Bu konulardan biri de, ABDnin ortaya attığı "Büyük Ortadoğu Projesi" ile ilgili gelişmelerdir.Bu proje, birçok başkentlerde olduğu gibi, Ankarada da dikkatle değerlendiriliyor. Türk Dışişleri uzmanları ayrıca bölge ile ilgili, özgün projeler geliştirmeye çalışıyor. Dışişleri Bakanı Abdullah Gülün geçen hafta Kuveytteki bölgesel bir toplantıdaki konuşmasında Ortadoğuda bir güvenlik işbirliği sisteminin oluşturulması yönünde yaptığı öneri, bu projelerden biri.Sanıyoruz önümüzdeki günlerde ve haftalarda Türk diplomasisi, Kıbrıs müzakereleri, AB ile ilişkiler gibi güncel ve sıcak konuların yanı sıra, ("çok boyutlu dış politika" anlayışı içinde) Ortadoğudaki yeni oluşumlarla daha çok meşgul olacak.***BUSH yönetiminin ortaya attığı "Büyük Ortadoğu Projesi" (veya "girişimi"), aslında henüz tam olgunlaşmamış bir taslak. Ana hatları ve amaçları belli, ama bunun nasıl hayata geçirileceği, nasıl bir yapıya ve mekanizmaya sahip olacağı, henüz inceleme ve tartışma aşamasında.Bu proje Ortadoğuyu, Fastan Orta Asyaya kadar uzanan çok geniş bir coğrafyaya yayıyor. Yirmiden fazla ülkeyi kapsayan bu bölgede, demokratik, özgür rejimlerin kurulması, siyasal ve ekonomik reformların gerçekleşmesi,
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
GÜNLERDİR dikkatler hep Kıbrıs üzerinde odaklandığı için, Türkiye'yi yakından ilgilendiren diğer bazı önemli konulara eğilemedik.
Bu konulardan biri de, ABD'nin ortaya attığı "Büyük Ortadoğu Projesi" ile ilgili gelişmelerdir.
Bu proje, birçok başkentlerde olduğu gibi, Ankara'da da dikkatle değerlendiriliyor. Türk Dışişleri uzmanları ayrıca bölge ile ilgili, özgün projeler geliştirmeye çalışıyor. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün geçen hafta Kuveyt'teki bölgesel bir toplantıdaki konuşmasında Ortadoğu'da bir güvenlik işbirliği sisteminin oluşturulması yönünde yaptığı öneri, bu projelerden biri.
Sanıyoruz önümüzdeki günlerde ve haftalarda Türk diplomasisi, Kıbrıs müzakereleri, AB ile ilişkiler gibi güncel ve sıcak konuların yanı sıra, ("çok boyutlu dış politika" anlayışı içinde) Ortadoğu'daki yeni oluşumlarla daha çok meşgul olacak.
***
Takvime bağlanan yeni müzakere maratonundan bir sonuç alınamazsa, elbet kıyamet kopmaz, dünyanın sonu gelmez, 2 Mayıstan sonra da KKTC yaşamını sürdürür, Türkiye de yoluna devam eder... Ama bu durumda çözümsüzlüğün ağır bedeli de ödenir.Oysa girişilen yeni diplomatik egzersizin amacı, bu 40 yıllık sorunu nihayet çözüp Kıbrıs Türklerinin ve Türkiyenin önünü açmak, sık sık ortaya çıkan sıkıntıları gidermek ve daha iyi yarınlar hazırlamaktır.***BU kazanımları elde etmemek, kayba uğramak demektir. Bu bir ölçüde Rumlar için de söz konusudur. Ama son analizde, bundan daha zararlı çıkacak olan, Türk tarafıdır.Müzakerelerin başarısızlığa uğraması halinde bunun sorumluluğu kime ait olursa olsun 1 Mayısta Rum kesimi Kıbrıs Cumhuriyeti adı altında AB üyesi olacak, KKTC ise bunun dışında kalacaktır.* Kıbrıs Rumlarının AB üyeliği, kendilerine büyük ekonomik ve siyasal kazanımlar sağlayacaktır. Güney Kıbrıs halkının refah düzeyi daha da yükselecektir. Rum yönetimi, AB içinde söz sahibi olacak, eğer anlaşmazlık sürerse, bunu Türkiyeye karşı da kullanabilecektir.Ama buna karşılık Rum tarafı, adanın birleşmesi, bir kısım göçmenlerin kuzeye dönmesi ve tazminat istemesi şansını kaybedecek, pekişecek
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
DAHA işin başında olumsuz ihtimaller üzerinde durmak hoş değil; ama ne çare ki bunu yapanlar var... Yeni Kıbrıs müzakere süreci başlarken, çözüm için hedef konan 1 Mayıs tarihine kadar uzlaşma sağlanamayacağını düşünenler, "anlaşma olmaması dünyanın sonu değil" veya "1 Mayıs'tan sonra da 2 Mayıs gelir" gibi ifadeler kullanıyorlar.
Takvime bağlanan yeni müzakere maratonundan bir sonuç alınamazsa, elbet kıyamet kopmaz, dünyanın sonu gelmez, 2 Mayıs'tan sonra da KKTC yaşamını sürdürür, Türkiye de yoluna devam eder... Ama bu durumda çözümsüzlüğün ağır bedeli de ödenir.
Oysa girişilen yeni diplomatik egzersizin amacı, bu 40 yıllık sorunu nihayet çözüp Kıbrıs Türklerinin ve Türkiye'nin önünü açmak, sık sık ortaya çıkan sıkıntıları gidermek ve daha iyi yarınlar hazırlamaktır.
***
BU kazanımları elde etmemek, kayba uğramak demektir. Bu bir ölçüde Rumlar için de söz konusudur. Ama son analizde, bundan daha zararlı çıkacak olan, Türk tarafıdır.
New Yorktaki son Kıbrıs zirvesi, "bu kez galiba bu iş olacak" umudunu yarattı. Taraflar bu perşembe günü Lefkoşada, bu iyimserlik havası içinde esas müzakerelere başlıyorlar.Bu seferki görüşmelerin, daha önceki birçok süreçten bir farkı var mı?Var olmasına var da, hemen "kaydı ihtiyatla" şunu belirtelim ki, bu hava yeni sürecin mutlaka başarı ile sonuçlanacağının garantisi değil. Ama gene de, bu kez öyle farklı durumlar var ki, sonunda bu iyimserliği haklı çıkartabilir...***NEDİR bu farklı durumlar?• BM Genel Sekreteri Kofi Annanın son inisiyatifi, - onun adını taşıyan planı ile birlikte - tarafları bağlayan bir mekanizma kurmuş bulunuyor. Taraflar derken yeni süreçte bu kez sadece Kıbrıs Türk ve Rum kesimleri değil, Türkiye ve Yunanistan da yer alıyor. Hepsi Annanın önerdiği yöntem ve takvim konusunda taahhüde girmiş durumda. Müzakereler bu sisteme göre yapılacak, tarafların üzerinde mutabık kalamadığı hususları Genel Sekreter bizzat dolduracak, anlaşma "anavatanlar"ın meclislerine ve adada iki halkın onayına sunulacak. New Yorkta artık "çözüm tüneli"ne girildi. Bundan sonra geri dönmek çok zor...• Bu kez, AB de işin içinde. Birlik, 1 Mayısa kadar çözüme varılması için Rum -
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
KIRK yıldır Kıbrıs meselesinde pek çok müzakere süreci yaşandı, birçok çözüm planı masaya kondu, anlaşmaya bir hayli yaklaşıldığı zamanlar da oldu... Ama bütün bu çabalardan bir türlü sonuç alınamadı, çözümsüzlük hali de günümüze dek sürdü...
New York'taki son Kıbrıs zirvesi, "bu kez galiba bu iş olacak" umudunu yarattı. Taraflar bu perşembe günü Lefkoşa'da, bu iyimserlik havası içinde esas müzakerelere başlıyorlar.
Bu seferki görüşmelerin, daha önceki birçok süreçten bir farkı var mı?
Var olmasına var da, hemen "kaydı ihtiyatla" şunu belirtelim ki, bu hava yeni sürecin mutlaka başarı ile sonuçlanacağının garantisi değil. Ama gene de, bu kez öyle farklı durumlar var ki, sonunda bu iyimserliği haklı çıkartabilir...
***
Oysa BM gökdeleninin 38. katında temaslar başladığında durum değişti. Türk tarafının atağı ile, Annanın "boşlukları doldurma" ile ilgili şartı, pekâlâ müzakere konusu oldu. Ankaranın hazırladığı "yol haritası" çerçevesinde Denktaşın masaya koyduğu (iki "anavatan"ın mutabakat sağlanamadığı takdirde müzakerelere "müdahil" olmasına ilişkin) önerisini, Rum tarafının mukabil teklifi izledi. Ve nihayet hararetli tartışmalardan sonra, esas müzakere sürecinin yolunu açan anlaşma sağlandı...***NEW YORKtaki usule ilişkin ön görüşmeler, tabii ki, çok önemli idi. Eğer bu ilk turda mutabakat sağlanamasaydı, bundan sonraki esas müzakerelerin yolu açılamazdı.Bu, diplomasi ile, aşılamayacak zorluk veya engelin bulunmadığını gösterdi. Yeter ki, sonuç almak için güçlü bir irade ve cesaret ortaya konsun...Ankara - daha açıkçası Erdoğan hükümeti - bu cesaret ve kararlılığı sergiledi ve uluslararası camiada takdir gören (ayrıca Denktaşa da puan kazandıran) bu hareket, nisan ayına kadar uzanacak müzakere sürecinin başlamasını sağladı.***KIBRIS Türk ve Rum liderleri (ayrıca Türkiyeden ve Yunanistandan Dışişleri yetkilileri) New Yorka giderken, yapılan değerlendirmeler şöyle idi: Taraflardan hiçbiri -
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
BM Genel Sekreteri Kofi Annan'ın, Rauf Denktaş ve Tassos Papadopulos ile "çapraz el sıkışma" pozuna kadar resmi pozisyonu şuydu: Davet mektubunda müzakereler için prosedür bağlamında öne sürülen şartlar (özellikle mutabakat sağlanamadığı takdirde boşlukların bizzat Genel Sekreter tarafından doldurulacağına ilişkin koşul) pazarlık konusu olamaz.
Oysa BM gökdeleninin 38. katında temaslar başladığında durum değişti. Türk tarafının atağı ile, Annan'ın "boşlukları doldurma" ile ilgili şartı, pekâlâ müzakere konusu oldu. Ankara'nın hazırladığı "yol haritası" çerçevesinde Denktaş'ın masaya koyduğu (iki "anavatan"ın mutabakat sağlanamadığı takdirde müzakerelere "müdahil" olmasına ilişkin) önerisini, Rum tarafının mukabil teklifi izledi. Ve nihayet hararetli tartışmalardan sonra, esas müzakere sürecinin yolunu açan anlaşma sağlandı...
***
NEW YORK'taki usule ilişkin ön görüşmeler, tabii ki, çok önemli idi. Eğer bu ilk turda mutabakat sağlanamasaydı, bundan sonraki esas müzakerelerin yolu açılamazdı.
Bu, diplomasi ile, aşılamayacak zorluk veya engelin bulunmadığını gösterdi. Yeter ki, sonuç almak için güçlü bir irade ve cesaret ortaya konsun...