Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


AB ile ilişkiler bu seçim kampanyasında ağırlıklı olarak tartışılacak sorunların başında görünüyor. Son günlerde özellikle ANAP ve MHP liderlerinin bu konuda üst üste demeçler vermesi, bunun ilk işareti...
Bunun böyle olması doğal. AB üyeliği, Türkiye için "hayati" bir konu. Türk halkı bunun kendi günlük "hayatı"nı etkileyeceğinin bilincinde. Biz bunu "Milliyet - TIR" turnemizde de tespit ettik.
Genelde "sokaktaki adam" AB üyeliğine büyük umutlarla bakıyor. Bunu - kendi bilgisi ve beklentileri çerçevesinde - isteyen geniş bir çoğunluk var.
Bununla beraber, konunun seçim kampanyası sırasında tartışılması kuşkusuz yararlı olur. Yeter ki bunu ele alanlar, duygusal ve hamasi sözlerle değil, gerçek ve inandırıcı argümanlar ile seçmenin karşına çıksınlar...
***
Konu ile ilgili ilk "salvolar"ın hükümet ortağı olan iki partiden gelmesi, ilginç.
MHP lideri Devlet Bahçeli’nin son demeçleri, koalisyonun bu kanadının AB yolunda atılacak adımlar konusunda ciddi çekinceleri, hatta itirazları olduğunu açıkça ortaya koydu. ANAP lideri Mesut Yılmaz ise, AB’den istenilen müzakere tarihinin sağlanması için Meclis’in kabul ettiği uyum yasalarının uygulamaya konmasına ilişkin işlerin tamamlanmasını istiyor.
Ne var ki, bunun için siyasi bir kararlılık gerek. Bu ise, şimdiki seçim hayhuyu içinde, pek mümkün görünmüyor. Nasıl görünsün ki? Bu kararlılığı gösterecek olan hükümetin iki kanadı birbirine ters tavırlar sergiliyor. Başbakan Ecevit ve genelde DSP ise bu konuda pek ses vermiyor. Dışişleri Bakanı şimdilik ziyaretlerini daha çok Ortadoğu’ya (halen İran’a) yapıyor...
Eğer bu hükümetin kararı AB yolunda adımlar atmaksa, buna aralıksız devam etmesi gerekir. Ama AB’nin ekimde yayımlayacağı İlerleme Raporu’na sadece 7 hafta; Kopenhag zirvesine de 3 ay kala, bu yönde hissedilir bir hareket yok...
***
AB’ye şüphe ile (veya tamamen karşıt bir tavırla) bakanların iki iddiası var ki, bunları iyi tartışmak lazım.
Birincisi, AB’nin Türkiye’yi zayıflatmaya, bölmeye niyetli olduğu ve bu amaçla Ankara’ya kendi şartlarını dayattığıdır. Bu bazı çevrelerde bir fobi veya saplantı halini almıştır. Bu bakış açısından AB dost değil, olsa olsa düşman olarak görülür. O zaman da "biz AB’ye karşı değiliz" demenin bir anlamı kalmaz.
Şunu sormak lazım: AB neden Türkiye’yi bölmek, istikrarsızlaştırmak istesin? Çıkar hesaplarını çok iyi yapan Avrupalılar bunun kendilerine yarar değil, aksine zarar getireceğini bilmiyorlar mı?
Böyle düşünmek, ayrıca Türkiye’nin - hele bugünkü konjonktürde - bölgedeki gücünün ve etkinliğinin AB’de hiç de dikkate alınmadığı (hatta bir avuç Kürt militanına daha fazla değer verildiği) gibi yanlış bir sonuca götürür...
***
İKİNCİ iddia ise, Türkiye ne yapsa, AB’nin beklenen tarihi vermeyeceğidir.
Evet, Kopenhag’dan olumlu karar çıkacağı garantisi yok. Çıkmayabilir de. Türk halkına bu yönde gereksiz büyük beklentiler vermemeli.
Ama yolunu çizmiş, ne istediğini iyi bilen, vehimleri veya saplantıları olmayan her ülke, hedefine varıncaya kadar azimle yürür. Karşı tarafla oturup tartışır, onu iknaya çalışır. Şu veya bu parlamenterin veya politikacının demeçlerini AB’nin resmi politikası olarak algılayıp, yolun ortasından geriye dönmez. Kendisine güvenerek ilerler.
Türkiye’ye yakışan da bu