HÜKÜMETİN, daha çok Refah kanadının girişimi ile yaptığı dış politika atakları, gerçekçi ve akılcı mı, yoksa ütopik mi?
Şu sırada, önümüzde iki örnek var: Biri, D - 8 diye tanımlanan Müslüman ülkeler grubunun oluşturulması. Diğeri de, İran'dan petrolün ve Türkmenistan'dan doğal gazın Türkiye'ye nakline ilişkin protokollerin imzalanması.
Başbakan ve Refah'ın sözcüleri, özellikle kendi inisiyatiflerinin damgasını taşıyan bu iki olayı da şimdiden "şahsiyetli Türk dış politikası"nın başarıları olarak gösteriyor. Buna karşılık muhalif veya bazı tarafsız çevreler, bu yeni girişimleri, hayali sayıyor ve bunun daha çok duygusal ve ideolojik nedenlerden kaynaklandığını öne sürüyor.
Kesin olan şudur: Bu hükümet, Türkiye'nin dış ilişkilerinde yeni stratejiler oluşturuyor. Bunların, geleneksel Türk dış politikasına ne kadar uygun düştüğü, değişik bir yön belirliyorsa bu yeni stratejilerin ülkeye ne kazandıracağı - veya kaybettirebileceği - objektif bir şekilde tartışılmalıdır. Yeni girişimler de, (yukarda verdiğimiz iki örnek gibi) tek tek, aynı objektif ölçülerle değerlendirilmelidir...
* * *
ERBAKAN yönetiminin inisiyatifi ile, D - 8 grubu bugün İstanbul'da Dışişleri Bakanları düzeyinde toplanıyor. Amaç, bu topluluğun temelini atmak, onu kurumlaştırmak ve 3 ay içinde yapılacak ilk zirve toplantısını hazırlamak.
D - 8, "gelişen" ("developing") 8 ülkeyi bir araya getiriyor. Nijerya'dan Endonezya'ya kadar uzanan bu ülkeler, toplam 800 milyon nüfusu ve zengin doğal kaynakları ile, yeni bir ekonomik güç oluşturabilir. ASEAN'dan NAFTA'ya kadar olduğu gibi. Bu fikrin babası olan Erbakan'ın vizyonu da budur. Ona göre, eğer böyle bir birlik kurulursa, G - 7'ler (yani gelişmiş veya zengin ülkeler grubu) D - 8'lerle oturup yeni dünya ekonomik düzenini birlikte belirlemek zorunda kalacak...
Türkiye açısından önemli olan, bu girişimin pratik yararıdır. Eğer D - 8'ler öncelikle kendi aralarındaki işbirliğini ve bu arada ekonomik bağlarını pekiştirebilirlerse, (yani ECO'dan veya KEİ'den daha iyi bir performans gösterebilirlerse), bu Türkiye için bir kazanç olacaktır. Diğer bir deyişle, D - 8'lerin Türkiye için en büyük yararı (eğer tam bir işbirliği sağlanırsa) 800 milyonluk bir pazarın kapılarını açması olacaktır.
Ayrıca - eğer bu işbirliği gerçekleşirse - zamanla bu grup dünya ekonomisinde ve politikasında da etkinliğini hissettirebilir. Bu da Türkiye'ye diğer ülkeler ve kuruluşlar karşısında bir güç kazandırır.
Bunlar tam hayal mi? Bir bakıma değil. AB dahil birçok gruplar için de başta hayal diyenler olmuştu. Gerçi onlar gelişmiş, zengin ülkelerdi; D - 8'lerin içinde ekonomik ve sosyal yapıları oldukça geri olanlar var. Ama gene de, 2000'li yılları düşünerek, denemeye değer. Yeter ki, yaratıcılık gücü, hayal çizgisine dayanmasın; yani şimdiden arzulanan veya düşlenen sonuçlar abartılmasın, hemen gerçekleşiyor ve zaferler elde ediliyor havası yaratılmasın!
Gene Türkiye açısından önemli olan bir husus da, bu fikrin, Batı ülkeleri ve kuruluşları ile olan ilişkilere alternatif olarak görülmemesidir. Türkiye, bu yeni oluşum için kafa yorarken, mevcut bağlarını - ve çıkarlarını - bir an için gözden uzak tutmamalıdır. D - 8'in içinde veya başında olmak, ancak Türkiye'nin Batı ekonomisi ve teknolojisi ile bütünleşmesi halinde bir anlam taşır ve yarar sağlar...
* * *
TÜRKİYE'nin Türkmenistan ve İran'la imzaladığı protokollere gelelim: Bunlar aslında çalışma gruplarının oluşturulmasını ve etüdler yapılmasını öngören "niyet beyanı" tarzında belgelerdir.
Türkmen gazı konusunda zaten böyle bir proje vardı. Finansman zorluğundan rafa kaldırılmıştı. Şimdi yeniden canlandırılıyor. Yeter ki tabii, bu kez finansman kaynağı bulunsun...
İran petrolü ile ilgili protokole gelince haberi ilk veren bir gazetenin belirttiği gibi, söz konusu olan "Hazar petrolü" değil, İran'ın güneyindeki kaynaklardan elde edilen petroldür. Bunun bir kısmının Ceyhan'a nakli düşünülüyor.
Yani bu aşamada bu bir taslak. Fizibilite ve diğer çalışmalar yapılmış değil. "İstim arkadan gelsin" kabilinden bunlar şimdi yapılacak. Ve en önemlisi finans kaynakları aranacak. ABD'nin İran'a karşı tavrı hatırlanırsa, bunun hiç de kolay olmayacağı söylenebilir.
O halde, bu da hayal mi? Bugün için öyle görünse de, üzerinde çalışılmaya değer.
Dünyada petrol ve gaz ile ilgili projelerin ancak yüzde 10'unun gerçekleştiği hesap edilmiştir. Tabii, bu Tahran'da imzalanan anlaşmanın, zaman içinde, dört dörtlük bir projeye dönüşüp, gerçekleşmesi şansının bulunmadığı anlamına gelmez...