İran ile ilişkiler bir süredir çalkantılı bir seyir izliyor. Resmi düzeyde Ankara ile Tahran arasındaki bağlar çok sıkı ve dostane. Siyasal temaslar en üst düzeyde sık sık yapılıyor. Ticari ilişkiler hızla gelişiyor. Güvenlik dahil, birçok alanda işbirliği sürdürülüyor...
Ama iki ülke arasında son zamanlarda yüzeye çıkan bazı uyuşmazlıklar var.
Bu uyuşmazlıkların bir kısmı, direkt olarak iki ülkenin farklı politikalarından kaynaklanıyor. Bir kısmı ise iki ülke arasındaki ilişkileri dolaylı olarak etkileyen bölgesel ve küresel meselelerin bir sonucu...
İki taraf da bu tür anlaşmazlıkların, dostane ilişkileri ve işbirliğini bozmasına izin vermemeye kararlı.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun bu hafta Tahran’a yaptığı ziyarette söylenenler, bu tespiti doğruluyor...
Direkt etkenler
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Tahran ziyareti, İran’la Batı arasındaki gerginliğin tırmandığı bir zamana rastladı.
Bu bir bakıma Türk diplomasisine sadece Ankara ile Tahran arasındaki bazı anlaşmazlıklara çözüm aramak için değil, aynı zamanda uluslararası çaptaki krizi yatıştırmaya çalışmak için bir fırsat sağladı.
Davutoğlu’nun böyle bir kriz ortamında İran’a giden ve üst düzey temaslarda bulunan tek yabancı Bakan olması, kendi başına önemli bir olay. Bu da, iki ülke arasında kurulmuş olan ortak siyasi istişare mekanizmasının periyodik buluşmalara imkân vermesi sayesinde oldu.
* * *
Son günlerde İran krizi bir dizi olay sonucunda ciddi boyutlar aldı.
- İran, Batılıların yeni yaptırım kararlarına karşılık bir askeri güç gösterisine girişti. İran Körfezi’nde büyük bir askeri tatbikat gerçekleştiren İran, bu arada karadan denize 200 km menzilli “Kadir” adlı bir kruz füzesini başarıyla denedi. İran ondan birkaç gün önce ilk nükleer yakıt çubuğunu ürettiğini de açıkladı...
- Bu arada ABD filosuna bağlı bir uçak gemisi Körfez’de boy gösterdi. İran bu gemiyi bir daha bu sularda görmek istemediğini bildirdi ve hatta bunun son uyarı olduğunu belirtti. ABD buna sert
Türkiye’yi bu yıl dış politika alanında meşgul edecek nispeten yeni birçok sorun var. Suriye’deki kriz, Irak’taki iç sürtüşmeler, İran ile uyuşmazlıklar gibi...
Bir de eski, müzminleşmiş meseleler var ki, bunlar da yeni yönleriyle Türk diplomasisini bu yıl epey uğraştıracak.
Kıbrıs, bunların başında geliyor.
Kıbrıs deyince, sadece adanın geleceğiyle ilgili anlaşmazlıkları kastetmiyoruz. Mesele öylesine dal-budak saldı ki, onunla ilintili -Doğu Akdeniz’de doğalgaz arama faaliyetinden AB ile üyelik müzakerelerine varıncaya kadar- birçok konu, ciddi sıkıntılar yaratacağa benziyor.
* * *
Daha yeni yılın ilk günlerinde bunun işaretleri gelmeye başladı...
Bu sorunlardan biri, Avrupa Güvenlik ve Savunma Başkanlığı ile ilgili. AB bünyesindeki bu makama genelde dönem başkanları gelir. 1 Ocak’tan itibaren -6 ay için- dönem başkanı Danimarka’dır. Ancak bu ülke AB’nin ortak savunma sistemine dahil olmadığı için, sözü geçen mevkiye de gelemiyor. Bu işi, temmuzdan itibaren AB Konsey Başkanlığı’na gelecek olan Kıbrıs Rum yönetimi üstleniyor. Nitekim Savunma Bakanı Dimitris İliadis, yaptığı açıklamada Danimarka’nın bu sisteme dahil olmaması nedeniyle, savunma ve güvenlik
Olay kimilerine göre “yılsonu sürprizi”, kimilerine göre de Türkiye’nin Rusya’ya bir “Noel hediyesi”...
Türkiye ile Rusya’nın bir süredir sessizce yürüttükleri pazarlıklardan sonra, Güney Akım anlaşmasını imzalamaları, çok kimseyi şaşırttı. İmza törenine Rusya Başbakanı Vladimir Putin’in gelmesi ve Enerji Bakanı Taner Yıldız ile görüşmesi (Bakan’ın kendi deyişiyle) hoş bir sürpriz oldu.
Rus liderinin jesti, Moskova’nın Güney Akım projesine ve Türkiye’nin buna verdiği desteğe ne kadar büyük değer verdiğini gösteriyor.
Gerçekten bu projenin Rusların istediği gibi gerçekleşmesinde Türkiye’nin, Karadeniz’deki münhasır ekonomik bölgesinde denizin altında bir boru hattının döşenmesine izin vermesi önemli bir rol oynuyor.
Aslında Türkiye 7 ülkenin içinde bulunduğu bu dev projeye dahil değil. Karadeniz’in altından geçecek olan boru hattı Bulgaristan, Sırbistan, Macaristan ve Slovakya’dan Macaristan’a kadar uzanacak. Bir başka kolu da Yunanistan ve Makedonya’dan geçerek İtalya’ya ulaşacak. 2015’te tamamlanacak olan bu 20 milyar dolarlık proje sayesinde, Rusya Avrupalılara yılda 63 milyar metreküp doğalgaz satabilecek.
Karşılıklı yarar
Yıllardan beri bu köşede sürdürdüğümüz “Yılbaşı Testi” ile gene karşınızdayız. Gelin 2012’de DÜNYADA ve DIŞ POLİTİKADA neler olabileceği konusunda bir fikir egzersizi yapalım.
Ama önce 2011 ile ilgili tahminlerimizin ne sonuç verdiğine bakalım.
Bu yıl benim skorum pek iyi değil doğrusu. Dünya meseleleriyle ilgili 10 sorudan sadece 6’sı üzerindeki tahminlerim doğru çıktı. Dış politikada da 5 sorunun 3’ünü tutturabildim.
Bu da, 2011’in sürprizlerle, beklenmedik olaylarla dolu geçtiğinin bir göstergesi...
Şimdi siz de kendi skorunuza bakın. Tabii 2011 tahminlerine ilişkin yazıyı kesip sakladıysanız...
Bu kez soruları yanıtlayıp kupürü gelecek yılbaşına kadar saklamayı unutmayın!
İşte 2012 yılı ile ilgili sorular.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül hafta başında Ankara’da toplanan dış ülkelerdeki Türk büyükelçilerine hitap ederken şöyle diyordu:
“Aynı yılda, aynı zaman periyodu içinde, bu kadar önceliği olan ve bizim için o kadar önem arz eden olaylarla hiç karşılaşmadık. Birçok ülke birinci derecede bizim geleceğimizle ilgili”...
Gerçekten 2011, dış politika açısından Türkiye’nin en hareketli ve aktif yıllarından biri oldu. Yıl boyunca Türk diplomasisi ikili ilişkilerle meşgul olduğu kadar, bölgesel ve küresel meselelerde de faal bir rol oynadı.
Bu yılın Türk diplomasisi için bu kadar yoğun geçmesinin iki nedeni var: Birincisi, büyük dünya olaylarının hep Türkiye’nin bulunduğu coğrafyada ve özellikle Ortadoğu’da cereyan etmesidir. Haliyle bu, Ankara’nın bölgesel gelişmelere öncelik vermesine yol açtı.
İkinci neden ise, bugünkü iktidarın aktif bir dış politika izlemek, bölgesel ve küresel bir güç olmak hırsıdır. Gerçekten Ankara bölgedeki ve dünyadaki her önemli olayda, daha bağımsız bir şekilde, sesini duyurmuş ve etkinliğini hissettirmiş.
* * *
Bu yıl, Türk diplomasisinin uluslararası platformda kendisini gösterdiği, yabancıların Türkiye’yi önemsediği ve değer verdiği bir yıl oldu.
Türkiye, Fransız Meclisi’nin Ermeni soykırımını inkâr yasa tasarısını kabul ettiği günden beri tamamen bu meseleye odaklandı.
Liderlerin konuşmalarında hep bu konu... Fransa’ya karşı açılan kampanya hükümet gündeminin başında... Medya ve kamuoyu da bu konuya takılıp kaldı...
Oysa şu sırada içinde bulunduğumuz bölge her zamankinden daha fazla kaynıyor. Türkiye’yi yakından ilgilendiren -ve etkileyebilecek olan- olaylar birbirini izliyor.
Bunların başında Irak’taki yeni kriz geliyor.
Obama Yönetimi Irak’tan son askerini çekerken, geride “istikrarlı bir ülke” bıraktığını iddia etmişti. Bunun ne büyük bir yalan olduğu ortada. Ülkede sadece bombalar patlamaya devam etmiyor, bu kez yönetim de sallanıyor.
Başbakan Nuri El Maliki’nin Cumhurbaşkanı yardımcısı Tarık el Haşimi’yi teröristleri desteklemekle suçlaması, Şii-Sünni kavgasını yüzeye çıkardı. El Haşimi’nin Kürt bölgesine kaçması ve orada himaye görmesi, bu karışık denkleme Kürt boyutunu da kattı.
Bu kargaşanın Irak’ı bölünme noktasına götüreceğinden ciddi şekilde korkuluyor. Yani güneyde Şiiler, ortada Sünniler kuzeyde de Kürtler...
Fransız Meclisinin Ermeni soykırımı ile ilgili son kararından sonra çok şey söylendi ve yazıldı. Gergin bir ortamda ortaya atılan iddialarda ve savlarda doğrular da var, yanlışlar da...
Tartışmalara konu olan belli başlı bazı görüşleri objektif bir açıdan gözden geçirmek yararlı olur...
LOBİ’NİN ETKİSİ
Fransız Meclisinin bu kararı almasında Ermeni lobisinin büyük rol oynadığı öne sürülüyor. Fransa da hemen hemen eşit sayıda (her biri yarım milyon civarında) Ermeni ve Türk yaşadığı halde, Ermenilerin Fransız politikasını yönlendirdiği, buna karşılık Türklerin etkisiz kaldığı belirtiliyor.
Doğru: Ermeniler gerçekten Fransada oldukça güçlü. Oy potansiyelini de ülkenin siyasi yaşamında iyi kullanıyorlar. Aynı sayıdaki Türkler seslerini pek duyuramıyorlar.
Yanlış: Bu fark sayısal eşitlik ile izah edilemez. Fransada Ermeniler tamamen entegre olmuş durumdalar. Siyasetten sanata kadar çeşitli alanlarda faal ve etkilidirler. Büyük çoğunluğu da Fransız vatandaşı ve dolayısıyla seçmendir. Türklerin çoğu ise entegre olmuş değil. Az bir kısmı Fransız vatandaşıdır. Ayrıca siyasette rol oynamıyorlar...