Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Yorum Fransa'nın engelleme taktikleri sonucunda "ekonomi ve parasal politika" faslının askıya alınması karşısında, hükümet adına Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Ali Babacan bu kararın meşru bir gerekçesinin bulunmadığını söyledi ve Türkiye'nin "bundan tatmin olmadığını" belirtti.Bu eleştiriye rağmen, Ankara müzakere sürecinin devamından yana bir tavır ortaya koymuş bulunuyor. Yani, hükümet, "bardağın dolu kısmı"na bakmayı ve AB ile ilişkilerini rayından çıkarmamayı yeğliyor.AKP iktidarının bu olayda da pragmatik bir tavır sergilemesi şaşırtıcı değil. Bu tercih, AKP'nin şimdiye kadar izlediği politika gibi, seçim beyannamesinde ilan ettiği "stratejik vizyon" ve "kararlılık" doğrultusundadır.Diğer bir ifadeyle, AKP, AB ile yolculukta zaman zaman buna benzer pürüzlerin çıkacağını bilerek müzakerelerin kesilmemesi ve ilişkilerin kopmaması için, bu yola devam etmeye niyetlidir. İŞTE size düşündürücü bir soru: Eğer şu anda iktidarda AKP değil de başka bir parti olsaydı, AB'nin Türkiye ile üç yerine iki başlığı müzakereye açma kararına nasıl bir tepki gösterirdi? Aynı şey diğer partiler için söz konusu mudur? Veya başkaları bugün iktidarda olsaydı, nasıl hareket ederlerdi?Halen muhalefette olanlar elbet "Biz olsaydık, bu şartları kabul etmezdik, dik dururduk, taviz vermezdik" diyecektir. Seçim bildirgelerine bakarak da böyle bir sonuç çıkarmak mümkün; ama partilerin muhalefette iken veya seçim kampanyaları sırasında söyledikleriyle, işbaşına geçtiklerinde yaptıkları arasında farklar bulunduğu çok görülmüştür...Son günlerde bu köşede biz belli başlı partilerimizin (henüz beyannamesini yayımlamayan Demokrat Parti dışında) seçim bildirgelerinin dış politika bölümlerini mercek altına aldık. CHP AB'yi Türkiye'ye karşı izlediği politika yüzünden sert biçimde eleştiriyor, ama temelde AB üyeliğini de eşit şartlar içinde olması kaydıyla, dış politikanın esas hedeflerinden biri sayıyor. Ne var ki örneğin bu haftaki "Fransız engellemesi" ve "bir faslın askıya alınması" gibi hallerde CHP'nin itiraz ve direnişini (müzakereleri topyekûn kesip masadan kalkmak dahil) hangi noktaya kadar götüreceğini kestirmek kolay değil...MHP'nin seçim bildirgesi bu partinin ne yapabileceği hakkında bir fikir veriyor. MHP çevrelerinde açık bir AB karşıtlığı var zaten. Beyannamede de AB ile ilişkilerin "yeniden tanımlanması" gereği savunuluyor, hatta bir "stratejik düşünme dönemi" öneriliyor. Bu noktadan hareket edilirse, MHP'nin bir şekilde iktidarda olması halinde, AB ile ilişkilerde en azından bir "time-out" isteyeceği (veya müzakereleri keseceği) öne sürülebilir. O kadar basit değil... Daha uç noktada bulunan partilerin zaten AB'ye sıcak bakmadıkları açık. İşçi Partisi ve Saadet Partisi AB ile temasın kesilip başka alternatiflere yönelmesinden yanalar. Genç Parti ise Türkiye'nin AB ile özel bir statü üzerinde anlaşmasında yarar görüyor.Brüksel'de son alınan karara dönersek, sorunu "müzakere sürecinde bir fasıl fazla bir fasıl eksik" meselesi gibi algılamamak lazım. Gerçekten mesele, Türkiye'nin uluslararası ilişkilerindeki yönü, dış politikadaki tercihleri, yani bir bakıma Türkiye'nin dünyadaki yeri konusundaki vizyonuyla ilgilidir. "Teknik teferruat" sayılan (bu haftaki AB kararı gibi) konularda tercihi belirleyecek olan da bu temel tavırdır... skohen@milliyet.com.tr Bir fazla, bir eksik...