Biliyorsunuz, bir şeyler kötü gitmeye başlayınca benim gibi “bardağın yarısı boş insanları” kötümserliklerini bir referans noktasına dayandırarak ölçme dürtüsüyle baş edemez. Bu bazen ülkeler olur, bazen de ürünler veya firmalar. The Economist dergisinde geçtiğimiz hafta çıkan bir yazıyı okurken de bu realite aklıma geldi. “Tim Cook Apple’ın Nokia’nın yoluna girmesini engelleyebilir mi?” başlıklı yazıyı benim zihnimin “Apple Nokia olur mu?” diye çevirmesi bununla doğrudan ilgili.2012 yılından bu yana teknoloji ile
ilgili yazıyorum, Apple ile ilgili en sert eleştirileri yaptığımda dahi, aynı yazı genelde pek huyum olmayan bir iyimserlik içerirdi. Çünkü Apple’ı teknoloji tarihinde farklı bir yere koyan net gerçekler var: ‘Henüz ihtiyacımız olduğunu bilmediğimiz’ ürünleri hayatımıza sokması, rakiplerin çıkardığı ürünlerin/özelliklerin pazarını büyütmesi ve benzeri olmayan bir marka aidiyeti yaratması gibi. Ancak bugün Apple, iyimserliklerin çok daha silik olduğu bir dönemden geçiyor; Economist’in analizi ışığında bunlara bakmaya çalıştım.
Önce yaşı küçük okurlar için Nokia’yı hatırlatayım. Finlandiyalı şirket 90’ların sonlarında yüzde 40’lık payı ile cep telefonu pazarını domine ediyordu. Telefonlar akıllı değildi, genelde asli görevlerini yapmaya çalışıyordu: Başka bir bireyi aramak. Nokia 3310’da yılan oynamak da bugünün dünyasında ‘kedi videosu izlemek’ gibiydi. Pil ömrü, sağlamlığı, entegre kamerası ile rakipsiz ve ikonik cihazlar üretmişlerdi.
Fakat Nokia, 2007’de çıkan iPhone’ları niş bir ürün olarak görmek ve akıllı telefon evrimine uyum sağlamakta gecikmek gibi kritik ‘büyük hantal şirket’ hatalarına imza attı. Bu yanlışlar zinciri sadece birkaç yıl içinde piyasa paylarının yüzde 40’tan 5’e gerilemesine neden olacaktı. Parlak bir dönemin en inovatif şirketi, inovasyonda ağır kalınca oyunun dışına itildi, hem de jet hızıyla.
Apple için de en çok korkulan faktörlerden biri aslında bu: Bugün onlar mı inovasyon liginde geri kalıyor? Apple uzun yıllar sonra takip edilen değil, yakalamaya çalışan rolde. Tüm bunlar Economist’in ifadesiyle ‘varoluşsal bir korkuya’ dönüşmüş durumda. Madde madde bakalım:
1 Tutulamayan vaatler:
Evet farkındayım, altıncı paragraftayım ve hâlâ yapay zekâ demedim. 2000’li yılların başındaki akıllı telefon devrimine çok benzer bir dönemden geçiyoruz. İnovasyonuyla Nokia’yı “bitiren” şirket bugün yapay zekâ alanında bir türlü rakiplerinin hızına yetişemiyor. Soru sorma hatasında bulunduğumuz Siri bize hâlâ ‘Hııaa’ diye yanıt veriyor. Bir yıl önce Apple Intelligence stratejisi açıklandığında 200 milyar dolarlık bir piyasa değeri artışı görülmüştü ancak bu heyecanın altı doldurulamadı.
2 iPhone ofsayta düşer mi?
Apple’ın gerçekten oyunu değiştirdiği anlarda hep yeniden icat edilen cihazlar ve tasarımları başroldeydi; iPhone, iPod, AirPod, iPad… Bugün Apple YZ’yi iPhone’a entegre etme çabası içindeyken rakipleri yapay zekayı telefonları gereksiz kılacak ürün dizaynlarıyla birleştirmek için çalışıyor. Open AI’ın bu iş için Apple efsanesi Sir Jonathan Ive ile anlaşması da hayatın cilvelerinden.
3 Finansal riskler:
Trump’ın bir gümrük savaşı başlatması Apple’ın Çin’deki varlığını bir anda bir zaaf haline getirdi. Öte yandan Google’ın tekel olduğuna karar veren hakim, Apple’ın da ekonomisini tehdit ediyor. Çünkü Google’ın Apple’a varsayılan arama motoru olmak için ödediği 20 milyar dolar risk altında. Apple Store’a açılan anti-tekel davası da 31 milyar dolarlık bir gelir kalemini tehlikeye atıyor.
Peki Apple bu gidişatı lehine çevirmek için neler yapabilir? Economist analizine göre YZ yarışında bir LLM şirketi satın almak için de geç kalındı; büyük oyuncular kapıldı, piyasada ya Çinli firmalar ya da küçük oyuncular var. Bu nedenle şirketin iOS duvarlarını biraz esneterek üçüncü parti LLM’lerle daha güçlü entegrasyonlar yapması olası.
Yine de Apple kritiğini bir olumlu not ile bitirelim. Bir çıkış yolu mevcut. Analistler “pahalı bir hayalkırıklığı” olarak görülen Vision Pro’nun, giyilebilir cihazlar hakkında şirkete kazandırdığı ‘bilgiyle” Apple’a YZ konusunda manevra şansı verebileceğini düşünüyor.
Ancak her ne olursa olsun şirketin kaderini, radikal hamleleriyle ün salmamış Tim Cook’un kendi alışkanlıklarıyla olan mücadelesi belirleyecek.