ÖYLE görünüyor ki, 3 Kasım’da yapılacak parlamento seçimleri, aynı zamanda AB konusunda bir referandum niteliğini taşıyacak. Seçim kampanyasında ekonomi kadar, AB politikası da tartışılacak.
Aslında Türkiye’de marjinal bir grubun dışında, AB’ye karşı çıkan parti yok. Hatta daha birkaç yıl öncesine kadar AB’ye düşmanca bakan bazı partiler de şimdi Türkiye’nin bu topluluğa katılmasından yana.
Ancak halen Meclis’te temsil edilen partiler arasında, bu arzunun ve desteğin "dozajı" farklı. Kimi, AB üyeliği için gerekli kriterleri dikkate alarak, bu desteği tam veriyor. Kimi de "evet ama" diyerek bu desteği şarta bağlıyor.
Bu durum son zamanlarda koalisyon ortakları arasında, idam cezası ve Kürtçe yayın - öğretim gibi "hassas" konular üzerindeki anlaşmazlıklar ile açıkça ortaya çıktı. Bu temel "ideolojik" farklılığa, şimdi Meclis’in "AB yasaları"nı görüşmeye hazırlandığı bir sırada, "politik" sürtüşmeler de eklenmiş bulunuyor. O kadar ki, seçim tarihi üzerinde mutabık kalacağı artık kesinleşen Meclis’te, "AB yasaları" diye adlandırılan demokratik düzenlemelerin bir "paket" olarak mı onaylanacağı, yoksa bir kısmının kabul, bir kısmının ret mi edileceği bilinmiyor...
***
EĞER "AB yasaları paketi" Meclis’ten olduğu gibi çıkmayacaksa, bu konunun partiler tarafından bol bol seçim malzemesi olarak kullanılacağından emin olabiliriz.
Özellikle "hassas konular", kampanyada hamasi ve demagojik tartışmalara çok müsait. Kimi "biz Türkiye’yi çağdaşlaştırmak ve rahatlatmak için uğraştık; ama onlar buna engel oldular" diyecek. Kimi de, "egemenliğimizi ve ulusal birliğimizi koruduk; onlar ise teslimiyetçi bir tavır aldılar" şeklinde konuşacak...
AB ile müzakere yolunu açacak demokratik reformların bu derecede önemle seçim platformuna yansıması nasıl yorumlanmalı?
İlk bakışta konu, bir siyasal sorun olarak görünebilir. Ve, "vatandaş ekonomik sıkıntılarla inim inim inlerken, AB üyeliği gibi karmaşık bir konu ile fazla ilgilenmez" diye düşünülebilir.
Oysa, Türk halkının AB ile yakından ilgilendiğini ve bu büyük projeyi hararetle desteklediğini çeşitli kamuoyu araştırmaları da gösteriyor.
Bunun nedeni, AB’nin sanıldığı gibi sadece bir "siyasal" konu olmamasıdır. AB, Türk vatandaşının günlük yaşamı, sıkıntıları, sorunları, geleceği, daha iyi yaşam umutları ile de sıkı sıkıya bağlı bir konudur.
***
POLİTİKACILARIN bunu anlaması gerekiyor.
Türkiye’nin AB projesi, Meclis’teki taktik oyunlarına ve seçim kampanyasındaki nutuklara terk edilmeyecek kadar "hayati" bir konudur. Çünkü bu, gerçekten insanlarımızın "hayatı" ile ilintilidir.
Konuyu biraz da tersinden ele alalım: Türkiye "AB yasaları"nı, yani aslında Türk halkının siyasal ve ekonomik alanda standartlarını yükseltecek reformları - malum gerekçeler, şartlar veya rezervler ile - bir yana ittiği takdirde, AB üyeliği perspektifi kararacaktır.
AB’nin dışında kalan bir Türkiye’nin ekonomik sorunlarını çözümlemesi büsbütün imkansız olacaktır. Türkiye istenilen dış ekonomik desteği, kredileri, yatırımları, vs. sağlayamayacaktır. Bu olmadan da milletin enflasyondan işsizliğe kadar çeşitli dertlerden kurtulması, daha da zorlaşacaktır.
Bu nedenle, AB konusu, vatandaşın "ekmek parası" ile de çok yakından ilgilidir. Bu bakımdan da, Meclis’in ve partilerin bu konudaki tavrı, seçim kampanyasına yansıyacak kadar hayatidir...