İspanya Başbakanı Zapatero, Bask ayrılıkçı terör örgütü ETA’nın silahlara veda etme kararını “demokrasinin ve sağduyunun zaferi” olarak nitelendirdi... Bu noktaya gelinmesinde büyük rolü olan İçişleri Bakanı Rubalcabo ise “keşke bugün daha önce gelseydi” diye konuştu...
İspanya’nın şimdi sevinçle karşıladığı bu an, ne yazık ki 829 kişinin hayatına mal olan 43 yıllık bir terör döneminden sonra gelebildi. Bu zaman zarfında iki nesil Bask çetesinin ne zaman nerede saldırılar düzenleyeceği korkusu ve endişesi içinde yaşadı...
Ve nihayet şimdi ETA, kendi deyişiyle “bütün silahlı faaliyeti”ne son verdiğini ve bundan sonra Bask meselesinin “demokratik bir çözüm”e kavuşması için İspanya ve Fransa makamlarıyla “diyalog kuracağını” ilan etmiş bulunuyor.
Bunun anlamı İspanya’da artık terör döneminin sona erdiğidir.
ETA’nın önceki gece yaptığı açıklama, silahları bırakmayı ve bundan böyle herhangi bir eyleme girişmemeyi taahhüt ediyor. Açıklamada örgütün tasfiyesi ile ilgili açık bir ifade yok; ama demokratik çözüm ve diyalog ile ilgili bölüm, ETA’nın artık eski yapısıyla varlığını sürdüremeyeceğini gösteriyor.
* * *
Bu tarihi karardan sonra İspanya hükümeti -Fransa’yı da
Geçen şubatta Libya’da halk ayaklanması başladığı zaman Albay Muammer Kaddafi “fareler” diye nitelendirdiği isyancıların hakkından geleceğini söylemişti. Ancak rejime karşı başkaldıranların Bingazi’yi ele geçirmelerinden ve özellikle NATO’nun hava operasyonlarını başlatmasından sonra, Kaddafi gene aynı özgüvenle düşmanlarını bozguna uğratacağını öne sürmüş, ancak kendisinin sonuna kadar savaşacağını ve gerekirse Libya topraklarında şehit düşeceğini belirtmişti.
Gerçekten Albay Kaddafi’nin bu inadı iç savaşın çok kanlı bir şekilde aylarca sürmesine yol açtı. Başkent Trablus’un isyancıların eline geçmesinden ve Ulusal Geçiş Konseyi’nin duruma hâkim olmasından sonra dahi Kaddafi doğduğu Sirte kentinde direnişi sürdürdü. Ta ki dün, vurulup öldürülünceye kadar...
Kaddadi’nin bu trajik sonu, 42 yıllık dikta rejimini de noktalamış oluyor.
* * *
Kaddafi’nin vurulduğu haberinin -henüz tam doğrulanmadan dahi- yayılması üzerine, Libya’nın çeşitli yerlerinde halkın sevinç ve coşku içinde sokaklara dökülmesi, Libyalıların devrik liderleri hakkındaki duygularını açıkça ortaya koydu.
Kaddafi iktidarda iken tabii bu duygular pek yüzeye çıkmıyordu. Her şeyden önce baskı rejimi
Olayın ortak yanı, iki tarafın büyük sevinci ve coşkusu idi... İsrail’de olduğu gibi, Gazze ve Batı Şeria’da dün bayram havası esiyordu. Hamas’ın rehin tuttuğu İsrailli asker Givad Şalit, 5 yıllık bir esaretten sonra ülkesine dönüyordu. İsrail hapishanelerinde uzun yıllardan beri tutsak bulunan 447 Filistinli de serbest bırakılıyordu...
Batı Şeria ve Gazze’deki Filistinliler, bu mutlu olayı sadece sevinç ve coşku ile değil, aynı zamanda bir zafer gururu ile kutlarken, İsraillilerin duyguları daha karmaşıktı. Şalit’in nihayet özgürlüğe kavuşmasından çok mutlu idiler, ama toplumun bir kesimi de yakınlarını öldürenlerin salıverilmesinden dolayı öfkeli ve kaygılı idiler...
Karşılıklı duygular bir yana, kuşkusuz bu takas her iki taraf -ve de Ortadoğu- için tarihi bir önem taşıyor. Bunun yarattığı müsait hava içinde bazı yeni adımlar atılabilirse bu, bölgede uzlaşma ve barış için büyük bir fırsat olabilir... Yeter ki iki taraf da -takas konusunda olduğu gibi- bu yönde güçlü bir irade ve cesaret gösterebilsin...
Kim daha kârlı?
Bir askere karşı 1027 tutsak gibi “asimetrik bir değiş-tokuş” kadar dolaylı şekilde cereyan eden “teröristlerle pazarlık”, ilk bakışta “olmayacak
Arap Baharı, “İran krizi”ni unutturmuştu. Aylardan beri dünya Kuzey Afrika ve Ortadoğu’daki halk ayaklanmaları ve rejim değişiklikleri üzerinde odaklanmış durumda. Oysa geçen yıl bütün dikkatler, İran’ın nükleer faaliyete ve bunun sebep olduğu gerginliğe çevrilmişti...
Bir süreden beri küllenmiş olan İran krizi şu sırada yeniden alevleniyor.
Bunun bir nedeni Washington’daki Suudi Arabistan büyükelçisine karşı iki İranlının bir suikast tertiplediği iddiasıdır.
ABD yetkilileri Büyükelçi Adil El Cubeyir’e karşı komplonun Tahran’da hazırladığını ve Devrim Muhafızları’nın desteklediği “El Kuds Güçleri” adlı örgüt tarafından yürütüldüğünü öne sürüyorlar. Eylemi yapacak olan iki İranlı’dan biri yakalandı, diğeri İran’a kaçtı...
Başkan Obama bizzat bu iddia ile ilgili ellerinde kanıtlar bulunduğunu belirtti. İran ise iddiaları yalanlıyor.
İki cepheden atak
AB Komisyonu’nun İlerleme Raporu, Türkiye’nin üyelik perspektifine şu sırada nasıl baktığının daha net ortaya çıkması için bir vesile oldu.
Özetle, Türkiye bu uzun ve bıktırıcı süreçte artık “olsa da olur, olmasa da” noktasına gelmiş bulunuyor. AB üyeliği eskisi gibi ne kamuoyunun ne de hükümetin gündeminde. Artık geçmişteki AB heyecanı ve hevesi yok. O kadar yok ki, bu yılki İlerleme Raporu’na dahi fazla ilgi gösterilmedi. Oysa eskiden bu raporlar günlerce tartışılırdı.
Bu kez Dışişleri Bakanlığı, Rapor’un “ilerlemeden ziyade beklentiler ve eksiklikler üzerinde” yoğunlaşmasından yakındı.
Aslında bu Rapor, bundan öncekilere göre, Türkiye açısından çok daha olumlu. Unutmayalım ki bu tür raporlar, AB prizmasından olup bitenlerin bir fotoğrafını çekiyor. Demokratikleşme yolundaki ilerlemeler, (örneğin ordu üzerinde sivil denetim kurulması, yeni Anayasa için çalışmaların başlaması) bu resmin bir parçası. Diğer yanı ise, basın ve ifade özgürlüğündeki kısıtlamalar, tutuklamalar, yargı sistemindeki aksaklıklarla ilgili.
Bunlar Türkiye’de bilinen ve tartışılan hususlar. Bunun içinde kaydedilen ilerlemeler de var, gerçekleşmeyen beklentiler de...
Rapor “ne yazar”?
İlk bakışta “teröristlerle pazarlık yapılmaz” diyen İsrail’in, Hamas’ın esir tuttuğu bir askerinin iadesini sağlamak için Gazze makamlarıyla -dolaylı olarak da olsa- temas kurup bir “takas” anlaşmasına imza atması, çelişkili görülebilir.
Ancak İsrail’in karşıt güçlerin eline düşen asker veya sivil vatandaşlarını kurtarmak için daha önce de çeşitli kanalları kullanarak müzakerelere giriştiği görülmüştür. Nitekim son 30 yıl zarfında İsrail 4’ü ölü olmak üzere 23 vatandaşının iadesini sağlamak için toplam 7 bin Filistinliyi serbest bırakmaya razı olmuştur.
25 Haziran 2006’dan beri Hamas’ın rehin tuttuğu er Gilad Şalit’in evine dönmesi için İsrail’in başvurmadığı ülke, örgüt veya şahsiyet kalmamıştır. Son zamanlarda Türkiye başta olmak üzere, Almanya ve Fransa da bu yönde büyük çaba harcamıştır.
Ve nihayet 25 yaşındaki Şalit önceki gün açıklanan mutabakat sonunda, muhtemelen önümüzdeki haftanın ortasında, özgürlüğüne kavuşacak.
Şartlar olgunlaştı
Yabancı güçlerin aracılığı ile yürütülen pazarlıkları da bu kez mutabakat sağlanması, şartların daha müsait olmasının bir sonucu.
“Arap Baharı”nın başlamasından 10 ay sonra, Kuzey Afrika ve Ortadoğu coğrafyasında halk hareketi henüz tam oturmaktan uzak görünüyor.
Tunus ve Mısır gibi “devrim”i gerçekleştirmiş sayılan ülkeler dahi şu sırada ciddi sarsıntılar geçiriyor. Libya‘da ayaklananlar tüm ülkeye hâlâ hâkim olamadılar. Suriye‘de Esad rejimi yerinde duruyor. Yemen ve Bahreyn’de de henüz bir rejim değişikliği yok...
Aslında Arap dünyası homojen bir blok olmadığı için, yılın ilk günlerinde aniden beliren ve hızla yayılan değişim dalgasının her ülkeyi, kendi özel şartlarına göre, farklı şekilde etkileyeceği belliydi.
Tunus ve Mısır’da sokaklara dökülenlerin esas amacı olan “diktatörlerin devrilmesi”, baş döndürücü bir süratle gerçekleşti. Tunus’ta Bin Ali, Mısır’da Mübarek birkaç hafta içinde saf dışı edildiler.
Her iki ülkede eski rejimlerin yıkılmasın sonra, demokrasiye geçişi sağlayacak geçici yönetimler kuruldu. Her ikisinde yeni anayasa ve seçimler için bir yol haritası ve takvim de belirlendi.
Ne var ki, bu geçiş süreci, diktatörlerin devrilmesi kadar hızlı ve etkin bir şekilde gerçekleşmiyor. Gerek Mısır, gerekse Tunus daha önce yaşanmayan dinsel ve mezhepsel çatışmalara ve toplumsal
Bu yılın başlarında Tunus ve Mısır’da halk sokaklara döküldüğü zaman, hiç kimse bu hareketin, farklı biçimde de olsa, Arap coğrafyasının sınırlarını aşıp Avrupa’ya, hatta Amerika’ya kadar yayılacağını beklemiyordu.
Oysa şimdi Yunanistan’dan İngiltere’ye, İspanya’dan ABD’ye kadar birçok ülke gösterilere sahne oluyor.
Atina’daki Sintagma meydanını, Madrid’deki Puerta del Sol’u veya New York’taki Zuccotti Parkı’nı, Kahire’deki Tahrir Meydanı’na benzetenler var.
Tahrir Meydanı, artık küresel boyutlar alan halk hareketleri için, adeta bir sembol veya ilham kaynağı oluşturuyor.
Gerçekten Avrupa’nın ve Amerika’nın çeşitli kentlerinde giderek yayılmakta olan protesto dalgası ile, Kuzey Afrika ve Ortadoğu sokaklarında yaşananlar arasında çarpıcı benzerlikler var. Ama arada önemli farkların bulunduğunu da belirtmek gerek.
Başlıca benzerlikler