Fransız parlamenterlerin bu yönde bir karar almasının, düşünce ve ifade özgürlüğünün vatanı olmakla övünen Fransa'nın namını ve itibarını zedeleyeceği, kendi içinde de tartışmalara ve sorgulamalara yol açacağı kuşkusuz. Nitekim daha karar alınmadan Fransa'da politikacıların kendi aralarında anlaşmazlığa düştüğü, birçok tarihçinin ve aydının tasarıya karşı çıktığı görülüyor.Ama ne yazık ki, kısır siyasi çıkarlar ve önyargılar Fransız milletvekillerini, Fransa ve Ermeniler dahil, kimseye yarar sağlamayacak tarihi bir hata işlemeye sevk ediyor.Bunun vebali, bu yanlışı yapanların ve onları engellemeyenlerin boynuna... KRİTİK gün nihayet geldi. Fransız Ulusal Meclisi bugün Ermeni soykırımını inkârı suç sayan yasa tasarısını oylayacak... Ve büyük ihtimalle onaylayacak. Biz bu arada, Fransız Meclisi'nden böyle aptalca bir kararın çıkacağı varsayımından hareketle, Türkiye'nin ne yapması ve ne yapmaması gerektiğini gözden geçirelim.Tabii ki Fransa'nın bu davranışı cevapsız bırakılmamalı, ona gereken ders verilmeli. Türk hükümeti kadar, Türk halkı da bu karşılığı vermeye hazır... Ancak karşılığın, karşı taraf için etkileyici, caydırıcı, can acıtıcı olmasına; kendimize de fazla zarar
Dün sabah Kuzey Kore'nin bir yeraltı nükleer bomba denemesi yaptığı haberi, bu bakımdan büyük sürpriz olmadı. Ama olay, başta bölge ülkeleri olmak üzere, uluslararası camiayı derinden sarstı.Kuzey Kore gibi, bir diktatör tarafından yönetilen, güneydeki "kardeşi" ile olduğu kadar, ABD ile sürekli kavga halinde bulunan, Japonya ve diğer yakın ülkelere de meydan okuyan bir devletin nükleer silah üretebilecek duruma gelmesi gerçekten dünyayı korkutuyor.Endişe yaratan diğer bir husus da, bu olayın bölgede ve dünyada yeni gerginlikler yaratması ve Japonya'dan Avustralya'ya kadar, başka ülkeleri de nükleer silaha sahip olmaya itmesi olasılığıdır.Şu anda K. Kore ile "nükleer kulüp" üyelerinin sayısı "resmen" sekizi buluyor (Atom bombasına sahip olduğunu inkâr etmekle beraber İsrail'i buna katarsak bu sayı 'fiilen' 9 oluyor). "Zincirleme tepki" ile bu sayının önümüzdeki aylarda ve yıllarda artması tehlikesi şimdi daha da büyüyor... Beklenen oldu... Kuzey Kore geçen hafta, yakında bir nükleer silah denemesi yapacağını bildirdiği zaman, dünya buna şaşırdı. Ancak Çin, Japonya, Rusya gibi yakın komşu ülkeler, açıklamayı ciddiye aldılar ve Pyongyang'ı uyarmaya çalıştılar. Ne var ki, Kim Jong-İl
Dün Türk donanmasının TCG Gaziantep firkateyni, 222 kişilik denizci personeliyle Marmaris'in Aksaz üssünden hareket etti... Haftaya 274 kişilik bir kara birliğinin Lübnan'ın güneyinde Sur bölgesinde konuşlanmak üzere, Türkiye'den ayrılması bekleniyor... Bu arada gene Deniz Kuvvetleri'ne mensup iki korvet de, Lübnan kıyılarındaki Türk deniz birliğine katılacak...Hepsinin yolu açık olsun...Bu birlikler, BM Güvenlik Konseyi'nin 1701 sayılı kararına göre, Lübnan'daki çokuluslu barış gücü (UNIFIL) çerçevesinde görev yapacak.Daha önce varılan mutabakat uyarınca, Türk askerleri istihkâm ve insancıl yardım alanında katkıda bulunacak, örneğin yıkılan köprü ve yolların onarımına yardım edecek. Resmi beyanlarda da belirtildiği gibi, Türk birliklerinin Hizbullah'ı silahsızlandırması veya taraflardan herhangi biriyle çatışmaya girmesi söz konusu değil. Diğer bir deyişle, Mehmetçik öz savunması için zorunlu olmadıkça, silah kullanmayacak.Dileriz ki böyle bir ihtiyaç hiçbir zaman duyulmasın. Mehmetçik, Lübnan'daki misyonu için yola çıktı... Türk askerinin bu yeni görevini üstlendiği şu günlerde Lübnan'da durum ne?Şimdilik nispi bir sükûnet var. İsrail geçen hafta sonu Güney Lübnan'dan son
"Eurobarometer"in son kamuoyu araştırmasından çıkan bu can sıkıcı rakamların ışığında, Türkiye'nin AB'deki "imajı sorunu" önceki akşam İstanbul'da, "Avrupa İstikrar Girişimi"nin (ESİ) düzenlediği bir toplantıda enine boyuna tartışıldı.ESİ aylardan beri "Türkiye'nin AB üyeliği üzerinde Avrupa tartışması" adlı projeyle ilgili bir çalışma yapıyor. Almanya, Avusturya, Fransa, Hollanda ve Danimarka'da yürütülen araştırmalar, bu ülkelerde siyasetçilerden sokaktaki adama kadar, bu toplumların Türkiye'ye ve ülkelerde yaşayan Türklere nasıl baktıklarını saptamayı amaçlıyor.Projeyi yürüten ekip mensuplarının verdiği bilgiler ve Türk katılımcıların değerlendirmeleri Avrupa kamuoyunda Türkiye'ye karşı duygu ve düşüncelerin, -basit bir "tanıtım" yetersizliğinin ötesinde- oldukça kompleks nedenlere dayandığını ortaya koydu... HALEN AB'de Türkiye'nin üyeliğine taraftar olanların oranı yüzde 37'den ibaret. Tabii bu oran, ülkeden ülkeye değişiyor. Rekor Avusturya'da. Bu ülkede Türkiye'nin üyeliğine karşı çıkanların oranı yüzde 81... Almanya'da da durum pek parlak değil. Halkın yüzde 69'u Türkiye'nin AB'ye girmesini istemiyor... ESİ uzmanları, toplantıda Almanya ve Avusturya'daki araştırmaların
Son zamanlarda bu durum değişmeye başladı. Bugünkü tabloya bakarsak, kamuoyu ve çeşitli devlet kurumlarıyla dış politikayı belirleyen ve yürüten merciler arasında zaman zaman ciddi ayrılıkların ortaya çıktığını görürüz.Çeşitli dış politika konularında yapılan son anketler, kamuoyunun ABD'ye ve AB'ye bakış açısından İran'a ve bölgesel ülkelere karşı tavrına kadar, genel eğilimlerinin, çok farklı boyutlar aldığını ve izlenen resmi politikayla da örtüşmediğini ortaya koyuyor. Marshall Fund'un düzenlediği kamuoyu araştırmasının çarpıcı sonuçları, bu bakımdan yerli ve yabancı analistleri şaşırtmıştır... GEÇMİŞ yıllarda dış politika, Türkiye'de çeşitli kurumların ve kamuoyunun genellikle üzerinde birleştiği bir konuydu. Siyasi partiler arasında zaman zaman bazı görüş ayrılıkları çıksa da, milli dava sayılan sorunlarda (örneğin Kıbrıs meselesinde) genelde bir konsensüs vardı. Özellikle devletin üst kurumları (sivil veya askeri) ile hükümet ve dış politika bürokrasisi bu konularda uyum içindeydiler... Son zamanlarda devletin zirvesinden, Çankaya'dan da, sadece iç meselelerde değil dış konularda da, farklı sesler yükselmiştir. Cumhurbaşkanı Sezer'in TBMM'de geçen hafta yaptığı konuşma,
Üzüntü de beyan etmedi. Son günlerde birkaç kez (en son pazar günü) bu duygusunu dile getirmişti zaten...Papa 16'ncı Benedictus'un Vatikan'da akredite 21 Müslüman ülkenin büyükelçileriyle bir araya gelmesinin amacı, iki hafta önce Regensburg Üniversitesi'ndeki konuşmasının İslam dünyasında yarattığı öfkeyi yatıştırmak ve son olaydan söz etmek yerine, ileriye dönük yeni mesajlar vermekti.Papa'nın yazlık sarayında Müslüman ülkelerin diplomatik temsilcilerine yaptığı kısa fakat özlü konuşmayı bu çerçevede değerlendirmek lazım.Katolik dünyasının lideri, böyle bir davet düzenleyerek gerçekten İslam dünyasına pek alışılmamış türden bir jest yapmıştır.Ayrıca, İslam dünyasına karşı beslediği "tam ve derin saygıyı" belirterek, üniversitedeki akademik konuşmasının yanlış anlaşıldığı mesajını vermek istemiştir.Nihayet, Hıristiyanlarla Müslümanlar arasında "karşılıklı saygıya dayalı, samimi bir diyalog"dan yana olduğunu belirtmiştir. Kendisinin dinler arasında "dostluk köprüleri kurmak" arzusunda olduğunu da eklemiştir... Özür dilemedi. Aslında yetkili çevreler böyle bir şey beklemiyordu... Papa 16'ncı Benedictus'un bu açılımı, herhalde İslam âleminde gereken ilgiyi görecektir. (Bu bağlamda
BM tarihinin belki bu tür en unutulmaz olaylarından biri, 1960'ta zamanın Sovyet lideri Nikita Kruşçev'in, konuşmasını yaparken kendisine yöneltilen eleştirilere kızarak pabucunu çıkarıp kürsüye vurmasıdır!O olay, Soğuk Savaş'ın en gergin döneminde cereyan etmişti.Bu hafta Genel Kurul'un açılışında yapılan konuşmalar, neredeyse o dönemi hatırlatıyor. O zaman Sovyet bloku ile Batı arasında sürtüşmeler ve gerginlikler hüküm sürüyordu. Şimdi ise, Batı (daha çok ABD) ile "Üçüncü Dünya" arasında benzer bir hava esiyor...Genel Kurul'da bu kez açılış konuşmaları yapanlar arasında Bush'tan Ahmedinecad'a, Chavez'den Morales'e kadar, çok "renkli" liderler vardı. Yaptıkları konuşmalar, içerdiği "sivri" ifadeler nedeniyle, genelde sıkıcı olan oturumlara canlılık kattı... BM Genel Kurulu'nun eylül ayında başlayan yeni dönem toplantıları, zaman zaman ateşli konuşmalara, ilginç hatta garip olaylara sahne olur. Venezüella Devlet Başkanı Hugo Chavez konuşmasının büyük kısmını, "şeytan" diye nitelendirdiği Başkan Bush'a ayırdı, onu ve politikalarını yerden yere vurdu. Bir ara şöyle dedi: "Son günlerini kâbus içinde geçireceksin, çünkü hepimiz artık Amerikan emperyalizmine karşı baş
Bu klasik görüntüde bazı "Tayland özellikleri" göze çarpıyor. Genelde darbe haberi, askeri marşlar eşliğinde ilan edilir. Bangkok'ta darbeci generaller TV kameralarının karşısına bir caz parçası çalınırken çıkıyorlar! Halkı da "Tay usulü" (iki eli yüzün hizasında birleştirerek) selamlıyorlar...Tayland'ın oldukça yoğun bir darbe geçmişi var. Geçen günkü müdahale, 18'incisi oluyor. Bu seferki bir öncekinden tam 15 yıl sonra -ve de kansız- gerçekleşmiş bulunuyor.Gerekçesi mutat nedenlere dayanıyor: Hükümetin kötü yönetimi, toplumun ciddi şekilde bölünmesi gibi... Darbeciler durumu düzeltmek için müdahale ettiklerini, kendilerinin iktidarda kalmak istemediklerini vurguluyorlar ve bir de takvim sunuyorlar: İki ay içinde yeni bir başbakan, yeni bir anayasa ve bir yıl içinde (Kasım 2007'de) demokratik seçimler... DÜNYA TV ekranlarına yansıyan görüntüler, genelde askeri darbelerden sonra alışılagelen cinstendi: Darbe lideri Genelkurmay Başkanı, yanında kuvvet komutanları olduğu halde ordunun hükümeti devirdiğini ve yönetime el koyduğunu ilan ediyor, buna neden gerek görüldüğünü kısaca açıklıyor ve milleti birlik ve beraberliğe çağırıyor... İlk bakışta darbeci generallerin başı Genelkurmay