45 yaşındaki sosyalist liderin söylediği "doğru" laf şu: "Yalan konuştum"!..Bir politikacı için müthiş bir itiraf bu. Dünyanın neresinde bir başbakanın veya politikacının yalan konuştuğu, partisini ve halkını aldattığını açıkladığı görüldü ki?Ferenc Gyurcsany'nin bu sözleri, siyaset tarihine bir "ilk" olarak geçecek herhalde!Geçen pazar Macar gazetelerinde yer alan (ve bir rivayete göre bizzat Başbakan tarafından sızdırıldığı öne sürülen) bu konuşma, gerçekten az rastlanan türden bir "itirafname". Gyurcsany nisan ayında yapılan genel seçimleri kazanmak için "sabah akşam" yalan söylediğini, seçim kampanyasında bazı gerçekleri sakladığını, sonuçta halkın sıkıntılarının artmasına neden olduğunu açıkladı. Ve konuşmasının sonunda artık böyle davranmaya devam edemeyeceğini belirterek, partisinin reformlar konusunda destek olması çağrısında bulundu. Son sözü de şu: "Reform veya başarısızlık. Başka yolu yok"... "DOĞRU söyleyeni dokuz köyden kovarlar" derler. Anlaşılan dobra dobra konuştuğu için Macaristan Başbakanı Ferenc Gyurcsany'yi de koltuğundan indirecekler... Macar liderinin bu itirafta bulunurken, esas amacı partisini ve dolayısıyla hükümetini ciddi bir reform programını uygulamaya
Görünürde yoğun ve büyük olasılıkla fırtınalı bir sonbahar var. Oldukça yüklü olan takvimin ilk sırasında, bugün TBMM'nin başlayacak olan olağanüstü toplantıları yer alıyor. Milletvekillerini apar topar Meclis'e getiren olay, "9'uncu Reform Paketi" diye anılan AB ile yeni uyum yasalarıyla ilgili.Bu konuda gösterilen "olağanüstü" gayretin amacı, "reformları" veya uyum yasalarını, AB Komisyonu'nun İlerleme Raporu'nun yayımlanacağı (24 Ekim) tarihten öncesine yetiştirmektir. Yaz rehavetinden sonra, AB sahnesinde hareketlilik başlıyor. Ara verilen AB ile üyelik müzakerelerinin geleceğini belirleyecek olan konular şimdi gündemde. Meclis bunu başaracak mı?Bu pakette eğitimden vakıflara, tarımdan iskâna kadar çeşitli alanlarda uyum yasa tasarıları yer alıyor. Bu yasaların bazısı, Meclis'te hararetli tartışmalara ve itirazlara yol açacak gibi görünüyor. Ancak hükümet Meclis çoğunluğu sayesinde bunları geçirebileceğini umuyor.Ne var ki, İlerleme Raporu açısından önemli olan sadece bu paket değil. Raporda ifade özgürlüğü ve insan hakları gibi sorunlardan Kıbrıs Rumlarına liman ve havaalanlarının açılmasına kadar, çeşitli konularda birtakım olumsuzlukların yer alması kaçınılmaz görünüyor.AKP
İslam dünyası hâlâ "karikatür krizi"nin etkisinden kurtulmuş değil... Başkan Bush'un daha birkaç gün önce "İslami faşizm"den söz etmesi, zaten onun konuşmalarından ve politikalarından nefret duyan Müslüman halk yığınlarını büsbütün öfkelendirdi... Kaldı ki İslam âlemi, Ortadoğu'daki olaylardan dolayı, Batı'ya karşı büyük bir infial içinde... Tabii bütün bunlar Fas'tan Endonezya'ya kadar uzanan geniş İslam coğrafyasında radikalizmi de körüklüyor ve kamuoyunda aşırı duyarlılıklara yol açıyor...Hal böyle iken -ve sağduyu sahibi çevrelerden karşılıklı anlayış ve hoşgörü çağrıları gelirken- Papa 16'ncı Benedictus'un Almanya'daki Regensburg Üniversitesi'nde yaptığı konuşma, şimdi havayı büsbütün germiş bulunuyor.Katolik dünyasının başı, söyledikleriyle adeta ateşe körükle gitti.Karikatür krizinde kabahati sorumsuzca davranan bir Danimarkalı karikatüriste ve basın özgürlüğüne sınır tanımayan gazetenin yayın müdürüne (ve de onu destekleyen siyasetçilere) yüklemek mümkün. Ama dünyanın en güçlü ve etkin dini liderlerinden birinin, (hele bu kritik dönemde) böylesine kırıcı ve incitici bir konuşma yapmasına ne demeli?.. Bir bu eksikti... Papa 16'ncı Benedictus, eski bir akademisyen ve teolog.
"Kuzey Atlantik İttifakı Örgütü" anlamındaki NATO terimi İngilizce "North Atlantic Treaty Organization" sözcüklerinin baş harflerinden oluşuyor.Kriz dönemlerinde diplomatlar, gazeteciler bu baş harfleri -gene İngilizce olarak- şöyle değiştiriyorlar: "Now Almost Totally Obsolete". Türkçesi: "Şimdi Neredeyse Tamamen Demode"!Bugünlerde NATO kulislerinde bu espri, Afganistan'a "ek asker gönderme krizi" vesilesiyle yapılıyor...57 yıllık NATO şimdi gerçekten Afganistan sorunu yüzünden "demode" mi oluyor veya eski gücünü mü kaybediyor? DÜNKÜ "Guardian" gazetesi, NATO çevrelerinde zaman zaman dile getirilen eski bir şakayı hatırlattı. Soğuk Savaş'ın patlak verdiği dönemde kurulan NATO, Berlin Duvarı'nın yıkıldığı güne kadar, görevini ve işlevini çok net tanımlamıştı. Amacı Sovyet yayılmacılığına karşı "caydırıcı bir güç" oluşturmak, kapsadığı geniş Kuzey Amerika-Avrupa (Türkiye dahil) bölgesinde güvenliği korumak ve müttefikler arasında askeri, siyasi alanda işbirliği ve dayanışma sağlamaktı.Soğuk Savaş bittikten ve SSCB dağıldıktan sonra, NATO giderek "genişledi" (halen üye sayısı 26) ve misyonunun sınırlarını da (Avrupa'nın dışına) taşıdı.Avrupa coğrafyasında yer alan Balkanlar'daki
Bunu söyleyen kim? İlk bakışta inanılması zor, ama İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad...İran lideri, Tahran'a davet ettiği Irak Başbakanı Nuri Maliki'yi karşılarken yanaklarından üç kez öpüyor, ona ve hükümetine tam destek sözü veriyor ve "Irak'ın güvenliği, İran'ın da güvenliğidir" diyor...İki lider, görüşmelerin ardından siyasi, ekonomik ve güvenlik işbirliği konularında bir anlaşma da imzalıyor.İki ülke ilişkilerinde nereden nereye gelindi?1980'de Saddam İran'a saldırmış, iki ülke 8 yıllık kanlı bir savaş dönemi yaşamıştı. 2003'te ABD'nin Irak'ı işgali, İran'ın düşman Saddam'ın devrilmesine yol açmışsa da, bu kez Tahran kendisini Amerika'nın adeta "sınırdaşı" olarak bulmuştur.Bağdat'ta bugün işbaşında bulunan Maliki hükümetini bazıları bir "Amerikan kuklası" olarak görse de, Ahmedinecad bu yönetimin "halkın oylarıyla" oluştuğunu vurgulamayı ve ona her türlü desteği vermeyi tercih ediyor... "IRAK halkının oylarıyla kurulan Irak hükümetini ve birleşik, bağımsız bir Irak'ı destekliyor ve bunu bütün bölgenin yararına olacağına inanıyoruz"... İran diplomasisi bu vesileyle pragmatik yaklaşımını göstermiştir.Irak Başbakanı'na kırmızı halı seren Tahran'ın amacı, karmaşaya sürüklenen
İlk bakışta KKTC'de CTP-DP koalisyonunun bozulması ve Başbakan Ferdi Sabit Soyer'in dün Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat'a istifasını sunması da normal sayılabilir.Ancak KKTC'deki olayın özelliği, hükümet ortaklığının alışılagelen kurallara ve etik anlayışa pek uymayan şartlarda bozulmuş olmasıdır.Diğer bir deyişle, 17 aylık Soyer hükümetinin son bulma şekli "şık" olmamıştır.Aslında, hükümetin CTP kanadı, Serdar Denktaş liderliğindeki ortağı DP'yi "dışlamak" için bir süredir fırsat kolluyordu. CTP'nin özellikle muhalefetteki UBP'den "adam ayartmaya" çalıştığı, bazı milletvekilleriyle gizlice temasa geçtiği söyleniyordu. Nihayet geçen cuma akşamı, 3'ü UBP'den, biri de DP'den toplam 4 milletvekilinin partilerinden istifa etmelerinin ardından, Başbakan Soyer de CTP'nin hükümetten çekilme kararını ilan etti. Lefkoşa'da bu açıklama yapılırken, Serdar Denktaş katıldığı bir konferans nedeniyle Varşova'da bulunuyordu!.. DEMOKRASİLERDE koalisyon hükümetlerinin, ortaklar arasında anlaşmazlıkların çıkması nedeniyle çözülmesi, sıkça rastlanan bir olaydır. Olayın siyasi adapla bağdaşmayan cereyan tarzı bir yana, bu koalisyonun son zamanlarda pek sağlam durmadığı bir gerçek. Özellikle Kıbrıs
Beş yıl sonra, dünyada "Le Monde"un attığı o manşete sahip çıkacak insanların sayısı çok azalmış bulunuyor. Hatta yapılan son anketlere bakılırsa, genel tepki, "Bugün çoğumuz Amerika karşıtıyız" şeklinde de ifade edilebilir. Bu tepkinin esas adresi Amerikan ulusu değil de, Bush yönetimi de olsa...11 Eylül saldırısından sonra, bu olayın sadece ABD'de olduğu kadar, bütün dünyada çok şeyi değiştireceği söylenmişti. Evet, gerçekten bu tarih bir dönüm noktası oldu, çok şey değişti... Ama ne yazık ki, bu terörizmin son bulacağı ve dünyanın daha güvenli ve huzurlu bir döneme gireceği bir değişiklik olmaktan çok uzak... Fransa'nın etkin gazetesi "Le Monde"un 5 yıl önce 11 Eylül saldırısıyla ilgili olarak attığı "Bugün hepimiz Amerikalıyız" şeklindeki manşet, küresel bir tepkiyi yansıtmıştı. Gerçekten dünyanın beş kıtasındaki insanlar, bu meşum saldırının şokunu ve infialini Amerikalılarla paylaşmış, bunu gerçekleştirenlere ve terörizme lanetler yağdırmıştı... Olumsuz sonuçların ağır bastığı beş yıllık bilançonun listesi oldukça kabarık. 11 Eylül saldırısından sonra Bush'un "terörizme karşı savaş" adı altında uyguladığı strateji ve geliştirdiği "tek yanlılık" ve "önleyici vuruş" doktrini,
Bu, Kâbil'in de giderek Bağdat'a dönüşmekte olduğunun bir işareti mi?Korkulan şey bu.Şimdiye kadar Afganistan'ın daha çok güney bölgesinde faaliyette bulunan Taliban'ın eylemlerini sözde daha güvenli olan başkente taşımayı başardığı artık apaçık belli.Arada bir Kâbil'de bombalar patlıyordu; ama dünkü saldırının boyutları, Taliban'ın başkent dahil, ülkenin çeşitli yerlerini vurma yeteneğine kavuştuğunu gösteriyor.Bunu artık NATO yetkilileri de açıkça söylüyorlar. Afganistan'ın başkenti Kâbil'den dün TV ekranlarına yansıyan görüntüler, Bağdat'ın artık alışılagelen manzaralarından farklı değildi: Kentin merkezinde bir arabayla gerçekleştirilen intihar saldırısı, ölüler, yaralılar... Taliban'ın bu kadar ses veren saldırılarının zamanlaması da ilginç. Gerillaların eylemlerini iki olaya denk getirdiği açık: Birincisi, 11 Eylül olaylarının 5'inci yıldönümünün arifesi... Hatırlanacağı gibi, ABD mahut saldırılardan hemen sonra, "uluslararası terörizme karşı savaş açmak" gerekçesiyle, Afganistan'ı işgal etmişti. Beş yıl sonra, terörizmin kaynağı olarak gösterilen Afganistan'daki terör odakları (El Kaide, Taliban gibi) hâlâ faaliyette. Güney bölgesine hâkim olan Taliban da gücünü -Kâbil'i