Geçen haftaki bir yazımızda, İran’la varılan nükleer “takas” anlaşmasının, ABD ile ilişkilerdeki “makas”ı açma riskini yarattığını belirtmiştik.
Washington’dan gelen haberler bu anlaşmazlığın artık açıkça ortaya çıktığını gösteriyor.
ABD yetkilileri Türkiye’nin İran’la varılan son mutabakatın sağlanmasında oynadığı rolden büyük rahatsızlık, hatta kızgınlık duyduğunu söylüyorlar. Amerikan basını Türkiye’nin bu son hareketiyle Batı’dan daha da uzaklaştığını gösterdiğini öne sürüyor.
Bu arada Başkan Obama’nın Başbakan Erdoğan ile yaptığı bir saatlik telefon konuşmasından bu havayı düzeltecek bir sonuç alınamadığı da anlaşılıyor.
Önümüzdeki günlerde bu havanın daha da bozulması ihtimali var. Zira görünüşe göre, Erdoğan da, Obama da İran konusunda kendi stratejilerini sürdürmeye kararlı.
Türk diplomasisi, İran’ın Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’na (IAEA) “takas”la ilgili olumlu yanıtını resmen bildirmesinden sonra, bunun uluslararası topluluk tarafından kabul edilmesi için, yoğun bir diplomatik faaliyet içinde.
ABD ise Güvenlik Konseyi’nin diğer daimi üyeleriyle hazırladığı yaptırım taslağını konseye getirme hazırlıklarını sürdürüyor.
Kısacası bu meselede Türkiye ve AB açıkçası karşı karşıya geliyor.
İletişim yetersiz miydi?
Bu noktaya nasıl gelindiği sorusu dahi, iki taraf arasında bir anlaşmazlık konusu. Tahran’da pazarlıklar yapılırken Türkiye ile ABD arasında bir iletişim kopukluğu veya yetersizliği mi oldu? Türk tarafının yaptıklarıyla Amerikan tarafının beklentileri arasında bir senkronizasyon sağlanmadı mı?
Türk yetkililere göre, Türk-Brezilya ortak inisiyatifi başından sonuna kadar Washington’un bilgisi dahilinde gerçekleşti. İran’la müzakerelerde, geçen ekimde İran’a sunulan temel koşullar (1200 kilogramlık uranyum takası) göz önünde tutuldu. Dolayısıyla bin bir zorlukla sağlanan Tahran Mutabakatı, daha önce uluslararası camianın koştuğu şartları içeriyor.
ABD yetkililerine göre ise Türkiye devrede iken, Washington’un beklentileri Ankara’ya bildirildi. Bu arada İran son zamanlarda (1200 kilogramlık uranyumun dışında) sahip olduğu bir miktar uranyumu bizzat zenginleştirmeye başladı ve bunun da uluslararası kuralları ihlal ettiği hatırlatıldı...
Şartlar net değil miydi?
Bizim iki taraf diplomat ve analistleriyle görüşmelerimizden edindiğimiz izlenim, anlaşmazlığın bir iletişim eksikliğinden değil, İran’la mutabakat öncesinde Ankara ile Washington arasında bir ortak anlayışın sağlanamamasından kaynaklandığıdır.
Bu bağlamda iki ihtimal akla geliyor: Birincisi, karşılıklı mesajların yeterince direkt ve açık olmaması olasılığıdır. Örneğin ABD İran’ın zenginleştirmekte olduğu uranyumun da bu mutabakata dahil edilmesinin şart olduğunu, yoksa buna karşı çıkacağını net olarak Ankara’ya bildirdi mi?
İkinci ihtimal, Türkiye’nin bu muğlaktan da yararlanarak, bütün çabalarını 1200 kilogramlık uranyumun takası üzerinde odaklanması ve uluslararası camianın bunu bu şekilde kabul edeceğini ümit etmesidir. Bu durumda Türkiye ABD’den gelecek tepkiyi ve yaptırımlarla ilgili hamlesini öngörmedi mi?
Sebebi ne ise, olan oldu. Sonuçta şu takas işi, ABD ile makası açtı. İran krizi, Türk-Amerikan ilişkilerinde bir kriz yaratabilecek bir boyut aldı.
Olay Türkiye’nin böyle kritik bir meselede ABD’den ve Batı’dan ayrı bir çizgide yer aldığını da gözler önüne seriyor.