“Güçlü mesaj” neye yarar?

18 Şubat 2012

Diplomaside “güçlü mesaj”, sıkça kullanılan bir terim. Bunun en son örneği, önceki akşam BM Genel Kurulu’nun Suriye ile ilgili aldığı karar...
12’ye karşı 137 oyla alınan bu karar, Esad yönetiminin kendi halkına karşı giriştiği şiddet kampanyasını kınıyor ve onu bir an önce saldırılara son vermeye çağırıyor. Karar ayrıca daha önce Arap Birliği’nin sunduğu ve Beşar Esad’ın çekilmesini isteyen barış planını da destekliyor.
BM’nin 193 üyeli Genel Kurulu’nun büyük bir çoğunlukla Rusya, Çin ve İran’ın dahil olduğu ufak bir azınlığa karşı böyle bir karar alması, önemli bir olay. Ancak Güvenlik Konseyi kararlarının aksine, Genel Kurul’da alınan kararların “bağlayıcı” niteliği, yani yaptırım gücü yok. Dolayısıyla Suriye ile ilgili karar daha çok sembolik bir anlam taşıyor.
Diplomatlara göre, bu karar Suriye’ye “güçlü bir mesaj” gönderiyor. Bu mesaj, uluslararası camianın Esad’ı derhal ateşi kesmesi, içine düştüğü yalnızlığı dikkate alarak iktidarı bırakmasıdır.

BM dışında...
Evet, mesaj açık ve güçlü. Ama bunun “kıymeti harbiyesi” nedir?

Yazının Devamı

Tartışmak çatışmaktan iyidir

17 Şubat 2012

Ne diplomatik baskılar, ne de ekonomik yaptırımlar... Bunların hiçbiri İran’ı bir “nükleer güç” olma niyetinden vazgeçirmiyor.
Tahran yönetiminin, bütün engellemelere rağmen, belirlediği hedefe doğru yürümekte olduğunun son göstergesi, önceki gün canlı TV yayını ile dünyaya yansıtılan “nükleer teknoloji başarısı”...
Cumhurbaşkanı Ahmedinecad’ın hazır bulunduğu törende, İran’ın ürettiği yerli nükleer yakıt çubukları ve devreye soktuğu uranyum zenginleştirmeye yarayan “dördüncü nesil” santrifüjler sergilendi.
İran lideri böyle fiyakalı bir ortamda bu fırsatı Batılılara çatmak ve dünyaya meydan okumak için bir fırsat olarak kullanmayı ihmal etmedi.
Aslında bu olay İran’ın kendi başına geliştirdiği nükleer programında, adım adım ilerlemekte olduğunu gösterdi. Bu İran halkına moral ve cesaret veren bir mesaj olduğu kadar, dışa yönelik bir uyarı niteliğini de taşıyor.
* * *
İran’ın bu alanda şimdi geldiği noktaya bakıldığında, zamanı da ustalıkla kullandığı, bir yandan nükleer çalışmalarını “sessiz ve derinden” sürdürürken, diğer yandan uluslararası camiayı da bazı temas ve toplantılarla oynadığı görülüyor.

Yazının Devamı

Devrimin devamı

14 Şubat 2012

Geçen cumartesi, Mısır’da Hüsnü Mübarek’in devrilmesinin birinci yıldönümü idi. Devrimin henüz tamamlanmadığına inanan aktivistler, bu vesile ile halkı gene sokaklara dökülmeye ve şimdiki askeri yönetime karşı bir “sivil itaatsizlik” kampanyası ve genel grev ilan etmeye çağırdılar. Ancak bekledikleri sonucu alamadılar. Gösteriler geçen yıl Mübarek’in devrilmesine yol açan halk hareketleri ile kıyaslanmayacak kadar zayıftı. Halk “sivil itaatsızlık” ve grev fikrine karşı da soğuktu...
Bunun sebebi, sadece askeri konseyin olası protesto gösterilerine karşı sıkı güvenlik önlemleri alması değildi. İşin ilginç yanı, geçen yılki gösterilere katılan ve son seçimlerde siyasi gücünü gösteren Müslüman Kardeşlerin de, aktivistlerin çağrısına karşı çıkmasıdır. Kaldı ki, halkta da artık bir “gösteri yorgunluğu” ve de bu tür eylemlerin (özellikle grevlerin) mevcut ekonomik sıkıntıları büsbütün artıracağı endişesi var...
Peki, devrimci gençlerin halkı direnişe geçmeye çağırmasının nedeni nedir? Onlara göre, devrimin esas amacı olan rejim değişikliği ve demokrasi, gerçekleşmekten uzak. Mübarek’in askeri ve siyasi kadroları hâlâ işbaşında. Generaller iktidarı sürdürmek niyetinde... Bu

Yazının Devamı

Bedelini hep halk öder...

11 Şubat 2012

Yunanistan’ın halen içine düştüğü mali çöküntü, Osmanlı dönemindeki meşhur “Düyun-u Umumiye”yi hatırlatıyor.
Ondokuzuncu yüzyılın sonlarına doğru, Osmanlı İmparatorluğu, iç ve dış borçlarını ödemeyecek duruma gelince, Avrupa ülkeleri alacaklarını garantilemek için bir “borç denetim kurumu” tesis etmişti.
Yıllarca ekonomiyi kötü yönetmiş olan Osmanlı makamları “borcu borçla ödemek” yolunu seçerken, “Düyun-u Umumiye” idaresi de, belli başlı devlet gelirlerini kontrol altına almayı ve bunların bir kısmını alacaklı yabancı ülkelere aktarmayı sağlıyordu.
Bu, sonuçta imparatorluğun yabancıların mali güdümü ve denetimi altına girmesine, ekonomisinin daha zayıflamasına ve halkın da daha fakirleşmesine yol açmıştır.
Bu borç ödemeleri ta cumhuriyetin ilk yıllarına kadar devam etti. Yani eski hatalı politikaların bedelini yıllar boyunca Türk halkı ödemek zorunda kaldı...
* * *
Yunanistan son yıllarda “cepten yiyerek” rahat bir yaşam sürerken, bu politikanın bir felakete yol açabileceğini hiç hesaba katmamıştı.

Yazının Devamı

Suriye krizinde sil baştan...

10 Şubat 2012

Birkaç gündür, Suriye’nin Humus kentinde olup bitenleri izliyor musunuz? TV ekranlarına yansıyan görüntüler, bu kentte cereyan etmekte olan insanlık dramını gözler önüne seriyor.
Suriye ordusunun tank ve top ateşi altında Humus bir harabeye dönmüş durumda. Etrafı askeri birlikler tarafından sarılmış kentte ağır bombardımanın altında can verenler ve yaralananlar, yalnız direnişçiler değil, aynı zamanda kadını ile çocuğu ile sivil halk mensupları...
Kentte elektrik ve su bir yana, yiyecek, hatta ilaç da yok. Hastaneler yaralıları ameliyat edemeyecek halde...
İnsanlar korkudan sokağa çıkamıyor. Bazısı da, bombaların yıktığı evlerinde, enkaz altında kalıyor...
Cami hoparlörlerinden, “Allahü Ekber” ile beraber, “imdat” sesleri yükseliyor...
Humuslular, “twitter” ile dünyaya “Yetişin, bu katliama son verilmesini sağlayın” diye haykırıyorlar...
* * *

Yazının Devamı

Esad ile mi, Esad’sız mı?

8 Şubat 2012

Suriye konusunda BM Güvenlik Konseyi’nden bir kararın çıkmasını vetosu ile engelleyen Rusya, inisiyatifi hemen ele geçirerek diplomasi sahnesine fırladı.
Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un dün Şam’daki görüşmelerinin ışığında şimdi bütün dünya, Rus diplomasisinin bu krizi çözmek için ne yapmaya çalıştığını ve bunda ne kadar başarılı olacağını büyük merakla izliyor.
Şimdiye kadar Suriye krizinde geri planda kalan ve birkaç kez sessizce Esad rejimi ile muhaliflerinin arasını bulmaya çalışan Rusya, bu kez yeni girişiminden bir sonuç alabilecek mi?
Rusların Suriye’yi çok iyi tanıdıkları, ayrıca Esad rejimi üzerinde de başka ülkelerden daha fazla nüfuza sahip oldukları malum: Arap Baharı’ndan beri bölgede Batılılar karşısında kontrpiyede kalan Moskova, kendi stratejik çıkarları açısından büyük önem taşıyan Suriye’yi kaybetmemeye azimli.
Lavrov’un girişimi her şeyden önce Rus çıkarlarına uygun bir çözüm bulmayı amaçlıyor. Hatta sonuçta bu inisiyatif başarılı olsun veya olmasın, Rusya’nın Suriye konusunda mutlaka söz sahibi olduğu (hatta son sözü kendisinin söyleyeceği) mesajını veriyor.

Başta fırsat varken...

Yazının Devamı

Ortadoğu’da soğuk savaş rüzgârları

7 Şubat 2012

Ortadoğu’da Arap Baharı derken, Soğuk Savaş rüzgârları esmeye başladı...
Bölge, özellikle Suriye konusunda, yeni bir cepheleşmeye sahne oluyor.
BM Güvenlik Konseyi’nde Rusya’nın -ve Çin’in- vetosu ile sonuçlanan Suriye ile ilgili tartışmalar, bölgesel aktörler arasındaki çıkar çatışmalarını ve yeni sürtüşmeleri yüzeye çıkarmış bulunuyor.
Mesele sadece Güvenlik Konseyi’nde beş daimi üyeye verilen veto hakkının, günlerce tartışılan bir karar tasarısı üzerinde kullanılmasından ibaret değil. Rusya gibi ABD de zaman zaman itiraz ettiği önerilere karşı vetosunu kullanmıştır.
Bu kez, Rusya’nın vetosu, Ortadoğu’daki değişim hareketleri karşısında büyük devletlerin çıkarları ve temel politikaları ile ilgili ciddi bir ayrışmanın ve gruplaşmanın işaretini vermiştir.
Bir yanda ABD’nin başını çektiği Batı Bloku ve bu kez onunla birlikte duran Arap Birliği... Diğer yanda Rusya ve aynı safta yer alan Çin. Bu cephede, Suriye konusunda benzer çıkarları ve görüşleri olan İran da var. Buna karşılık Türkiye, Batı saflarında...

Yazının Devamı

Sarkozy’nin manevrası mı?

4 Şubat 2012

Fransız Meclisi ile Senatosu’nun soykırımı inkârı cezalandırmayı öngören yasa tasarısını kabul etmelerinin ardından, 77 senatörle 65 milletvekilinin Anayasa Konseyi’ne başvurması, Türkiye’de iyi karşılandı.
Parlamenterlerinin bu girişimi, önerilen yasanın Anayasa’ya ve ifade özgürlük normlarına uyup uymadığı tartışmalarına yeni bir boyut kazandırıyor. Konseyi oluşturan 11 “akim adam”ın bu konuda ay sonuna kadar vereceği karar, Fransız siyasi hayatında olduğu kadar Türk-Fransız ilişkilerinde de önemli bir dönüm noktası oluşturacak.
Fransız parlamenterlerinin bu çıkışı, açıkçası bir sürpriz oldu. Yasa tasarısının parlamentonun iki kanadında da kabul edilmesinden sonra, geriye kalan işlem, Cumhurbaşkanı’nın bunu imzalamasıydı. Metin yasalaştıktan sonra, Anayasa Konseyi’ne bir başvuru olabileceğinden söz ediliyordu. Oysa 142 parlamenter hızlı bir şekilde, -Sarkozy yasayı imzalamadan önce- bu başvuruyu yaptı.
Bu herhalde Sarkozy için de bir sürpriz oldu. Bu kalabalık parlamenter grubu içinde kendi partisine (UMP) mensup önemli isimlerin bulunması, onu epey sarstı. Aynı grubun içinde, Sosyalist Parti’den ve diğer partilerden de senatör ve milletvekillerinin bulunması, bu

Yazının Devamı