Sami Kohen
ALMAN mehkemesinin İran'a karşı aldığı kararın ardından AB ülkelerinin Tahran'daki elçilerini geri çekmesi, terörle mücadelede kollektif eylemin ne ölçüde mümkün olduğu sorusunu gündeme getiriyor.
Terörizme karşı ortak hareketin gereğini,
prensipte kabul etmeyen ülke yok. Özellikle tedhişten zarar gören ülkeler, bu amaçla gereken önlemlerin alınması, hatta siyasal ve ekonomik yaptırımların da uygulanması konusunda
- kağıt üstünde - mutabık.
Ancak iş bu ilkeleri ve düşünceleri hayata geçirmeye gelince, tereddütler ve aksaklıklar hemen ortaya çıkıyor. Bir kısım ülkeler sadece kınama, protesto gibi laflarla yetiniyor. Bazısı elçilerin merkeze çağrılması gibi jestlerin ötesine gitmemeyi yeğliyor.
Açıkçası, terörizmle mücadelede etkin kollektif önlemlerin alınamamasının başlıca nedeni, her ülkenin olayı, tamamen kendi ulusal çıkarları açısından ele almasıdır. Yani teröre karşı tavrı belirleyen esas faktör, ülkenin kendi menfaatidir.
Bu, kuşkusuz zaman zaman, söylenenlerle yapılanlar arasında büyük bir farklılık sergiliyor ve
"çifte standard" uygulandığına ilişkin eleştirilere yol açıyor.
Ne var ki, bu eleştirileri yapanların dahi çoğu zaman bizzat aynı çifte standardları uyguladıkları görülüyor...
* * *
AB'nin İran'a karşı elçileri geri çekmek suretiyle giriştiği kollektif eylem, çıkar faktörünün terörle mücadeledeki etkisini açıkça ortaya koyuyor.
Şimdiye kadar İranla haşır neşir olan Almanya, ancak Tahran yönetimindeki terörün kendi topraklarına uzandığının - mahkemenin elde ettiği bulgularla da - kanıtlanması üzerine harekete geçmiştir.
Diğer bir deyişle eğer Almanya böyle bir olaya sahne olmasaydı, öteki ülkelerin "teröre karşı birlikte cephe alalım" çağrılarına hala kulaklarını kapayacak ve "Tahran'la kritik diyaloğu sürdürmemiz daha iyi olur" tezini savunmaya devam edecekti...
Demek ki, bir ülkenin terör konusunda uluslararası dayanışma göstermesi için, onun da tedhiş eylemlerine hedef olması gerekiyor!
Son olayın ortaya koyduğu diğer bir gerçek de, Avrupa ülkelerinin kendi farklı çıkarları nedeni ile, terörü destekleyen devletlere karşı daha sert önlemler almaktan çekindikleridir. AB üyeleri, Tahran'daki elçilerini geri çekmekle yetindiler.
Bunun ötesinde herhangi bir yaptırım uygulamak, örneğin alışverişi kesmek, boykot ilan etmek gibi uygulamaları düşünmüyorlar bile. Alman Dışişleri Bakanı Kinkel dahi, yumuşak bir üslupla, bu olayın Alman - İran ilişkilerini zedeleyecek bir krize dönüşmesini istemediğini söyledi.
Almanya'nın bu tavrı, hiç kuşkusuz İran ile olan sıkı ekonomik bağlarını ön planda tutmasından kaynaklanıyor. Aynı şey, diğer AB ülkeleri için de geçerlidir.
O zaman şu soru ortaya çıkıyor: Avrupa ülkelerinin Tahran'dan elçilerini geri çekmesi, terör eylemlerini (ve bu arada Berlin'deki suikastı) körüklediği söylenen İran yönetimini, yola getirir mi?
Daha çok sembolik bir anlam taşıyan bu hareket, - örneğin daha etkin ekonomik önlemler alınmadan -
İran'ı terörle ilgili politikasından vazgeçirmeye yeter mi? Elbette ki, hayır.
Bunu İran rejimi de biliyor. Bu nedenle, Dışişleri Bakanı Velayeti'nin "bu kriz fazla sürmez" demesine şaşmamalı...
* * *
DURUM Türkiye açısından da farklı değil. Kuşkusuz Ankara, Almanya'nın ve AB'nin nihayet terör tehlikesini sezmiş olmasını iyi karşılıyor. Türkiye yıllardır dostlarının dikkatini bölgeden (ve bu arada Suriye'den) kaynaklanan terör üzerine çekmeye çalışıyor...
Ankara'nın Tahran ile ilişkileri halen sarsıntı geçiriyor.
Ama Türkiye'nin de İran'la iyi geçinmekte özellikle ekonomik alanda önemli çıkarları var. Bu nedenle Türk yetkilileri İran'a karşı tutumda, "siyasetin ticaretten ayrı tutulması gerektiğini" savunuyorlar.
Buna "çifte standard" gözü ile bakanlar olabilir. Ama AB'nin tavrı da bu değil midir?..