Sami Kohen

Sami Kohen

skohen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

TÜRKİYE’nin dış politika rotasının değişmekte olup olmadığı sorusu üzerindeki tartışmalar giderek hararetleniyor.
Gün geçmiyor ki dış basında bu konuda bir yazı çıkmasın.
Yorumcuların bir kısmı kesin hüküm veriyor ve Türkiye’nin Batı’dan kopmakta ve Ortadoğu’ya yönelmekte olduğunu öne sürüyor.
Bir kesim ise, bu noktaya gelinmediğini, ancak Ankara’nın zaman zaman Batı’dan uzaklaştığını ve kendi bölgesine yöneldiğini düşünüyor.
Kimilerinin ise kafası karışık. Bunlar da Türk dış politikasındaki hareketleri zikzaklı, hatta tutarsız görüyor...
Bu tür farklı değerlendirmeler sadece dışarıda değil, Türkiye’de de yapılıyor.
Kesin olan husus, Türk dış politikasında bazı önemli değişikliklerin veya yeniliklerin meydana gelmekte olduğudur. Bunun sinyalleri bir süreden beri geliyordu; ancak bu gerçek özellikle son Gazze krizi ve Davos çıkışı vesilesiyle daha belirgin şekilde gözlerin önüne serildi.

Yeni tercihler
ANKARA’da resmi ağızlar böyle bir değişikliğin olduğunu inkâr etmiyorlar, Türkiye’nin “çok boyutlu”, hatta “çok eksenli” bir politika izlemekte olduğunu açıkça belirtiyorlar.
Türkiye bir süreden beri Kafkasya’da ve Ortadoğu’da çeşitli sorunlar karşısındaki tutumuyla, zaman zaman Batı’nın çizgisinden ayrılma pahasına, farklı öncelikler ve tercihlerle, daha bağımsız davrandığını gösteriyor.
Bu bakımdan Türk dış politikası rotasında bir değişiklik görenler, yanlış bir tespit yapmıyorlar. Bunun Batı’dan kopma ve başka bir eksene kayma anlamında “keskin bir viraj” olup olmadığı tartışılabilir.
Geleneksel Türk dış politikasındaki parametrelerin yerine getirilen “çok eksenli” veya “çok öncelikli” açılımların nasıl gelişeceğini kestirmek gerçekten zor. Bugün dikkatleri çeken bu açılımlar, bir odak merkezi olarak mı kalacak, yoksa zamanla dengelenecek mi? Daha uzun vadede bu yaklaşım, Türkiye’nin ABD’den, AB’den, İsrail’den uzaklaşıp Arap-İslam dünyasına ve hatta bu dünyanın radikal kesimine yönelmesine mi yol açacak?
Türk diplomasisi gerçekten önemli bir tercihle karşı karşıyadır. Bunda siyasi karar olduğu kadar, uygulama şekli ve üslubu da belirleyici olacaktır.

Keskin viraj
SON Gazze ve Davos olaylarında Türkiye’nin aldığı tutum, doğru veya yanlış, “keskin viraj” görüntüsünü yansıttı. Çeşitli konuşmalar ve davranışlar, Türkiye’nin sadece İsrail’e karşı tavır almakla kalmadığı, Hamas’ı ve onun içinde bulunduğu ekseni desteklediği ve de karşıt Arap ülkelerle Mahmud Abbas’ın başında bulunduğu Filistin yönetiminden -ve dolayısıyla Batı’dan- uzaklaştığı izlenimini yarattı.
Dış politika yapımcılarının niyeti bu olmasa dahi, kriz süresince odaklandıkları noktalar açıkçası böyle bir sıkıntıya yol açtı.
Şimdi bazı yeni gelişmeler bu izlenimi düzeltebilir. Bunlardan biri Mahmud Abbas’ın Ankara’ya gelişidir. Bir diğeri Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Suudi Arabistan ziyareti ve “Türkiye’nin Hamas’ı değil, Filistin halkını desteklediği” şeklindeki açıklamasıdır. Bir başka gelişme de, hükümet sözcüsünün İsrail ile ilişkilerin aksamayacağı ve geleceğe bakmak gerektiği yönündeki demecidir.
Bütün bu gelişmeler, son sert çıkışların ardından, “dengeleyici” -ve de yatıştırıcı- bir etki yapabilir.
Türk diplomasisi, son zamanlarda izlenen politikanın ideolojik veya duygusal etkenlere değil, pragmatik bir “çok boyutluluk” anlayışına dayandığını göstermek durumundadır.
Türkiye’nin kimseden kopmadan veya uzaklaşmadan, yeni yaklaşımlarla bölgesel bir rol oynaması, ancak böyle bir “balans ayarı” ile mümkündür.