Türkçeye "kısıtlamalar", "istisnalar" veya "ayrıcalıklar" diye çevrilen "derogasyonlar" konusu, aslında Türk tarafının, yeni müzakere sürecinde, "olmazsa olmaz" diye tanımladığı ön şartların başına geçmiş bulunuyor.Konunun sadece "ikili" veya "dörtlü" çerçevede kalmayışı, bunun bir "AB boyutu"nun bulunmasından kaynaklanıyor. Diğer bir deyişle, bu mesele, Türk ve Rum tarafının yalnız kendi aralarında değil, AB ile de müzakere etmesini gerektiriyor.***"DEROGASYON" denen teknik konunun basit bir ifade ile izahı şöyledir: ABnin kendi felsefesine ve amaçlarına uygun bir hukuk düzeni var. Bunun temel öğelerinden biri de, kendi bünyesi içinde, dolaşım, yerleşme, mal - mülk alma, iş tutma serbestisidir.AB, 1 Mayısta kendi saflarına katılacak 10 yeni üye ile müzakereleri sırasında bu ülkelerin özel şartlarını dikkate almış, onlara tanıdığı istisnaları geçici bir süre için, kendi hukuk sisteminin içine almıştır. On beş ülkenin parlamentoları, her yeni üyenin "katılım belgesi"ni, içerdiği "derogasyonlar" ile birlikte onaylamıştır.Kıbrıs konusunda eğer geçen yılın başlarında müzakereler yapılsaydı ve anlaşmaya varılsaydı, Türk tarafının talep ettiği "ayrıcalıklar", Kıbrıs Cumhuriyetinin
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
KIBRIS sorunu dün İsviçre'den Brüksel'e taşındı... Önceki gün Bürgenstock'ta başlaması gereken, fakat çıkan anlaşmazlık nedeni ile ancak bu akşam gerçekleşmesi beklenen "dörtlü" görüşmelerin en kritik konusu sayılan "derogasyonlar" meselesi, AB zirvesinin gündemine oturdu. On beş üye ülkenin liderleri - ve Komisyon yetkilileri - şimdi bu çetrefil sorunu çözmeye uğraşıyor...
Türkçeye "kısıtlamalar", "istisnalar" veya "ayrıcalıklar" diye çevrilen "derogasyonlar" konusu, aslında Türk tarafının, yeni müzakere sürecinde, "olmazsa olmaz" diye tanımladığı ön şartların başına geçmiş bulunuyor.
Konunun sadece "ikili" veya "dörtlü" çerçevede kalmayışı, bunun bir "AB boyutu"nun bulunmasından kaynaklanıyor. Diğer bir deyişle, bu mesele, Türk ve Rum tarafının yalnız kendi aralarında değil, AB ile de müzakere etmesini gerektiriyor.
***
"DEROGASYON" denen teknik konunun basit bir ifade ile izahı şöyledir: AB'nin kendi felsefesine ve amaçlarına uygun bir hukuk düzeni var. Bunun temel öğelerinden biri de, kendi bünyesi içinde, dolaşım, yerleşme, mal - mülk alma, iş tutma serbestisidir.
Lefkoşadaki ilk "ikili" aşama, hiçbir anlaşma sağlanamadan sonuçlandı. Dün, İsviçrede "dörtlü" görüşmeler faslının başlaması için bütün hazırlıklar yapıldı. Kıbrıslı Türk ve Rum liderlerin dışında, Türkiye ve Yunanistan Dışişleri Bakanları, heyetleri ile birlikte, Alp dağlarının eteğindeki Bürgenstocka gittiler. BM Genel Sekreterinin temsilcisi De Soto, ayrıca AB ve ABD diplomatları da yoğun kar altındaki bu kasabada bekleyişe geçtiler...Ne var ki, Yunan - Rum tarafının ayak sürümesi sonunda, "dörtler" bir araya gelemedi. Yani fiilen, dün başlaması gereken müzakere sürecinin ikinci aşaması, start alamadı.***Dün dörtlü toplantının gerçekleşemeyeceğinin anlaşıldığı akşam vaktine kadar, sorulan soru şuydu: Acaba, Lefkoşada "ikiler"in başaramadığını, Bürgenstockta "dörtler" becerebilecek mi?Bu konuda tam bir iyimserlik olmamakla beraber, bazı umutlar ifade ediliyordu. Nedeni de şuydu: Kıbrıs Türk ve Rum liderleri anlaşamadılar ama, bu kez masaya Türkiye ve Yunanistan liderleri de oturacaktı. Bir bakıma Kıbrıs meselesi, Türk - Yunan ilişkilerinin ve diyaloğunun bir unsuru olarak ele alınacaktı. Bu, çözüm yolunu açabilecek önemli bir gelişme olabilirdi.Bundan 45 yıl önce, gene
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
New York'ta varılan mutabakat açık ve netti: Kıbrıs'ta çözüm için öngörülen "takvimli yol haritası"nın ilk aşamasında, müzakereler Lefkoşa'da "ikili" olarak yapılacak, ikinci aşaması da İsviçre'de "dörtlü" olarak devam edecekti. Bu sürecin üçüncü raundunda BM Genel Sekreteri Kofi Annan, "tek" başına devreye girip kendi adını taşıyan plana son şeklini verecek, dördüncü ve son aşamada da Kuzey ve Güney Kıbrıs'ta "çifte" referandum gerçekleşecekti...
Lefkoşa'daki ilk "ikili" aşama, hiçbir anlaşma sağlanamadan sonuçlandı. Dün, İsviçre'de "dörtlü" görüşmeler faslının başlaması için bütün hazırlıklar yapıldı. Kıbrıslı Türk ve Rum liderlerin dışında, Türkiye ve Yunanistan Dışişleri Bakanları, heyetleri ile birlikte, Alp dağlarının eteğindeki Bürgenstock'a gittiler. BM Genel Sekreteri'nin temsilcisi De Soto, ayrıca AB ve ABD diplomatları da yoğun kar altındaki bu kasabada bekleyişe geçtiler...
Ne var ki, Yunan - Rum tarafının ayak sürümesi sonunda, "dörtler" bir araya gelemedi. Yani fiilen, dün başlaması gereken müzakere sürecinin ikinci aşaması, start alamadı.
***
Dün dörtlü toplantının gerçekleşemeyeceğinin anlaşıldığı akşam vaktine kadar, sorulan soru
İsrailin dün Gazzede giriştiği saldırı, onu bu arzusuna kavuşturdu. Hayatının bu şekilde son bulması, onu Filistin direnişinin sembolü olarak gören geniş kitleleri ayağa kaldırdı.İsrailin Şeyh Yasini ortadan kaldırma niyeti yeni değil. Geçen eylülde İsrail ordusunun giriştiği benzer bir saldırı, HAMAS liderinin hafif yaralanması ile sonuçlanmıştı.Şaron hükümetinin bu konudaki kararlılığının nedeni açık: İsrail her zaman Şeyh Yasini kendisine karşı yönelik terör hareketinin "Bin Ladin"i olarak görmüştür. HAMASın Filistin otoritesinin de zayıf olduğu Gazzede iyice yerleşmesi ve son zamanlarda büyük saldırılarda bulunması (sonuncusu Aşdot Limanına karşı) İsrailin sabrını taşırmıştır. Şaron hükümeti Şeyh Yasini yok etme planını yaşama geçirirken, bunun kısa vadede misillemelere yol açacağını, ama daha uzun vadede HAMASı zayıflatacağını hesaplamıştır. Ne var ki, bu hesabın çarşıya hiç uymaması ve tamamen ters tepmesi ihtimali de büyüktür.***ŞİDDETE başvuran örgütlerin "başsız" kaldığı bazı hallerde, zayıfladıkları veya dağıldıkları görülmüştür; ama bunun HAMASın başına geleceği şüphelidir.Şeyh Yasin ruhani sıfatı ile birlikte, bir sembol olmuştu. Onun bu şekilde ortadan kaldırılması
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
FELÇLİ olması nedeniyle tekerlekli sandalye ile dolaşan ve gözü görmeyen Şeyh Ahmet Yasin'in aslında bir terörist görünümü yoktu. HAMAS'ın kurucusu ve ruhani lideri, İsrail'e karşı giriştiği mücadelede, bu yolda teşvik ettiği birçok genç militanları gibi, bir gün şehit olmayı arzuladığını söylüyordu.
İsrail'in dün Gazze'de giriştiği saldırı, onu bu arzusuna kavuşturdu. Hayatının bu şekilde son bulması, onu Filistin direnişinin sembolü olarak gören geniş kitleleri ayağa kaldırdı.
İsrail'in Şeyh Yasin'i ortadan kaldırma niyeti yeni değil. Geçen eylülde İsrail ordusunun giriştiği benzer bir saldırı, HAMAS liderinin hafif yaralanması ile sonuçlanmıştı.
Şaron hükümetinin bu konudaki kararlılığının nedeni açık: İsrail her zaman Şeyh Yasin'i kendisine karşı yönelik terör hareketinin "Bin Ladin"i olarak görmüştür. HAMAS'ın Filistin otoritesinin de zayıf olduğu Gazze'de iyice yerleşmesi ve son zamanlarda büyük saldırılarda bulunması (sonuncusu Aşdot Limanı'na karşı) İsrail'in sabrını taşırmıştır. Şaron hükümeti Şeyh Yasin'i yok etme planını yaşama geçirirken, bunun kısa vadede misillemelere yol açacağını, ama daha uzun vadede HAMAS'ı zayıflatacağını
Dün "Boğaziçi Üniversitesi - TÜSİAD Dış Politika Forumu"nun İstanbulda düzenlediği konferansta bunu bir kez daha gözledik.Bilgi Üniversitesinden Prof. İlter Turanın dediği gibi, BOP, halen bir "düşünce egzersizi" aşamasında. Henüz "berraklaşmamış" bu fikrin netleşmesi için, herhalde haziranda yapılacak G - 8ler toplantısı ile (İstanbuldaki) NATO zirvesini beklemek gerekecek...* * *ŞU anda muğlak bir fikir olarak tartışılan BOPun kapsadığı coğrafik alan bile, oldukça "flu". O kadar ki, dünkü sempozyumda Avrupalı panelistler projenin öngördüğü "geniş" bölgenin nereden nereye kadar uzandığını, alaylı bir eda ile ve kafiye uydurarak anlattılar. Almanyadaki bir düşünce kuruluşunun Ortadoğu bölümünün başındaki Dr. Volker Perthes "Marakeşten Bangladeşe" derken, Fransız Dışişleri Bakanlığı danışmanlarından Prof. François Heisbourg da, "neden Kazablankadan Cakartaya kadar olmasın" diye espri yaptı!..Aynı şekilde, Amerikan inisiyatifinin - gene muğlak biçimde ifade edilen - amaçlarının nasıl gerçekleşeceği de, henüz açık yanıtı bulunmayan sorular arasında...* * *AMAÇLAR, "Büyük Ortadoğu"da demokrasinin, barışın, siyasal, sosyal ve ekonomik reformların gerçekleştirilmesine yardımcı olmaktır.
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
SON zamanlarda çok tartışılan Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) konusunda zihinlerde yer alan soruların sayısı, verilen yanıtlardan daha fazla!
Dün "Boğaziçi Üniversitesi - TÜSİAD Dış Politika Forumu"nun İstanbul'da düzenlediği konferansta bunu bir kez daha gözledik.
Bilgi Üniversitesi'nden Prof. İlter Turan'ın dediği gibi, BOP, halen bir "düşünce egzersizi" aşamasında. Henüz "berraklaşmamış" bu fikrin netleşmesi için, herhalde haziranda yapılacak G - 8'ler toplantısı ile (İstanbul'daki) NATO zirvesini beklemek gerekecek...
* * *
ŞU anda muğlak bir fikir olarak tartışılan BOP'un kapsadığı coğrafik alan bile, oldukça "flu". O kadar ki, dünkü sempozyumda Avrupalı panelistler projenin öngördüğü "geniş" bölgenin nereden nereye kadar uzandığını, alaylı bir eda ile ve kafiye uydurarak anlattılar. Almanya'daki bir düşünce kuruluşunun Ortadoğu bölümünün başındaki Dr. Volker Perthes "Marakeş'ten Bangladeş'e" derken, Fransız Dışişleri Bakanlığı danışmanlarından Prof. François Heisbourg da, "neden Kazablanka'dan Cakarta'ya kadar olmasın" diye espri yaptı!..