Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Dünkü yazımızda belirttiğimiz gibi, AB ile üyelik müzakereleri süreci, bir hareketsizlik dönemine giriyor. İspanya’nın 6 aylık başkanlığının son gününde, zorlukla tek bir fasıl açılabildi. Şimdi Belçika’nın yılsonuna kadar sürecek başkanlığı döneminde yeni bir faslın açılamaması (veya en iyimser tahminle tek bir faslın açılması) olasılığı büyük. Zaten müzakereye açılabilecek topu topu 3 fasıl var.
Gerçek şu ki, üyelik için 5 yıldır yapılan (ve şimdiye kadar 35 faslın ancak 13’ünün gündeme getirildiği) müzakere süreci, iyice tıkanmış durumda...
Bu durumda ne yapılabilir?
İki yol var: Biri “AB’den bize hayır gelmeyecek, iyisi mi biz onlara bir hayır çekelim” deyip bu işi koparmak ve son zamanlarda bazılarına cazip görülmeye başlayan başka alternatiflere yönelmek... Diğeri ise, Avrupa ile entegre olmak için yıllardan beri sürdürülen mücadeleyi yılmadan devam ettirmek ve bir şekilde bu süreci canlı tutmak...
Bugünkü iktidar, ana muhalefet ve sivil toplumun etkin kesimi, ikinci şıktan yana. Bu son günlerde tekrar teyit edildi.

Entegrasyon yolu
Dışişleri Bakanı Davutoğlu, önceki gün Brüksel’deki konuşmasında AB ile bütünleşme iradesinin “güçlü bir şekilde devam ettiğini” söyledi. Türkiye’nin ve AB’nin “stratejik vizyonlarının örtüştüğünü” belirtti...
CHP lideri Kılıçdaroğlu, BBC’ye verdiği demeçte, iktidara geldikleri takdirde, “dış politikanın odağına AB ile müzakere sürecinin yerleşeceğini” belirtti ve bu arada “fasıl açıldı veya açılmadı demeden, reformlar gerçekleştirilecektir” diye konuştu...
Brüksel’de üst düzey AB yetkilileriyle görüşen TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner, Türkiye’nin AB ile bütünleşmesine verdiği önceliği belirtirken, şu çarpıcı görüşü ifade etti: “Türkiye’nin bölgesel bir güç olması kötü bir şey değil, ama kendimizi bunun çok ötesinde konumlandırmalıyız...”
Bu son beyanlar, müzakere sürecinin çok ağır yürümesine rağmen Türkiye’nin Avrupa ile bütünleşme vizyonunu ve bu yolda yürümeye devam etme iradesini koruduğunu gösteriyor.
Bu durumda AB ile ilişkilere sadece açılan veya açılamayan fasıllara takılıp kalmadan, daha geniş bir açıdan bakmak ve esas “süreci” fiilen entegrasyona doğru adımların atıldığı bir yol olarak algılamak lazım.

Neler yapılabilir?
Bu amaçla fasıllar üzerindeki görüşmelerin dışında yapılabilecek çok şey var.
Türk tarafı, yasal düzenlemeleri, reformları gerçekleştirmeye hız vermeli. Hükümetin programında bu konuda bir 2013 hedefi var. Bu hedef iç politika çalkantılarına kurban gitmemeli...
Hükümet ileri gelenleri her vesile ile AB’nin dış politikasının öncelikli bir tercihi olduğunu vurgulamalı, AB yetkilileri ve Avrupalı liderlerle temaslarını sıklaştırmalı, onlarla güncel sorunlar üzerinde ortak pozisyonların belirlenmesine çalışmalı... Bu arada Türk kamuoyu Avrupa vizyonu üzerinde bilinçlendirilmeli, halkın AB standartlarına adapte olmasına önayak olmalı...
AB’nin de bu yönde yapması gereken çok şey var. AB’de son zamanlarda AB içinde, Türkiye’nin konumuna ve rolüne önem verenlerin sayısı artıyor. Türkiye bu görüşün AB tarafından benimsendiğini duymak ve AB’nin buna göre bir tavır aldığını görmek ister. Örneğin AB vize konusunda Türklerin beklentilerini tatmin edecek adımlar atmalı. Terörle mücadele bağlamında, Türkiye’nin PKK konusundaki kaygı ve taleplerini karşılamalı...
Eğer bunlar yapılırsa, müzakere sürecindeki çok ağır tempoya karşılık, bütünleşme yönündeki süreç hızla ilerleyebilir.