Bu hafta da "Avrupa içindeki çatlak"tan söz ediliyor. Veya diğer bir deyişle - gene Irak krizinin yüzeye çıkardığı - Avrupa Birliğinin bölünmüşlüğünden...Bu son gelişme, AB içinde İngiltere ve İspanyanın başını çektiği "Sekizler"in, Irak konusunda "Fransalmanya ekseni"ne meydan okuyan bir tavır sergilemesinin sonucu. Fransızların "sekizler çetesi" adını taktığı bu grup, Avrupanın ABDnin Irak politikasına destek vermesini istiyor. Gerçi onlar da sorunun barışçı yollardan halledilmesi gerektiğini savunuyor, ama Saddamın yola getirilmesi için kararlılık ve birlik çağrısında da bulunuyor."Sekizler"in içinde (şimdi onlara "dokuzuncu" olarak Slovakya da katılmış bulunuyor) Avrupanın hem güneyinden, hem kuzeyinden, hem de doğusundan ülkeler var. İngilizler de, Fransızların "çete" terimine karşılık olarak Alman - Fransız eksenini - aynen ABD Savunma Bakanı Rumsfeldin geçen hafta kullandığı sözcüğü tekrarlayarak - "eski Avrupa" diye nitelendiriyorlar.İşte Avrupa içinde bir "eski yeni" çatlağı! "Frankfurter Allgemeine" gazetesinin deyişi ile "Atlantik Okyanusu kadar derin yeni bir uçurum..."***BÜTÜN bunlar tam ABnin gerçek bir siyasal birlik için bazı ileri adımlar attığı, dış politikadan
<#comment>#comment> Geçen hafta "Trans - Atlantik çatlağı"ndan bahsediliyordu. Yani Irak krizi yüzünden okyanusun iki yakası - Avrupa ile ABD - arasındaki uçurumdan...
Bu hafta da "Avrupa içindeki çatlakötan söz ediliyor. Veya diğer bir deyişle - gene Irak krizinin yüzeye çıkardığı - Avrupa Birliği’nin bölünmüşlüğünden...
Bu son gelişme, AB içinde İngiltere ve İspanya’nın başını çektiği "Sekizler"in, Irak konusunda "Fransalmanya ekseni"ne meydan okuyan bir tavır sergilemesinin sonucu. Fransızların "sekizler çetesi" adını taktığı bu grup, Avrupa’nın ABD’nin Irak politikasına destek vermesini istiyor. Gerçi onlar da sorunun barışçı yollardan halledilmesi gerektiğini savunuyor, ama Saddam’ın yola getirilmesi için kararlılık ve birlik çağrısında da bulunuyor.
"Sekizler"in içinde (şimdi onlara "dokuzuncu" olarak Slovakya da katılmış bulunuyor) Avrupa’nın hem güneyinden, hem kuzeyinden, hem de doğusundan ülkeler var. İngilizler de, Fransızların "çete" terimine karşılık olarak Alman - Fransız eksenini - aynen ABD Savunma Bakanı Rumsfeld’in geçen hafta kullandığı sözcüğü tekrarlayarak - "eski Avrupa" diye nitelendiriyorlar.
İşte Avrupa içinde bir "eski yeni" çatlağı!
Sonra ne oldu? Zirveden çıkan karar Türkiyede birkaç gün daha tartışıldı ve... konu kapandı. Haftalarca zihinleri meşgul eden AB, birdenbire gündemden düştü ve unutuluverdi!Tabii bunun başlıca nedeni, iki önemli dış politika konusunun, - Irak ve Kıbrıs meselelerinin - hükümetin, halkın (ve de medyanın) tüm dikkatini çekmesi. Oysa Kopenhag zirvesi sonrası yapılması gereken pek çok iş var. Hele 2004 sonuna kadar belirlenen süreci kısaltmak veya iyi değerlendirmek istiyorsak...Aynı şey AB için de söylenebilir. Yeni üyelerin kabulü ve "hazmedilmesi" gibi iç işlerinin yanı sıra, ABnin ilgisi de, Irak üzerinde odaklandı. Hatta bu kriz - hele son günlerde görüldüğü gibi - birliği bölen hararetli tartışmalara yol açtı. Bu durumda doğrusu AB merkezinde de Türkiyenin üyelik sürecini düşünen pek kimse çıkmadı...***BUGÜN ABnin "troyka"sı Ankarada bir dizi görüşme yapıyor.Aslında olayın önemi, uzun zamandan beri AB ile Türkiye arasında ilk kez bu düzeyde resmi bir ziyaretin gerçekleşmesidir.Bizce bu olayın bir diğer önemi de, adeta unutulmaya yüz tutan Türkiye - AB ilişkilerini yeniden gündeme getirmesi ve ülkemizde ABye karşı ilgiyi yeniden canlandırmasıdır.Aslında Kopenhag zirvesinden bu
<#comment>#comment> Kasım - aralık aylarını hatırlayın. Sabah - akşam hep AB’yi konuşuyorduk. Hükümet, işadamları, sivil toplum kuruluşları, medya sürekli AB ile kalkıp AB ile yatıyordu! Ta 12 Aralık Kopenhag zirvesine kadar...
Sonra ne oldu? Zirveden çıkan karar Türkiye’de birkaç gün daha tartışıldı ve... konu kapandı. Haftalarca zihinleri meşgul eden AB, birdenbire gündemden düştü ve unutuluverdi!
Tabii bunun başlıca nedeni, iki önemli dış politika konusunun, - Irak ve Kıbrıs meselelerinin - hükümetin, halkın (ve de medyanın) tüm dikkatini çekmesi. Oysa Kopenhag zirvesi sonrası yapılması gereken pek çok iş var. Hele 2004 sonuna kadar belirlenen süreci kısaltmak veya iyi değerlendirmek istiyorsak...
Aynı şey AB için de söylenebilir. Yeni üyelerin kabulü ve "hazmedilmesi" gibi iç işlerinin yanı sıra, AB’nin ilgisi de, Irak üzerinde odaklandı. Hatta bu kriz - hele son günlerde görüldüğü gibi - birliği bölen hararetli tartışmalara yol açtı. Bu durumda doğrusu AB merkezinde de Türkiye’nin üyelik sürecini düşünen pek kimse çıkmadı...
***
BUGÜN AB’nin "troyka"sı Ankara’da bir dizi görüşme yapıyor.
Gerçi Başkan, Kongrede 75 kere ayakta alkışlanan konuşmasında Iraka savaş ilan etmedi; hatta Saddama bir ültimatom da vermedi. Ama kullandığı sert ve net cümleler, Irakı vurmak konusundaki kararlılığını açıkça ortaya koydu.Bu savaş mesajı, Bush yönetiminin politikasına ve bundan sonraki davranışına ışık tutan üç önemli unsur içeriyor:1) Bush artık Saddama güvenmiyor ve ona fazla bir şans da tanımıyor. "Saddam silahsızlanmıyor, aldatıyor" ifadesini kullanan ABD lideri, Irakın 3 ay önce denetçiler ile ilgili BM kararından sonra verilen son fırsatı da kaçırdığını belirtiyor ki; bu da, ABDnin yeni oyalama taktiklerine izin vermeyeceğini gösteriyor.2) ABD Irakın kitle imha silahlarına sahip olduğuna dair bazı kanıtları önümüzdeki çarşamba, Güvenlik Konseyinde açıklayacak. ABD basını bir süredir bu kanıtlardan söz ediyor, fakat "gizli bilgi kaynaklarını" açıklamamak veya tehlikeye düşürmemek için bundan çekindiğini yazıyordu. Anlaşılan şimdi, Washington dünya kamuoyunu ikna etmek için bu bilgileri açıklamaya razı oluyor.3) Bush kanıtları da sunduktan sonra daha çok bekleyemeyeceğini, hatta gerekirse kendi başına harekete geçeceğini söylüyor. Bunun anlamı şudur: ABD, Güvenlik Konseyinden
<#comment>#comment> Başkan Bush’un "ulusa sesleniş"inden çıkan mesajı tek cümle ile şöyle ifade edebiliriz: Savaş geliyor!..
Gerçi Başkan, Kongre’de 75 kere ayakta alkışlanan konuşmasında Irak’a savaş ilan etmedi; hatta Saddam’a bir ültimatom da vermedi. Ama kullandığı sert ve net cümleler, Irak’ı vurmak konusundaki kararlılığını açıkça ortaya koydu.
Bu savaş mesajı, Bush yönetiminin politikasına ve bundan sonraki davranışına ışık tutan üç önemli unsur içeriyor:
1) Bush artık Saddam’a güvenmiyor ve ona fazla bir şans da tanımıyor. "Saddam silahsızlanmıyor, aldatıyor" ifadesini kullanan ABD lideri, Irak’ın 3 ay önce denetçiler ile ilgili BM kararından sonra verilen son fırsatı da kaçırdığını belirtiyor ki; bu da, ABD’nin yeni oyalama taktiklerine izin vermeyeceğini gösteriyor.
2) ABD Irak’ın kitle imha silahlarına sahip olduğuna dair bazı kanıtları önümüzdeki çarşamba, Güvenlik Konseyi’nde açıklayacak. ABD basını bir süredir bu kanıtlardan söz ediyor, fakat "gizli bilgi kaynaklarını" açıklamamak veya tehlikeye düşürmemek için bundan çekindiğini yazıyordu. Anlaşılan şimdi, Washington dünya kamuoyunu ikna etmek için bu bilgileri açıklamaya razı oluyor.
3) Bush
Bu bakımdan Irak bağlamında "en kritik hafta"ya girmiş bulunuyoruz.Hafta sonunda savaşa daha yakın mı olacağız? Belirtiler öyle. Gerçi barışa "son şans" verilmesi yönünde çabalar da yoğunlaşıyor. Güvenlik Konseyine sunulan raporun rengi belli: Ne siyah, ne beyaz; gri... Üstelik misyonun tamamlanması için zaman da isteniyor. Tıpkı Fransadan Rusyaya ve Çine kadar pek çok ülkenin istediği gibi... Ve de bütün dünyada - ve hatta ABDde - savaş karşıtlarının haykırdığı gibi...Ama Bush yönetimi bu tepkilerden ne kadar etkilenecek? Doğrusu pek değil. Colin Powell da "şahinler"in söylediklerini tekrarlıyor: "ABD bu işi yalnız başına veya birkaç müttefiki ile pekala yapmasını bilir..."***BU tehditler sırf Saddama gözdağı vermek için mi ortaya atılıyor, yoksa gerçekten Bush Irakı vurmayı aklına koydu mu?İkisi de olabilir. Biri işlemezse, diğerini deneyecek. ABD bölgede bu kadar büyük yığınağa sırf gösteri olsun diye girişmiyor herhalde.Savaş çıkıp çıkmayacağını bu "en kritik" haftanın sonunda da iyi anlayacağız. Belki Washington Bağdata son bir ültimatom verir ve denetçilerin ve dostlarının istediği gibi biraz daha zaman tanır. Ama bu "biraz zaman" Powellın deyişi ile sadece birkaç haftadan
<#comment>#comment> Haftanın Irak’la ilgili gelişmelerinin takvimi belli: BM denetçilerinin raporu dün Güvenlik Konseyi’ne sunuldu, bugün Başkan Bush ulusuna seslenip niyetlerini açıklayacak, yarın BM Güvenlik Konseyi raporu tartışıp bundan sonra ne yapılacağına karar verecek, cuma günü Bush İngiltere Başbakanı Blair ile görüşecek, hafta sonu da ABD yönetimi savaşa gidilip gidilmeyeceği veya ne zaman gidileceği konusunda bir ipucu verecek...
Bu bakımdan Irak bağlamında "en kritik hafta"ya girmiş bulunuyoruz.
Hafta sonunda savaşa daha yakın mı olacağız? Belirtiler öyle. Gerçi barışa "son şans" verilmesi yönünde çabalar da yoğunlaşıyor. Güvenlik Konseyi’ne sunulan raporun rengi belli: Ne siyah, ne beyaz; gri... Üstelik misyonun tamamlanması için zaman da isteniyor. Tıpkı Fransa’dan Rusya’ya ve Çin’e kadar pek çok ülkenin istediği gibi... Ve de bütün dünyada - ve hatta ABD’de - savaş karşıtlarının haykırdığı gibi...
Ama Bush yönetimi bu tepkilerden ne kadar etkilenecek? Doğrusu pek değil. Colin Powell da "şahinler"in söylediklerini tekrarlıyor: "ABD bu işi yalnız başına veya birkaç müttefiki ile pekala yapmasını bilir..."
***
BU tehditler sırf Saddam’a gözdağı vermek