"Ancak" diyor Ahmet Bayraktar, "Parça üreterek ve montaj yaparak varacağımız yerin bir sınırı var." Bu sınırı aşmak için katma değerin büyük bölümünün üretildiği tasarım alanında, bilgiye dayalı yeniliklerin yaratıldığı alanda da varlık göstermemiz gerektiğini belirten Bayraktar, Türkiyedeki insan malzemesinin böyle bir açılıma yatkın olduğunu, ancak konunun öneminin henüz yeterince kavranmadığını söylüyor. İş aleminden pek çok kişiyle tanıştım yıllar içinde. Geçen hafta aramızdan ayrılan Doğan (Gönül) Beyin hayata ve insanlara yakınlık bakımından farklı bir yeri vardı benim gözümde. Asık yüzlü, olumsuz ifadeli halini hiç hatırlamıyorum. Otomobil tutkunu olan ve ülkemizde otomotiv sanayiinin kuruluşuna öncülük eden ekibin içinde yer alan Doğan Beyin cenazesinde TAYSAD Başkanvekili Ahmet Bayraktarla karşılaştık. Hayatta olsaydı herhalde Doğan Beyi de sevindirirdi Ahmet Bayraktarın verdiği müjde: "Otomotiv ihracatımız bu yıl 6.5 milyar doları, 2004te de 8 milyar doları bulacak" dedi, sanayideki gelişmeleri içinden izleyen Ahmet Bey. Rakamlara dönüp baktım, 1993 yılında 8.000 otomobil ihraç eden Türkiyenin otomobil ihracatı on yıl sonra 500 bin adede dayanmış durumda. Yan sanayideki
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
İş aleminden pek çok kişiyle tanıştım yıllar içinde. Geçen hafta aramızdan ayrılan Doğan (Gönül) Bey'in hayata ve insanlara yakınlık bakımından farklı bir yeri vardı benim gözümde. Asık yüzlü, olumsuz ifadeli halini hiç hatırlamıyorum. Otomobil tutkunu olan ve ülkemizde otomotiv sanayiinin kuruluşuna öncülük eden ekibin içinde yer alan Doğan Bey'in cenazesinde TAYSAD Başkanvekili Ahmet Bayraktar'la karşılaştık. Hayatta olsaydı herhalde Doğan Bey'i de sevindirirdi Ahmet Bayraktar'ın verdiği müjde: "Otomotiv ihracatımız bu yıl 6.5 milyar doları, 2004'te de 8 milyar doları bulacak" dedi, sanayideki gelişmeleri içinden izleyen Ahmet Bey. Rakamlara dönüp baktım, 1993 yılında 8.000 otomobil ihraç eden Türkiye'nin otomobil ihracatı on yıl sonra 500 bin adede dayanmış durumda. Yan sanayideki gelişmeyle birlikte Türkiye son on yıldaki en büyük atılımı bu alanda gerçekleştirmiş görünen Türkiye artık dünya otomotiv sanayiinin "seçilmiş" ülkelerinden biri konumunda.
"Ancak" diyor Ahmet Bayraktar, "Parça üreterek ve montaj yaparak varacağımız yerin bir sınırı var." Bu sınırı aşmak için katma
Yirmi küsur yıldır ekonomideki gelişmeleri yakından izlemiş olmanın belleğimde bıraktığı derin izler olmasaydı belki ben de şu sıcak yaz günlerini iyimserliğin rehaveti içinde geçirebilir, daha da güzel günlerin bizi beklediğini düşünerek izne çıkabilirdim. Ne yazık ki bunu gene başaramayacağım galiba, çünkü belleğim araya giriyor. 2000 yılı yazının da bu yılkine benzer bir rehavet ve iyimserlik içinde geçtiğini, IMF takvimindeki gecikmelerin o zaman da hafife alındığını ve o ortamda benim, neden kaygılı olduğumu açıklayan bir yazı yazarak izne çıktığımı anımsıyorum. Bu kaygılarımın boşuna olmadığını 2000 yılının kasımında ve onun uzantısında 2001 yılında yaşananlar göstermişti. Yaz sıcağının getirdiği rehavet, ekonomiden yansıyan olumlu göstergelerle birleşince iyimserliğe susamış olanlara gün doğdu. Krizler ülkesi Türkiye, felaket tellallarını utandıracak bir gelişme içindeydi sanki. Yoksa beklenen gün gelmiş, Türkiye ekonomisi yıllar sonra, düşen enflasyonla yükselen büyümeyi, değerlenen TL ile ihracat atılımını aynı anda gerçekleştirmenin yolunu bulmuş muydu? Dünya Gazetesi Ekonomik Araştırmalar Birimi'nin deyimiyle, "40 yılda bir gelecek bir fırsat" mı yakalanmıştı ekonomide?
<#comment>#comment>
<#comment>#comment> Yaz sıcağının getirdiği rehavet, ekonomiden yansıyan olumlu göstergelerle birleşince iyimserliğe susamış olanlara gün doğdu. Krizler ülkesi Türkiye, felaket tellallarını utandıracak bir gelişme içindeydi sanki. Yoksa beklenen gün gelmiş, Türkiye ekonomisi yıllar sonra, düşen enflasyonla yükselen büyümeyi, değerlenen TL ile ihracat atılımını aynı anda gerçekleştirmenin yolunu bulmuş muydu? Dünya Gazetesi Ekonomik Araştırmalar Birimi'nin deyimiyle, "40 yılda bir gelecek bir fırsat" mı yakalanmıştı ekonomide?
Yirmi küsur yıldır ekonomideki gelişmeleri yakından izlemiş olmanın belleğimde bıraktığı derin izler olmasaydı belki ben de şu sıcak yaz günlerini iyimserliğin rehaveti içinde geçirebilir, daha da güzel günlerin bizi beklediğini düşünerek izne çıkabilirdim. Ne yazık ki bunu gene başaramayacağım galiba, çünkü belleğim araya giriyor. 2000 yılı yazının da bu yılkine benzer bir rehavet ve iyimserlik içinde geçtiğini, IMF takvimindeki gecikmelerin o zaman da hafife alındığını ve o ortamda benim, neden kaygılı olduğumu açıklayan bir yazı yazarak izne çıktığımı anımsıyorum. Bu kaygılarımın boşuna olmadığını 2000 yılının
2004 yılı sonuna kadar çok sayıda uluslararası festivale katılıp ünlü şeflerle ve orkestralarla çalacak olan Fazıl Say asıl büyük olayı ise kendisi gibi bir klasik müzik havarisi olan Maxim Vengerov'la vereceği konserlerle yaratacak. Halen dünyanın önde gelen keman virtüözlerinden biri olan Vengerov'la Say'ın ortak konserleri bu yılın ekim ayında Vaduz (Lichtenstein)'da başlayacak ve bu heyecan verici ikili 2004 yılında Almanya'dan Rusya'ya, İspanya'dan Yunanistan'a, Viyana'dan Londra'ya, Amsterdam'dan New York'a uzanan geniş bir coğrafyada 30'un üzerinde konser verecek. İkili, ilgiyle beklenen bu konserlere paralel olarak EMI plak şirketiyle kayıt çalışmaları da yapacak.Klasik müzik evreninde iyi bir yer yapma yolundaki Fazıl Say'ı biraz da müzik adına yaptıklarıyla ele alıp değerlendirsek ve övsek ya da eleştirsek herhalde çok daha iyi olacak. Sanatçı eleştiriyle yaşar, biraz da belki kıskançlık kokan ucuz dedikodular ve karalama çabaları ise sanatçıyı yaralar. Türkiye'de ne yazık ki daha çok tartışma yaratan çıkışları ile gündeme getirilen dünyaca ünlü piyanistimiz Fazıl Say önümüzdeki dönemde klasik müzik evreninde ses getirecek fevkalade iddialı bir programa hazırlanıyor.
<#comment>#comment>
<#comment>#comment> Türkiye'de ne yazık ki daha çok tartışma yaratan çıkışları ile gündeme getirilen dünyaca ünlü piyanistimiz Fazıl Say önümüzdeki dönemde klasik müzik evreninde ses getirecek fevkalade iddialı bir programa hazırlanıyor. Klasik müziği ülkemizde daha geniş bir kitleye sevdirmek için yoğun çaba harcayan Fazıl Say'ın önümüzdeki 18 ayı kapsayan programı onu dünya müzik arenasında farklı bir yere sıçratabilecek nitelikte.
2004 yılı sonuna kadar çok sayıda uluslararası festivale katılıp ünlü şeflerle ve orkestralarla çalacak olan Fazıl Say asıl büyük olayı ise kendisi gibi bir klasik müzik havarisi olan Maxim Vengerov'la vereceği konserlerle yaratacak. Halen dünyanın önde gelen keman virtüözlerinden biri olan Vengerov'la Say'ın ortak konserleri bu yılın ekim ayında Vaduz (Lichtenstein)'da başlayacak ve bu heyecan verici ikili 2004 yılında Almanya'dan Rusya'ya, İspanya'dan Yunanistan'a, Viyana'dan Londra'ya, Amsterdam'dan New York'a uzanan geniş bir coğrafyada 30'un üzerinde konser verecek. İkili, ilgiyle beklenen bu konserlere paralel olarak EMI plak şirketiyle kayıt çalışmaları da yapacak.
Klasi
Şimdi bu ilk bir haftalık temasları sonucunda nasıl bir izlenim edindi acaba Bay Moghadam? Türkiye'nin işadamıyla, işçi kesimiyle, bakanıyla, bürokratıyla uygulanan ekonomik programa odaklanmış, bu programı hedeflerine ulaştırmaya kararlı bir ülke olduğu izlenimini mi edindi, yoksa farklı şeyler mi düşündü? İran kökenli bir İngiliz vatandaşı olan Bay Moghadam'ın kafasından geçenleri bilmiyoruz ama onun neler düşünmüş olabileceğini kestirmek için nasıl bir tabloyla karşılaştığını hatırlamaya çalışalım. Artık alıştık, Uluslararası Para Fonu (IMF) heyeti Türkiye'deki gidişatı "gözden geçirmeye" geldiğinde önce İstanbul'a uğrayıp ekonomik hayatın içinde rol alan kesimlerin temsilcileriyle görüşüyor, onların izlenimlerini alıyor, uygulanan ekonomik program karşısındaki tavırlarını öğrenmeye çalışıyor; daha sonra Ankara'ya geçip resmi görüşmelere başlıyor ve rakamlara eğiliyor. Zaman zaman işçi kesiminin temsilcileriyle de görüşüyor IMF heyeti. IMF Türkiye Masası'nın yeni şefi Rıza Moghadam da bu geleneği bozmadı ve ilk Türkiye ziyaretine İstanbul'da TÜSİAD, MÜSİAD, TİM (Türkiye İhracatçılar Meclisi) ve Bankalar Birliği gibi özel sektörü temsil eden kuruluşların yöneticileriyle
<#comment>#comment>
<#comment>#comment> Artık alıştık, Uluslararası Para Fonu (IMF) heyeti Türkiye'deki gidişatı "gözden geçirmeye" geldiğinde önce İstanbul'a uğrayıp ekonomik hayatın içinde rol alan kesimlerin temsilcileriyle görüşüyor, onların izlenimlerini alıyor, uygulanan ekonomik program karşısındaki tavırlarını öğrenmeye çalışıyor; daha sonra Ankara'ya geçip resmi görüşmelere başlıyor ve rakamlara eğiliyor. Zaman zaman işçi kesiminin temsilcileriyle de görüşüyor IMF heyeti. IMF Türkiye Masası'nın yeni şefi Rıza Moghadam da bu geleneği bozmadı ve ilk Türkiye ziyaretine İstanbul'da TÜSİAD, MÜSİAD, TİM (Türkiye İhracatçılar Meclisi) ve Bankalar Birliği gibi özel sektörü temsil eden kuruluşların yöneticileriyle görüşerek başladı. Daha sonra Ankara'ya geçip ekonomi yönetimi ile görüşmelere geçti.
Şimdi bu ilk bir haftalık temasları sonucunda nasıl bir izlenim edindi acaba Bay Moghadam? Türkiye'nin işadamıyla, işçi kesimiyle, bakanıyla, bürokratıyla uygulanan ekonomik programa odaklanmış, bu programı hedeflerine ulaştırmaya kararlı bir ülke olduğu izlenimini mi edindi, yoksa farklı şeyler mi düşündü? İran kökenli bir İngiliz vatandaşı olan Bay Moghadam'ın