Anketler AB için alarm işareti

24 Ekim 2006

Bu son anket de Türk halkının giderek AB'den soğumakta olduğunu gösteriyor. AB'ye "Kesinlikle girmeliyiz" diyenlerin oranı 2004'te yüzde 67.5 iken, şimdi yüzde 32.2. Aksine, "Girmemeliyiz" diye düşünenlerin sayısı yüzde 17.9'dan yüzde 25.6'ya çıkmış durumda. "Girsek de olur, girmesek de" görüşünde olanlar ise yüzde 33.3 gibi yüksek bir rakam tutuyor.Bu tutumun nedenini kamuoyunun AB'ye ne kadar güvendiği konusundaki sorunun yanıtı açıklıyor: AB'ye güvenmeyenlerin sayısı yüzde 78.1'i buluyor.Anketin hangi ülkelerin dost sayıldığı veya sayılmadığıyla ilgili bölümü de, AB üyesi olan çoğu Avrupa ülkesine (Fransa'dan Yunanistan'a, İngiltere'den Almanya'ya kadar) dost gözüyle bakılmadığını gösteriyor. Buna karşılık İran'a dost olarak bakanların oranında bir yükselme var... Bu daha önce "Marshall Fonu"nun düzenlediği anketteki ilginç bir bulguyu doğruluyor... A&G araştırma şirketinin yaptığı anketin -önceki gün "Milliyet"te yayımlanan- sonuçları, son haftalarda çeşitli kurumların düzenlediği kamuoyu sondajlarında ortaya çıkan trendleri teyit ediyor. Kamuoyu araştırmalarında rakamlarda farklılıklar, hatalar olabiliyor. Bu tür anketlerde "örnekleme"nin nasıl yapıldığı, ülke çapında halkın

Yazının Devamı

AB'de "Türkiye'nin önemi" tartışması

24 Ekim 2006

Böyle kritik bir noktaya giderek yaklaşılıyor. AB önümüzdeki haftalarda (en geç aralık zirvesine kadar) özellikle Kıbrıs nedeniyle -limanların açılması konusunda- müzakereleri sürdürmek ile askıya almak arasında bir seçim yapmak zorunda kalacak.Bazı AB ülkelerinde birtakım politikacıların çeşitli nedenlerden ötürü Türkiye'nin üyeliğine soğuk baktığı malum. Bu muhalif seslere rağmen, iş Türkiye'ye "kapıları kapatma" noktasına gelince, AB'de "Türkiye'yi kaybetme" endişesinin ön plana geçtiğini, bu konunun çeşitli çevrelerde tartışılmakta olduğunu görüyoruz. AB'nin gözünde, Türkiye ile ilişkilerde "stratejik faktör" ne kadar önem taşıyor? Daha açık bir deyişle, AB Türkiye ile üyelik müzakerelerinin geleceği üzerinde kararını verme noktasına geldiğinde Türkiye'yi gözden çıkarabilir mi? Nitekim son günlerde verilen demeçler, medyada yapılan yayınlar, bunun işaretini veriyor. Birkaç örnek: AB'nin genişlemeden sorumlu komisyon yetkilisi Olli Rehn, Berlin'deki bir konuşmasında şöyle dedi: "AB'nin kendi çıkarları icabı demokratik, modern, istikrarlı ve müreffeh bir Türkiye'ye ihtiyacı vardır." "Financial Times"ın Brüksel çıkışlı bir haberine göre, "AB'de pek çok diplomat müzakerelerin

Yazının Devamı

Ralston'a verilen mesaj

21 Ekim 2006

Kuzey Irak'ta üslenen PKK ile mücadele bağlamında iki temsilcinin söylediklerinde kuşkusuz önemli unsurlar vardı. Ama toplantıya katılanlardan gelen sorular, şikâyetler ve eleştiriler de, bir o kadar anlamlı idi. Bazen sert şekilde dile getirilen bu görüşler, Türk kamuoyunda ABD'nin PKK konusundaki hareketsizliğinden duyulan kuşkuları ve kızgınlığı yansıtıyordu.Bu, Org. Ralston için ilginç bir deneyimdi. Nitekim bunları dinledikten sonra yanındakilere, "Bu akşam çok şey öğrendim. Keşke Washington'dakiler de burada olsalardı" demekten kendini alamadı... Merkezi Ankara'da bulunan Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi (ASAM), önceki akşam İstanbul'da düzenlediği bir toplantıda, akademisyen, politikacı, yazar ve sivil toplum yöneticilerinden oluşan kalabalık bir gruba, Türkiye'nin ve ABD'nin terörle mücadele özel temsilcileri, emekli orgeneral Edip Başer ve Joseph W. Ralston'u dinlemek fırsatını verdi. Amerikalı temsilci, soru faslından önce yaptığı kapsamlı sunuşta, Türkiye'de yaygın olan beş "rivayeti" ele alıp bunları yanıtlamaya çalıştı. ABD'nin PKK'ya karşı bir şey yapmadığı iddiasının doğru olmadığını, bu alanda birçok adımlar atıldığını belirtti. Raltson, ABD'nin Kuzey Irak'ta

Yazının Devamı

Yakın veya uzak fark etmez

20 Ekim 2006

Bu gelişmeler Türkiye'den uzak bir bölgede meydana geldiği için, kendi yoğun gündemimiz arasında dikkatimizi pek çekmeyebilir. Ama "ufalan" (veya küreselleşen) dünyamızda coğrafi mesafe, uzaklık-yakınlık, artık o kadar önemli değil. Yerkürenin ta öbür ucunda olup bitenler çoğu zaman hepimizi etkiliyor. KUZEY Kore'nin ilk atom bombası denemesini yapması (ikinci bir deneme hazırlığı içinde de olması) dünyayı ayağa kaldırdı. Özellikle Güney Kore ve Japonya gibi yakın komşular, Çin ve Rusya gibi bölgesel güçler telaş içindeler... Süper güç ABD aktif olarak devrede... Birleşmiş Milletler bu kez hızla harekete geçti ve Güvenlik Konseyi'nin veto hakkına sahip beş daimi üyesi de Kuzey Kore'ye karşı abluka dahil, birtakım yaptırımlar üzerinde mutabık kaldı... Kim Jong-il yönetimi ise BM'nin bu kararını bir "savaş ilanı" olarak nitelendirdi ve buna "gereken karşılığı" vereceğini öne sürdü... Peki, Kuzey Kore'nin "nükleer ülke" durumuna gelmesi ve bunun uluslararası tepkilere yol açması, bizi nasıl etkiler? En az üç bakımdan... Birincisi, bu olay dünyadaki siyasal dengeleri etkilemeye, yeni ittifaklara veya cepheleşmelere yol açmaya namzet. İkincisi, K. Kore "deneyimi" İran başta olmak

Yazının Devamı

Askerin konuşma hakkı...

19 Ekim 2006

İngiliz medyasına yansıyan bu tartışma, geçen hafta Genelkurmay Başkanı Orgeneral Sir Richard Dannatt'ın "Daily Mail" gazetesine verdiği bir demeç üzerine başladı.Henüz 6 hafta önce bu göreve getirilen 56 yaşındaki komutan, bu söyleşide Irak'taki müdahalenin daha çok olumsuz sonuçları üzerinde durdu ve İngiliz kuvvetlerinin "yakın bir zamanda" çekilmesinin gerektiğini belirtti.Bu demecin yarattığı tepkiler daha yatışmadan, Afganistan'dan Londra'ya dönen Tuğgeneral Ed Butler de, bu ülkedeki askeri durum hakkında karanlık bir tablo çizdi. Komutan gazetecilere İngiltere'nin Irak'taki müdahalesinin, Afganistan'daki İngiliz kuvvetlerinin güvenliği zamanında sağlamasına imkân vermediğini söyledi ve "Eğer bu güçlerin daha yeterli kaynakları olsaydı, Taliban'a karşı savaş daha etkili olurdu" diye konuştu... İNGİLTERE bugünlerde generallerin hükümetin politikası üzerinden görüş beyan etme hakkına sahip olup olmadığını tartışıyor. Başbakan Tony Blair'in Irak ve Afganistan politikaları bir süredir giderek artan bir muhalefetle karşılaşıyor. Şimdi Blair hükümetine karşı sesini yükseltenlerin arasına askerlerin de katılması önemli bir gelişme. Genelkurmay Başkanı'nın ve ardından Güney

Yazının Devamı

Fin formülü fırsat mı?

18 Ekim 2006

AB'nin dönem başkanı olarak Finlandiya'nın ortaya koyduğu bu öneri taslağı, gerçekten bir "fırsat", hatta Rehn'in dediği gibi "son fırsat" mıdır?Fin diplomasisini Kıbrıs'la ilgili böyle bir çalışma yapmaya iten neden şu: Geçen yılın sonunda AB'nin aldığı karara (ve Ankara'nın üstlendiği yükümlülüğe) göre, Türkiye 2006 sonuna kadar, "ek protokol"ün icaplarını yerine getirmek, yani deniz ve havalimanlarını Rumlara açmak durumundadır. Ankara bu yükümlülüğünü ancak AB'nin de KKTC'ye karşı uyguladığı izolasyonu kaldırması halinde yerine getireceğini söylüyor. Rum tarafının baskıları (ve veto tehditleri) yüzünden AB bu konuda verdiği sözü hayata geçiremiyor. Bu anlaşmazlığın devamı, Türkiye'nin AB ile müzakere sürecini tıkaması, yani bir "tren kazası"nın meydana gelmesi tehlikesini yaratıyor.İşte "Fin formülü" böyle bir "felaketi" önlemeyi amaçlıyor. "SON fırsat penceresi önümüzde duruyor"... Bu sözler, AB Komisyonu'nun genişlemeden sorumlu yetkilisi Olli Rehn'e ait. Finlandiyalı diplomat bu ifadeyi önceki gün AB "troyka"sı ile Türkiye arasındaki görüşmelerde ele alınan Kıbrıs'la ilgili Finlandiya önerisi için kullandı. İlk bakışta Fin diplomasisinin ürettiği formül, bir çıkış yolu

Yazının Devamı

Meclis'ten beklenen...

17 Ekim 2006

Olayın Türkiye'de yarattığı öfke nedeniyle Meclis'teki konuşmaların bu tepkiyi yansıtacağı muhakkak. Alınacak kararın metni de herhalde Fransa'nın bu tarihi hatasını en ağır terimlerle dile getirecek ve bunun olumsuz sonuçları üzerinde uyaracaktır.TBMM'nin Fransa'ya bu şekilde ağzının payını vermesi, Türk kamuoyu vicdanını rahatlatacak, ayrıca Türkiye'nin uluslararası platformda Fransa'nın bu saçma davranışına karşı sesini duyurmasına yol açacaktır... Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Fransız Parlamentosu'nun Ermeni soykırımını inkârı suç sayan kararını bugün tartışacak ve alacağı bir kararla buna karşılık verecek. Ancak TBMM'deki tartışmaların sadece "tepki" vermekle yetinmeyip, Fransa'ya en etkin ve caydırıcı karşılığın nasıl verilmesi gerektiğini ele alması isabetli olur.Yani açıkçası, bugün parlamenterlerimizden beklenen şey, duygusal retoriğin yanı sıra, Türkiye'yi yıllardır zor durumlara düşüren bu tür kararlara ve davranışlara karşı neler yapılması gerektiği konusunda fikirler, stratejiler üretmeleridir. Bu da, sırf karşı tarafa sert çıkıp dik durmak, misillemede bulunmak cinsinden "tavsiyeler"in ötesinde, daha özgün bir yaratıcılık gerektiriyor.Fransa'yı zarara uğratacak

Yazının Devamı

Fransa yüzünden rota değişir mi?

14 Ekim 2006

AB yetkililerinden ciddi Avrupa gazetelerine kadar, Fransız Meclisi'nin kararını eleştirenlerin çoğu, bu görüşü -ve kaygıyı- ifade ediyorlar.Bu doğru mu? Gerçekten Fransız parlamenterlerin davranışı, Türkiye'nin iç ve dış politikasını değiştirmesine yol açacak mı?Fransız Meclisi'nin aldığı saçma karara karşı Türkiye'nin sert tepki göstermesi ve Fransa'ya gereken dersi vermesi muhakkak ki gerekli. Ancak, önceki günkü yazımızda da belirttiğimiz gibi, verilecek karşılığın amacı -Türkiye'yi fazla zarara uğratmadan- Fransa'nın canını acıtmak, onu pişman etmek ve caydırmak olmalıdır... Fransız Meclisi'nin kabul ettiği Ermeni yasasına karşı çıkan yabancı "dostlar" şöyle bir uyarıda bulunuyorlar: Fransa'nın bu davranışı Türkiye'yi AB'den uzaklaştıracak, siyasal reformları (ve özellikle ifade özgürlüğüyle ilgili yasaları) hayata geçirmek konusunda isteksizliğe sevk edecek ve radikal akımları güçlendirecek... Türkiye'nin, Fransa'ya karşı duyduğu öfke nedeniyle, dışta AB politikasından, içte de demokratikleşme programından vazgeçmesi, önemli bir rota değişikliği anlamına gelir.Gördüğümüz kadarıyla, hükümet ve belli başlı devlet kurumları -ayrıca çoğu siyasi partiler- o yönde köklü bir

Yazının Devamı