Bu fikir fukaraları, savaşa karşı çıkanların neden böyle davrandığını düşünmeye bile gerek görmeden, bütün savaş karşıtlarını aynı sepete koyup topluca alaya aldılar.Ben Saddam Hüseyin'e ve onun gibilere hiçbir dönemde sempati duymamış biri olarak, ABD'nin başına buyruk bir kararla Irak'a saldırmasına karşıydım. Çünkü savaşa ilke olarak karşı olmanın ötesinde, Irak saldırısının ABD'nin planladığı bir savaşlar zincirinin ilk halkası olduğunu görüyordum. ABD'nin Irak'ta bildiğini okuması ve istediği rejim değişikliğini savaş yoluyla gerçekleştirmesi halinde bunu diğer ülkelerdeki deneylerin izleyeceğini tahmin edebiliyordum. ABD şimdi giderek daha ucuza malolacak savaşlarla bütün ülkeleri, öncelikle de Ortadoğu ülkelerini hizaya getirme yoluna girmiştir. Buna karşı çıkmanın romantizmle, duygusallıkla falan hiç ilgisi yoktur. Amerikan tehdidi ve Tomahawk füzeleri, en dar görüşlü savaş borazancısının bile anlayabileceği kadar gerçektir. ABD'nin, geleneksel müttefiklerinin ve BM Güvenlik Konseyi'nin onayını almadan Irak'a saldırmasına karşı yükselen tepki, karşı tepkiyi de beraberinde getirdi. Savaşa karşı çıkanlara "Saddam yanlısı", "3. Dünyacı" ya da "romantik" gibi sıfatlar
<#comment>#comment> ABD'nin, geleneksel müttefiklerinin ve BM Güvenlik Konseyi'nin onayını almadan Irak'a saldırmasına karşı yükselen tepki, karşı tepkiyi de beraberinde getirdi. Savaşa karşı çıkanlara "Saddam yanlısı", "3. Dünyacı" ya da "romantik" gibi sıfatlar yakıştıranlar, ABD'nin beklenen zaferi elde etmesi üzerine daha da küstahlaştılar ve kendilerini iyice bir şey sanmaya başladılar.
Bu fikir fukaraları, savaşa karşı çıkanların neden böyle davrandığını düşünmeye bile gerek görmeden, bütün savaş karşıtlarını aynı sepete koyup topluca alaya aldılar.
Ben Saddam Hüseyin'e ve onun gibilere hiçbir dönemde sempati duymamış biri olarak, ABD'nin başına buyruk bir kararla Irak'a saldırmasına karşıydım. Çünkü savaşa ilke olarak karşı olmanın ötesinde, Irak saldırısının ABD'nin planladığı bir savaşlar zincirinin ilk halkası olduğunu görüyordum. ABD'nin Irak'ta bildiğini okuması ve istediği rejim değişikliğini savaş yoluyla gerçekleştirmesi halinde bunu diğer ülkelerdeki deneylerin izleyeceğini tahmin edebiliyordum.
ABD şimdi giderek daha ucuza malolacak savaşlarla bütün ülkeleri,
Anımsanacağı gibi Brezilya'da Lula'nın İşçi Partisi ve Türkiye'de Tayyip Erdoğan'ın Adalet ve Kalkınma Partisi, gelir dağılımının çok adaletsiz olduğu bir ortamda, ekonomik pastadan daha fazla pay alma özlemindeki kesimlerin güçlü desteğiyle iktidara gelmiş ve büyük umut yaratmıştı. Şimdi gelinen noktada Lula'nın başarılı göründüğünü, AKP'nın ise ciddi zaaf belirtileri sergilediğini görüyoruz. Bu karşılaştırmayı yaparken bir gerçeği teslim edelim ve AKP'nin özellikle dış sorunlar açısından, Brezilya'ya göre çok daha kritik tercihlerle karşı karşıya bulunan bir ülkede iktidarı devraldığını belirtelim. Buna karşılık AKP'nin görünürde çok güçlü bir parlamento desteği var, Lula'nın partisi ise azınlıkta ve önemli yasal düzenlemeleri ancak diğer partilerden destek alarak yapma olanağına sahip. İktidarda 100. gününü dolduran Brezilya Devlet Başkanı Luis Ignacio Lula da Silva'nın ülkesinde ve dünyada yarattığı olumlu beklentiler sürüyor, dünya basınında Lula ile ilgili övgü dolu yorumlar yapılıyor. Türkiye'de geçen yılın kasım ayında iktidara gelen AKP ile ilgili umutlar ise yerini kaygılı bir bekleyişe bırakmış durumda. Dış dünyada da, son haftalarda kendine hizmet edecek kadroları
<#comment>#comment> İktidarda 100. gününü dolduran Brezilya Devlet Başkanı Luis Ignacio Lula da Silva'nın ülkesinde ve dünyada yarattığı olumlu beklentiler sürüyor, dünya basınında Lula ile ilgili övgü dolu yorumlar yapılıyor. Türkiye'de geçen yılın kasım ayında iktidara gelen AKP ile ilgili umutlar ise yerini kaygılı bir bekleyişe bırakmış durumda. Dış dünyada da, son haftalarda kendine hizmet edecek kadroları oluşturma çabasına ağırlık vermiş olan AKP yönetiminin bundan sonra neler yapacağı, hangi yanlış adımları atacağı merak konusu.
Anımsanacağı gibi Brezilya'da Lula'nın İşçi Partisi ve Türkiye'de Tayyip Erdoğan'ın Adalet ve Kalkınma Partisi, gelir dağılımının çok adaletsiz olduğu bir ortamda, ekonomik pastadan daha fazla pay alma özlemindeki kesimlerin güçlü desteğiyle iktidara gelmiş ve büyük umut yaratmıştı. Şimdi gelinen noktada Lula'nın başarılı göründüğünü, AKP'nın ise ciddi zaaf belirtileri sergilediğini görüyoruz. Bu karşılaştırmayı yaparken bir gerçeği teslim edelim ve AKP'nin özellikle dış sorunlar açısından, Brezilya'ya göre çok daha kritik tercihlerle karşı karşıya bulunan bir ülkede iktidarı devraldığını belirtelim. Buna
Türkiyenin 2002deki büyüme performansı, bizim gibi kriz yaşayan diğer ülkelerin, kriz yılını izleyen yılda elde ettikleri büyümeye göre de başarılı. Güney Kore dışında en başarılı performansı Türkiye göstermiş. Doğru politikalar uygulandığında ekonomik sorunların aşılacağını ve bizim özel sektörün atılım potansiyelini kullanacağını iddia eden Kemal Derviş haklıymış galiba. DİE tarafından açıklanan 2002 yılına ilişkin milli gelir verileri, 2001 yılında % 7.5 oranında küçülen Türkiye ekonomisinin 2002de sabit fiyatlarla % 7.8 büyüdüğünü ortaya koydu. GSYİH (Gayri Safi Yurt İçi Hasıla)mızdaki bu hatırı sayılır büyümenin önemli ölçüde stok artışından kaynaklanması bir soru işareti yaratıyor ama özellikle 2002nin son çeyreğine ilişkin veriler, 2001 krizinin yıkıcı etkilerinin bu çeyrekte aşıldığını gösteriyor. 2002nin son çeyreğinde tarımda % 15.3lük, ticarette % 16.1lik, sabit sermaye oluşumunda % 22.2lik çarpıcı artışlar var. 2001den beri sürekli küçülen inşaat kesiminde bile büyüme başlamış, özel tüketimdeki artış da % 4.2ye yükselmiş. 2002de büyüme hızlanırken enflasyonun % 30un altına inmesi, ihracatın % 12 artarak 35 milyar doları bulması, faiz ödemelerinin milli gelire oranının
<#comment>#comment> DİE tarafından açıklanan 2002 yılına ilişkin milli gelir verileri, 2001 yılında % 7.5 oranında küçülen Türkiye ekonomisinin 2002’de sabit fiyatlarla % 7.8 büyüdüğünü ortaya koydu. GSYİH (Gayri Safi Yurt İçi Hasıla)mızdaki bu hatırı sayılır büyümenin önemli ölçüde stok artışından kaynaklanması bir soru işareti yaratıyor ama özellikle 2002’nin son çeyreğine ilişkin veriler, 2001 krizinin yıkıcı etkilerinin bu çeyrekte aşıldığını gösteriyor. 2002’nin son çeyreğinde tarımda % 15.3’lük, ticarette % 16.1’lik, sabit sermaye oluşumunda % 22.2’lik çarpıcı artışlar var. 2001’den beri sürekli küçülen inşaat kesiminde bile büyüme başlamış, özel tüketimdeki artış da % 4.2’ye yükselmiş. 2002’de büyüme hızlanırken enflasyonun % 30’un altına inmesi, ihracatın % 12 artarak 35 milyar doları bulması, faiz ödemelerinin milli gelire oranının % 23’ten % 19’a düşmesi ve 2001’de % 97’ye kadar çıkan kamu borcunun milli gelire oranının 2002 sonunda % 81’e gerilemesi de hep olumlu gelişmeler.
Türkiye’nin 2002’deki büyüme performansı, bizim gibi kriz yaşayan diğer ülkelerin, kriz yılını izleyen yılda elde ettikleri büyümeye göre de başarılı.
Bu belki de benim yakıştırmam ama İstanbul burjuvazisinin kalburüstü temsilcilerini ve 1980den bu yana siyaset sahnesinde ve bürokraside önemli görevlerde bulunmuş kişileri, cami avlusunda bir arada görünce bunları düşünmeden edemedim. Ekonomik istikrar özlemiyle, devleti küçültme ve enflasyonu düşürme vaatleriyle harcanan yıllar geçti gözümün önünden. Bu gelişmeleri izlerken gazeteci olarak kapıldığım umutları ve yaşadığım düş kırıklıklarını anımsadım. IMFye kaç tane niyet mektubu yazılmış, kaç istikrar programı yapılmıştı son 25 yılda? Ve bunların kaç tanesi saptanan hedeflere ulaşılmadan yarıda kalmıştı? Özel sektörümüzün seçkin temsilcileri kaç siyasi lidere umut bağlamıştı bu yıllar boyunca ve kaç kez düş kırıklığına uğramıştı? Kaç banka batmış, kamunun kaç parası batırılmıştı? Her cenazeye gittiğimde, belki de ölümü düşünmeye zorlandığım için, bir hüzün kaplar içimi. TC Merkez Bankasının eski başkanı Rüşdü Saracoğlunun babasının hafta içinde Teşvikiye Camiinden kaldırılan cenazesinde, tanıdık yüzler arasında dolaşırken, hüznün ötesinde farklı bir duyguya kapıldım, bazı sorular takıldı kafama. Türkiyenin kaderini belirlemiş, Türkiye ekonomisinin son 20 - 25 yılına damgasını
<#comment>#comment> Her cenazeye gittiğimde, belki de ölümü düşünmeye zorlandığım için, bir hüzün kaplar içimi. TC Merkez Bankası’nın eski başkanı Rüşdü Saracoğlu’nun babasının hafta içinde Teşvikiye Camii’nden kaldırılan cenazesinde, tanıdık yüzler arasında dolaşırken, hüznün ötesinde farklı bir duyguya kapıldım, bazı sorular takıldı kafama. Türkiye’nin kaderini belirlemiş, Türkiye ekonomisinin son 20 - 25 yılına damgasını vurmuş olan kadro, bu ayrıcalığını kaybetmek üzere olmanın gizli hüznünü mü yaşıyordu Teşvikiye Camii’nin avlusunda? İktidarın yeni sahibi AKP’nin icraatına ve son haftalarda yoğunluk kazanan kadrolaşma çabalarına gösterilen tepkinin ardında, dışlanma kaygısı mı yatıyordu?
Bu belki de benim yakıştırmam ama İstanbul burjuvazisinin kalburüstü temsilcilerini ve 1980’den bu yana siyaset sahnesinde ve bürokraside önemli görevlerde bulunmuş kişileri, cami avlusunda bir arada görünce bunları düşünmeden edemedim. Ekonomik istikrar özlemiyle, devleti küçültme ve enflasyonu düşürme vaatleriyle harcanan yıllar geçti gözümün önünden. Bu gelişmeleri izlerken gazeteci olarak kapıldığım umutları ve yaşadığım düş kırıklıklarını