Hafta sonunda Savunma Bakanı Donald Rumsfeldden Dışişleri Bakanı Collin Powelle kadar birçok Amerikan yetkilisinin söyledikleri de, yönetimin her şeye rağmen barışa son bir şans tanıma eğiliminde olduğunu gösteriyor.Hele Rumsfeldin Saddam Hüseyinin sürgüne gönderilmesi ile ilgili "Arap planını" açıkça desteklemesi ve "savaşın önlenmesi pahasına bazı Irak liderlerinin affedilebileceği"ni belirtmesi, çok anlamlı.Günlerden beri Suudilerin ve diğer bazı Arap ülkelerinin Saddamı Irakı terk edip başka bir ülkeye sığınması için "ikna" etmeye çalıştıkları bildiriliyor. Şimdi Rumsfeldin son beyanı, ABDnin bu "plana" destek verdiği ve böylece eski tutumunu da "yumuşattığı" şeklinde yorumlanıyor.* * *BU mümkün mü? Saddam sürgünü kabul eder mi? Ve bu gerçekleşirse, ABD gerçekten askeri müdahaleden vazgeçer mi?Saddamın bu tür baskılar sonucunda ülkeyi terk etmesini beklemek fazla iyimserlik olur. Libya lideri Kaddafinin "Newsweek"e söylediği gibi, Saddam ölür de sürgüne gitmez! Tarihte diktatörlerin hep böyle davrandıkları görülmüştür.Öyle görünüyor ki, Türkiyenin önayak olduğu "barış inisiyatifi"ne ortak olan bazı Arap ülkeleri, Saddam üzerinde "ikna güçleri"ni de sonuna kadar sürdürmek
<#comment>#comment> ABD Genelkurmay Başkanı General Richard Myers’ın dün Ankara’daki görüşmelerinin ardından yaptığı basın açıklamasında dikkati çeken noktalardan biri, Bush yönetiminin Irak’ı vurmak konusunda henüz kesin karar almadığını ve "savaşın kaçınılmaz olduğunu söylemediği"ni vurgulayan ifadesi idi.
Hafta sonunda Savunma Bakanı Donald Rumsfeld’den Dışişleri Bakanı Collin Powell’e kadar birçok Amerikan yetkilisinin söyledikleri de, yönetimin her şeye rağmen barışa son bir şans tanıma eğiliminde olduğunu gösteriyor.
Hele Rumsfeld’in Saddam Hüseyin’in sürgüne gönderilmesi ile ilgili "Arap planını" açıkça desteklemesi ve "savaşın önlenmesi pahasına bazı Irak liderlerinin affedilebileceği"ni belirtmesi, çok anlamlı.
Günlerden beri Suudilerin ve diğer bazı Arap ülkelerinin Saddam’ı Irak’ı terk edip başka bir ülkeye sığınması için "ikna" etmeye çalıştıkları bildiriliyor. Şimdi Rumsfeld’in son beyanı, ABD’nin bu "plana" destek verdiği ve böylece eski tutumunu da "yumuşattığı" şeklinde yorumlanıyor.
* * *
BU mümkün mü? Saddam sürgünü kabul eder mi? Ve bu gerçekleşirse, ABD gerçekten askeri müdahaleden vazgeçer mi?
Dün Çankayadaki zirvenin ardından yapılan açıklamalar, Ankaranın bu stratejiyi sürdürmeye kararlı olduğunu gösteriyor.Birinci yol (veya kulvar), savaşı önlemeye yönelik. Başbakan Gülün son Ortadoğu turu, ortak barış atağının ilk raundunu oluşturuyor. Şimdi ikinci aşamada, Türkiyede diğer 5 ülkenin katılımı ile bir zirve toplantısı planlanıyor. Amaç, öncelikle Saddam Hüseyinin BMnin silahsızlanma şartlarını tam olarak karşılamasını, hatta rejimini daha demokratik hale getirmesini sağlamaya çalışmak. Bunu da, üçüncü aşamada, Bağdat yönetimi ile direkt temasların izlemesi söz konusu.***İKİNCİ yol ise, ABD ile işbirliğine yönelik. Türkiye Bush yönetiminin sunduğu talepler konusunda da bir "çift yol" stratejisi uyguluyor.Neydi bu talepler? Birincisi Türkiyenin askeri üslerini ve limanlarını olası bir savaşta ABDnin kullanımına açması. Buna ön hazırlık olarak da 150 Amerikan askeri uzmanına bu tesislerde incelemeler yapmasına izin vermesi... Ankara üslerin kullanımı konusunda bağlayıcı bir söz vermedi ama tesislerin incelenmesine yeşil ışık yaktı.İkinci istek ise, ABD kara kuvvetlerinin Kuzey Irakta açılacak ikinci cephe için Türk topraklarını kullanmasına olanak sağlaması. Washington,
Bu çelişkiyi ayrıntıya girince daha iyi anlamak mümkün.Önce Türk tarafındaki değişikliğe bakalım:En büyük değişiklik, adadaki Türk halkının "patlaması"... Lefkoşada 40 - 50 bin kişinin (KKTC nüfusunun dörtte biri veya hane sayısı olarak üçte ikisi) toplanıp acil çözüm istemesi radikal bir değişimin göstergesi değil mi?Kimileri bu olayı küçümseyebilir, bunun arkasında provokasyon veya manipülasyon arayabilir... Veya bu geniş kitlelerin Annan planını okumadıklarını, ileride başlarına gelebilecekleri sezmediklerini iddia edebilir...Ama aralarında geçmişi iyi bilen eski mücahitlerden veya şehit ailelerinden, geleceğe bakmayı yeğleyen gençlere, Türkiye kökenlilere ve iktidar ortağı politikacılara kadar, toplumun her kesitinden insanların yer aldığı bu gösteriyi, Denktaş yönetimi ve Ankara serinkanlılıkla değerlendirmeyi bilmeli. Bu insanların çözümsüzlükten ötürü gözlerinin karardığını tespit ederken, uygulanan yanlış politikaların bundaki payını da kabullenmeli...Halktan 150 sayfalık bir planın tüm teknik ayrıntılarını bilmesini kimse bekleyemez. Demokrasilerde halkın gücü böyle ölçülmez. Halkın arzuları, beklentileri esas alınır. Aksi halde liderliğin toplumdan koptuğuna karar
<#comment>#comment> Sorunun yanıtını şöyle verelim: Hem çok şey değişti, hem fazla bir şey değişmedi!..
Bu çelişkiyi ayrıntıya girince daha iyi anlamak mümkün.
Önce Türk tarafındaki değişikliğe bakalım:
En büyük değişiklik, adadaki Türk halkının "patlaması"... Lefkoşa’da 40 - 50 bin kişinin (KKTC nüfusunun dörtte biri veya hane sayısı olarak üçte ikisi) toplanıp acil çözüm istemesi radikal bir değişimin göstergesi değil mi?
Kimileri bu olayı küçümseyebilir, bunun arkasında provokasyon veya manipülasyon arayabilir... Veya bu geniş kitlelerin Annan planını okumadıklarını, ileride başlarına gelebilecekleri sezmediklerini iddia edebilir...
Ama aralarında geçmişi iyi bilen eski mücahitlerden veya şehit ailelerinden, geleceğe bakmayı yeğleyen gençlere, Türkiye kökenlilere ve iktidar ortağı politikacılara kadar, toplumun her kesitinden insanların yer aldığı bu gösteriyi, Denktaş yönetimi ve Ankara serinkanlılıkla değerlendirmeyi bilmeli. Bu insanların çözümsüzlükten ötürü gözlerinin karardığını tespit ederken, uygulanan yanlış politikaların bundaki payını da kabullenmeli...
<#comment>#comment> Irak konusunda Türkiye giderek artan bir zaman baskısı altında... Ankara bir yandan savaşı önlemeye yönelik diplomasi atağını sürdürüyor, Irak’taki silah denetçilerinin 27 Ocak’ta BM Güvenlik Konseyi’ne vereceği raporun beklenmesini, olası bir askeri harekat için de Konsey’den bir ikinci karar çıkartılmasını şart koşuyor... Ama öte yandan da, ABD’nin kuzeyden de bir cephe açılmasına ve bu amaçla Amerikan kara birliklerinin Türk topraklarını kullanmasına ilişkin taleplerine bir an önce net bir yanıt vermek durumu ile karşılaşıyor.
Diplomatik çabalar süredursun, Türkiye için Washington’un istekleri üzerinde kesin bir tavır almak zamanı, artık iyice yaklaşmış görünüyor. Bu zaman limiti de şimdi "önümüzdeki birkaç gün" şeklinde ifade ediliyor. Konu ile direkt ilgili bir diplomatın deyişi ile "bu kısa sürede Türkiye ABD’ye yanıtını verirse ne ala. Bunu daha da ertelerse, iş işten geçmiş sayılacaktır"...
Bunun anlamı, Bush yönetiminin "kuzey cephesi opsiyonu"nu gözden çıkaracağıdır. ABD’li analistler bu takdirde yönetimin - ve özellikle Kongre’nin - Türkiye’ye bakış açısının da değişeceğini açıkça söylüyorlar...
***
TÜRKİYE’nin tavrını belirlemesi
<#comment>#comment> Başbakan Abdullah Gül ile Devlet Bakanı Kürşat Tüzmen’in son gezileri, Türkiye’de ciddi tartışmalara yol açtı: Şu sırada bu ziyaretlere gerek var mıydı? Bu geziler ne sonuç verdi? Bu girişimler Türkiye için yararlı mı, zararlı mı oldu?..
Biz burada "aktif"i ve "pasif"i de kaydederek bir değerlendirme yapmaya çalışacağız.
Önce Başbakan’ın Suriye - Mısır - Ürdün - Suudi Arabistan - İran turnesinden başlayalım.
Gül’ün inisiyatifi - kendi deyişi ile "barış için aktif diplomasi" egzersizi - gerçekten öncelikle yeni bir Irak savaşını önlemeyi amaçlıyor. Ankara, yanına bölge ülkelerini de aldığı takdirde, "Pandora’nın kutusu"nu açacak olan bir savaş felaketinin önüne geçilebileceği umudunu taşıyor. Bu zayıf bir olasılık olsa da, Türkiye böyle bir girişime önayak olmakla barış için elinden geleni yaptığını hem Türk, hem dünya kamuoyuna göstermiş oluyor. Bu da, bir savaş çıktığı takdirde Türkiye’ye, alacağı pozisyon için daha müsait bir zemin sağlayabilir.
Bu inisiyatifin Türkiye yararına olan bir başka yönü de, son zamanlarda ihmal edilen Arap dünyası ile temaslara yeni bir ivme kazandırmış olmasıdır. Bu, özellikle Suriye, Suudi Arabistan ve İran ile bir
<#comment>#comment> Son günlerde ABD’nin olası Irak harekatı ile ilgili isteklerine Ankara’dan yanıt alamamasından duyduğu rahatsızlıktan ve sabırsızlıktan çok söz edildi. Bu konuda çarşamba günkü "Milliyet"in manşetine taşınan yazımızın ardından, "New York Times" ve "Washington Post" gibi önde gelen Amerikan gazetelerinde de Bush yönetimi çevrelerindeki düş kırıklığını yansıtan haberler çıktı.
Şimdi Amerikan diplomatik çevrelerinde, Türkiye’nin tavrını belirlemekte olduğu yönünde bir izlenim ve hükümetin beklenen kararını vereceği konusunda bir umut oluşuyor gibi...
Bunda Türkiye’deki üslerde ve limanlarda incelemeler yapacak olan 150 kişilik bir Amerikan timinin hukuki statüsü ile ilgili anlaşmanın nihayet dün imzalanmasının önemli payı var. Her ne kadar bu mutabakat "teknik" bir nitelik taşıyorsa da, Türkiye’nin ABD’ye olası bir askeri müdahale halinde bu üs ve limanlardan yararlanmasına izin verebileceğinin de bir işareti sayılıyor...
***
ABD’nin geçen ay Ankara’ya ilettiği isteklerin - asıl önemli olan - ikinci bir boyutu var: O da, Irak’a karşı "kuzeyden ikinci cephe"nin açılmasını sağlamak üzere, sayısı 80 bin olarak bildirilen ABD kara birliklerinin Türkiye’den