Son dakikada Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden geçirilen bir yasa... Ve gene son dakikada Avrupa Birliği ile üyelik müzakerelerinde açılan bir fasıl...
Herkes memnun: İspanya 6 aylık AB başkanlığı döneminin son günü, (30 Haziran) en azından bir faslın açılmasını sağlayabildiği için... AB Türkiye’yi cesaretlendirecek bir jest yaptığı için... Türkiye de katılım görüşmeleri sürecini canlı tutabildiği için...
Bu çok yönlü sembolik anlamın dışında, “Gıda Güvenliği, Veterinerlik ve Bitki Sağlığı” başlığının müzakereye açılmasının değeri nedir?
Beş yıldır süregelen müzakerelerde şimdiye kadar 35 faslın ancak 12’si açıldı, (gıda faslı 13. oluyor). Halen Kıbrıs Rum Yönetimi’nin ve ayrıca Fransa’nın tutumu yüzünden askıya alınan veya bloke edilen toplam 18 fasıl var. Bunlara dokunulamıyor.
İyi niyetli İspanya geriye kalan fasıllardan dördünü kendi döneminde açmayı umuyordu. Ama bütün çabalarına rağmen bu olmadı. Ancak giderayak görevini Belçika’ya devretmeden birkaç saat önce adeta “zevahiri kurtarmak” istercesine, Gıda Güvenliği ile ilgili başlığı gündeme sokabildi.
Kabahat kimde?
Diğer üç fasıl neden ortada kaldı? Açıkçası bunun kabahati AB’de değil, Türkiye’de. Ne Hükümet, ne Meclis “Rekabet Politikası”, “Kamu Alanları” ve “Sosyal Politika” başlıklı fasılları ciddi olarak ele alıp bunlarla ilgili uyum yasalarını çıkartmaya hazır değil. Olsaydı zaten bu yasal düzenlemeler şimdiye kadar yapılır ve bu 3 fasıl da -Gıda Güvenliği başlığı gibi- müzakereye açılırdı.
AB ile katılım müzakereleri kuşkusuz siyasi nedenlerden ötürü, Kıbrıs başta olmak üzere bazı üyelerin engellemeleri sonucunda tıkanıyor. Ancak saydığımız fasıllardan da anlaşıldığı gibi, sürecin arzulandığı gibi ilerleyememesinde, Türkiye’nin uyum yasalarını çıkartamamasının da önemli payı var.
Bu fasılların büyük kısmı, aslında Türk insanının Avrupalıların yaşam standartlarına ulaşmasını sağlayacak olan ve tabii Türkiye’nin AB ile bütünleşmesine imkân verecek olan konularla ilgilidir. Örneğin müzakereye açılmasına karar verilen Gıda Güvenliği başlığını ele alalım: Avrupa, gıda sağlığı alanında yüksek standartlarını koruyan yasalara sahip. Türkiye’nin bu standartlara ulaşması (ve buna aykırı eski uygulamalarından vazgeçmesi) ancak yeni yasa düzenlemeleri yapmasıyla mümkün. Sonuçta bundan yararlanacak olan, Türk halkıdır.
Amaç mı, araç mı?
Eski yasaların ve uygulamaların terk edilmesinde ve yeni düzenlemelere gidilmesinde, en büyük motivasyon kaynağı AB’dir. Evet, AB ile müzakere süreci bilinen nedenlerden çok yavaş gidiyor, aksıyor, hatta zaman zaman duraklıyor. Bu Türk kamuoyunda haklı düş kırıklığına ve güvensizliğe yol açıyor.
Ancak AB’nin Türkiye için bir “amaç”tan çok bir “araç” olduğunu düşünüyorsak, bu motivasyonun canlı tutulmasına çok önem vermemiz gerek. Diğer bir deyişle eğer AB ile bütünleşme vizyonu bir “çağdaşlaşma projesi” sayılıyorsa (ki genelde öyle sayılıyor) bu sürecin başka bir alternatifinin bulunmadığı da kabul edilmelidir.
Peki, bu süreç böyle aksak topal daha ne kadar devam edecek?
Açıkçası Belçika’nın başkanlığı ile daha da durgun bir döneme girilecek. Belçika kendi problemleriyle didişiyor. AB de öyle. Türkiye de iç siyasi sorunlarla uğraşıyor. Bu nedenle önümüzdeki 6 ayda tek bir fasıl dahi açılmayabilir.
Ancak bu, AB ile ilişkilerin dondurulacağı veya sürecin kesileceği anlamına gelmez veya daha doğrusu gelememelidir. Bu süreci bir “araç” olarak canlı tutmanın çeşitli yolları vardır. Bunları başka bir yazımızda ele alacağız...