. Ancak finans sektöründe üst düzey görevlerde bulunan dostumun yüzündeki mutluluk ifadesinin farklı bir nedeni de vardı sanki. "Stratejik mutluluk" diye tanımladı kendisi. Bizim çocukluk yıllarımızdan beri gündemde olan ve dünyanın kronikleşmiş çözümsüz sorunları arasında mümtaz bir yeri bulunan Kıbrıs sorununda çözüme doğru giden yolun sonunda açılmış görünmesini "stratejik mutluluk" diye tanımlıyordu dostum.
Bıktırıcı gündem: Kıbrıs
Dikkatli okurlarımın fark etmiş olacağı gibi, Kıbrıs sorunu benim hiç bulaşmadığım bir konu. Köşe yazarlarının her güncel konuda ahkam kesme alışkanlığına direnerek bu konuda hiç bir şey yazmadım bugüne
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
ABD dolarının yakın geleceğinin de tartışıldığı G - 7 toplantısından çıkan sonucu en iyi özetleyen başlığı Financial Times yazarı Wolfgang Münchau attı: "Hiçbir şeyi değiştirmeyecek bir sonuç". Konunun uzmanı olan Münchau'ya göre ABD ve Avrupa, doların düşmesine yol açan politikalarında hiçbir değişiklik yapma vaadinde bulunmadan "kurlarda istikrar"dan söz etmişler ve özellikle Çin'i kastederek "bazı ülkelerin esnek kur rejimine geçmeleri gerektiğini" belirtmişlerdi. Çin'in yakın bir gelecekte dalgalı kur rejimine geçmek niyetinde olmadığını da herkes biliyordu. Kısacası doların düşüşünü önleyecek somut bir şey yoktu ortada. Nitekim uluslararası piyasalar da sonucu böyle algıladı ve dolar değer yitirmeye devam etti. Bu tamamen sezgisel ve spekülatif bir tahmin ama, bana öyle geliyor ki bu yıl içinde doların düşüşünü durdurabilecek en önemli gelişme, Başkan Bush'un yeniden seçilme şansının iyice azalması olabilir.
Siyasi istikrar grafiği
Bu köşenin sürekli okurları aşağıdaki grafiğe bakıp "biz bunu daha önce görmemiş miydik?" diye sorabilirler. Evet bu grafik 'Siyasal risk derecesi' başlığıyla geçen pazar (8 Şubat) günü bu köşede yer alan yazımda da
Aynı çevreler, Irakta çıkmaza saplanan ve yeniden başkan seçilme şansı azalmakta olan George W. Bushun ortaya attığı, Büyük Ortadoğu Projesine de bulunmaz bir nimet gibi sarılarak Türkiyenin bu projede oynayacağı rolün önemini vurgulamaya başladılar. Onlara göre bu büyük proje, Fastan Afganistana kadar uzanan bölgedeki halkların demokrasiye, insan haklarına ve ekonomik kalkınmaya duydukları özlemi karşılamaya yönelik bir dönüşüm projesi. Başkan Busha akıl hocalığı yapan Neo - Conların ham hayallerini yansıtan ve birinci amacı ABDnin bölgedeki hakimiyetini pekiştirmek olan bu büyük projenin, Bushun seçim propagandasına katkıda bulunmak için ortaya atılmış olması muhtemel. Bu nedenle fazla ciddiye alınıp üzerine atlanacak bir tarafı yok. Ama daha da önemlisi, Türkiyenin bütünleşmeye çalıştığı Avrupa Birliğinin bu projeyi benimseme olasılığı son derecede düşük, çünkü ABDnin Büyük Ortadoğu Projesi, Fastan İsraile uzanan Akdeniz bölgesinde barışın ve bütünleşmenin sağlanmasını ve Filistin sorununa çözüm bulunmasını amaçlayan ABnin Barcelona İnisyatifine rakip olabilecek bir proje. Bu oltaya takılmadan bunları da düşünmekte yarar var. Başbakan Tayyip Erdoğanın Irak savaşının fikrî
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Başbakan Tayyip Erdoğan'ın Irak savaşının fikrî mimarı Neo - Con'ların (Yeni Muhafazakâr'ların) kalesi olarak bilinen American Enterprise Institute'da bir konuşma yapmasını ve bu konuşmayı yapmak üzere Erdoğan'ı övgülerle kürsüye davet eden kişinin, Ortadoğu halklarını silah gücüyle güdülmesi gereken bir sürü gibi gören Richard Perle olmasını gayet doğal bir olay gibi yansıttı Sayın Erdoğan'ın çevresi ve AKP'ye yakın medya.
Aynı çevreler, Irak'ta çıkmaza saplanan ve yeniden başkan seçilme şansı azalmakta olan George W. Bush'un ortaya attığı, 'Büyük Ortadoğu Projesi'ne de bulunmaz bir nimet gibi sarılarak Türkiye'nin bu projede oynayacağı rolün önemini vurgulamaya başladılar. Onlara göre bu büyük proje, Fas'tan Afganistan'a kadar uzanan bölgedeki halkların demokrasiye, insan haklarına ve ekonomik kalkınmaya duydukları özlemi karşılamaya yönelik bir dönüşüm projesi. Başkan Bush'a akıl hocalığı yapan Neo - Con'ların ham hayallerini yansıtan ve birinci amacı ABD'nin bölgedeki hakimiyetini pekiştirmek olan bu büyük projenin, Bush'un seçim propagandasına katkıda bulunmak için ortaya atılmış olması muhtemel. Bu nedenle fazla ciddiye alınıp üzerine atlanacak bir